22 Ekim 2010 Cuma
Üzülüyoruz be Dayı
Aman yanlış olmasın. Suçlu falan bile aramıyorum artık o derece. Skordan öte üzüntüm varsa ne olayım be Dayı. İçeride bu kadar kaybetmek koyuyor ama "bir umudum sensin, anlıyor musun?". Hani şu tribünde söylediğimiz romantik laflarımız değil. Ciddi anlamda umudum sende Dayı.
Mustafa Denizli'yi hâlâ severim o ayrı. Ama Müdür'ün maçlarında skordan başka bir şey kafada olmadığından puan kayıplarında sinir krizleri geliyordu kolayca. Ancak Dayı öyle bir ortam yarattı ki, puan tablosunu alıp elime bakmışlığım kaç keredir bu sezon bilmiyorum. Hatalarıyla doğrularıyla yeni bir şeyler yaratıyor dayı. Biz Beşiktaşlılar sahip çıkalım. Önümüzde daha taptaze bir Rijkaard örneği var. Gerçi bunu bizden önce engelleyecek olan takım elbiseli tayfadır. Umarım GS'nin son 1 senedir yaşadıklarından ders almışlardır.
Ali Kuçik, itiraf etmek gerekirse altyapının çok şey beklediğim elemanlarından değil. Ama Holosko'ya gösterilen sabır ona gösterilsin. Necip'in yolu Premier Lig olsun. Ama 30'undan sonra geri gelip Nihat olmasın. Tabata, bir İbrahim Üzülmez kadar Brezilyalı olsun. Beşiktaş'ın kalecisi hafiften Cenk olsun. Nobre mi? Sözleşmesi bittiği an bize uzak, Alex'in önüne santrafor olsun. Bobo, yeni sözleşmen uygun şartlarda uzun vadeli olsun koçum. Haddimiz değil ancak Fabian'a tavsiye, bir maç kötü oyna da insan olduğunu hatırlayalım. Sonuçta 1-2-3 gol yetmez, 4-5-6 olsun; ama artık çabucak birileri koysun.
Başlığı "Üzülüyoruz" diye attık ama, böyle üzüntünün başımızın üstünde yeri var. Ben hayatımda bu kadar istikrarlı şekilde pozitif oynayan Beşiktaş izlediğimi bilmem. "1,2,3 gol yetmez" efsane olmaktan öteye geçsin istiyorum hayatımda. Güzel olan tarafı dayı da bunu istiyor sağ olsun.
Etiketler:
Bay Kerahet,
Bernd Schuster,
Beşiktaş
21 Ekim 2010 Perşembe
Beşiktaş 1 - 3 Porto || Andre Villas-Boas
Porto'nun yıllardır oynadığı oyunda bir değişme var mı? Beşiktaş'ın yıllardır oynadığı oyunda kaç kere değişme var? Bu 2 sorunun cevabını verdiğiniz de aslında skora karşı bir yargıda bulunmanızın gereği kalmıyor. Çünkü, beklediğimiz şeyin aslında zor bir şey olduğunu görüyoruz sadece.
Porto'da futbolcu isimleri çabuk değişir. Nadiren de olsa hocalar değişir ama oyun değişmez. Oyunun akıcılığı değişmez. Bu sene buna ek olarak bir de Andre Villas-Boas eklenince olayın savunma yönüne de bir artı ekleniyor. Kim bu Villas-Boas derseniz şöyle açıklayayım: 2002 yılından beri Mourinho'nun yanında olan bir adam Villas-Boas. Rakip analizleri, istatistikleri konusunda Mou'nun canı ciğeri gibi bir adam. Geçen sene kendi ayakları üzerinde durmaya başlayan ve geçen sene Ferreira'nın başarısız sezonu üzerine hemen Porto'nun kaptığı bir adam. 7 maçta 6 galibiyet 1 beraberliği var. 7 maçta da 3 gol yedi sadece. Yani yaptığı, yıllar evvel hocasının sisteminin üzerine devam etmek ve savunmayı iyi yapmak.
Beşiktaş'ta da futbolcu isimleri çabuk değişir. Hocalar da değişir. Oyun da değişir. 1 sene önce bu zamanlar kendi sahasında 1-0'lar ile toparlanmaya çalışırken Beşiktaş, 1 sene sonra rakibini 2-1'ler, 3-2'ler, 4-1'ler ile yenmeye oynayan bir takım oldu. Oyun merkezini 20-25 m ileriye attı. Bunun sıkıntısını yaşamaya başlıyor yavaş yavaş. Ama bunun sıkıntısını çözmek için gerekli futbolcuların sakatlığının olması ayrı bir dert. Gerçekten dert. Oyuna hamle yapmak için kulübeden oyuncu alamıyorsun. Karşılık verecek hamlelerin aynı ayarda ve güçte olmuyor.
Maçta ne oldu derseniz, bu 3-1 skorunun oyundan değil, hatalardan kaynaklandığı apaçık. Bir boşa çıkan kaleci, bir adet 70m'den gelen topa müdahale etmekte sıkıntı yaşayan stoper ile 2-0 yenik duruma düşmek. Dahası 10 kişi kalan bir rakip var ama 1-0 iken 1-1'e getirebilmeyi düşünürken, 2-0 olan bir oyun. Gerisi de ustası Mourinho'dan rahatlıkla öğrendiği ve uyguladığı bir şey. Savunmak. 2-0'dan sonrası zaten oyunun teferruatı idi. 3-1 bitti. Lakin, şu var; maç 11'e 11 oynansa ve Hakan boşa çıkmasaydı, Beşiktaş maçı kazanmaya ne kadar yakın olan takım olurdu? O da en fazla %51 olmazdı.
Beşiktaş, sistem oturtma çabasında. Son 5 maçında da gol yemişti. Bu 6. oldu. Bu 5 maçın 4'ünde de ilk golü yiyen takım olmuştu Beşiktaş. Bugün 6'da 5 oldu. Pazartesi günü de rakibi Van Gaal'in öğrencisi Şota. Kalede Hakan ile zor geçer bu yeni yapıya alışma meselesi. Hele karşısında yıllardır bir sistem sahibi takım olunca, olmadı. Geçen geldiklerinden farklı bir oyun oynamadılar. Aynı filmi taktılar ama bu kez daha rahat kazandılar.
Umarım, Rijkaard'ın başına gelenler Schuster'in başına gelmez. 2-3 kötü sonuçla bu ülkede her şey tersine döner malum. Bir anda herkesin babası Real'i şampiyon yapmaya başlarsa dikkat etmek gerekir. Prim vermemek gerekir..!
Etiketler:
Beşiktaş,
Felix Mourinho,
Porto
Kewell & Tugay
Harry Kewell-Tugay Kerimo�lu Bayramla�ması
Yükleyen puruz. - Daha fazla spor videosu.
Nasıl bir bayramlaşmadır o öyle. Sonunda da 1 saniyeliğine de olsa Johan Neeskens var ya, yıktı geçti O'nu görmek bile...
Etiketler:
Felix Mourinho,
Harry Kewell,
Tugay Kerimoğlu
20 Ekim 2010 Çarşamba
Johan&Frank'e Güzel Bir Veda
Yıllardır her gelen futbolcuya karşı havaalanında bir izdiham yaratmakta üstümüze yok. Her gelene istisnasız yaptığımız için de rezil olduğumuz, hakedene de haketmeyene de yaptığımız bir gerçek. Lakin, bu konuda bir ilk yapabiliriz.
Footballve.com'da bir izleyici yorumu var. Rijkaard'ın gidişi üzerine, bir fikir. Güzel bir fikir. Rijkaard ve Neeskens'in gidişinde orada olup, onlara güzel bir veda etmek. Ne bileyim bir demet çiçek alıp, alkışlayarak, boyunlarına Galatasaray atkılarını asarak yollamak. Onlara gördükleri Galatasaray'ın, gerçek Galatasaray olmadığını göstermek, Baba Gündüz'ün dediği gibi "Galatasaray'ın bir his takımı" olduğunu göstermek adına onlara basit, güzel bir veda. Onları gönderenin taraftar değil, kendilerini kurtarmak isteyenler olduğunu göstermek için, en azından bir teşekkür için. Sabri gibi umutsuz bir vakayı bile bizim gibi asıp kesip yollamak yerine, ondan eksikliğini hissettiğimiz bir adama dönüştürdükleri için bile kocaman teşekkürleri hakediyorlar.
Bunu yapabiliriz. Ama öğrenmemiz gereken şey ne zaman ayrılacakları ve böyle bir vedaya gelmek isteyen taraftarların olup olmayacağı.
Görüş ve fikirlere açığız. Merak ediyoruz.
Bu konularda yeni bir bilgi olursa buradan, bu yazıya ek ile yazarız.
Sonradan not: Aslında Sabri, orta kesme konusunda aynı. Ama en azından eskisi kadar hakeme çemkirmiyor. Rakiple çatışmıyor.
Etiketler:
Felix Mourinho,
Frank Rijkaard,
Johan Neeskens
Beşiktaş - Porto Maç Öncesi | "Sıkıntı Var"
Gündem başka şeylere kaymış olsa da yarın akşam Beşiktaş'ın iç sahada önemli maçı oynanacak. Kadroda ciddi anlamda "sıkıntı var". Beşiktaş'ın içinden çıkamadığı sakatlık furyası fena vuracak bu maçı da. Öyle ki en ihtiyaç duyulan bölge orta saha çökmüş durumda.
Orta sahada oynayabilecek oyuncular Ernst-Necip-Tabata. Guti ve Aurelio sakat. Onur Bayramoğlu ve Fink UEFA'ya verilen listede yok (ancak birisi eklenebiliyor galiba tam emin değilim) Kaldı ki en kötü şartta bu yokluk içerisinde ikisi de 18'e girmeliydi. Dayı'nın işi çok zor.
Biz kimse dahil edilmeyecekmiş gibi bu üç oyuncu elde varmışcasına bakarsak kadroya durum fena. Aklıma Mustafa Denizli'nin bir maçlık Ekrem'i göbekte oynatması geldi aklıma. Çok zor. Ayrıca Hilbert de o mevkide denenebilir mi? Bilemiyorum. Toraman'ı önliber.. tamam vurmayın o da uymaz. İçinden çıkmak zor. Guti veya Aurelio'dan biri olsa sahada daha olumlu şeyler görebilecektik ancak bu seferlik sadece tribün şovlarını izleyeceğiz gibi. Hazırlıklar var o yönde zaten. Güzel şeyler olacak inşallah.
Kadro tahmini konusunda "elim gitmese de" şöyle bir 4-3-3 tahmin ediyorum. Aynı kadro 4-1-2-1-2'ye de dönebiliyor tabii:
Hakan/Hilbert-Toraman-Zapo-İsmail/Ernst-Necip-Tabata/Nihat-Holosko-Bobo
Rakipte orta saha ve forvet anlamında sağlam adamlar var. Hulk, Falcao, Belluschi, C. Rodriguez, Moutinho falan. Zamanında Quaresma'ya yapılanın benzerinden bir yakınlaşma olsa bari. Belli mi olur, 2-3 sene sonra bu taraflara gelirler belki. Favorim Hulk(çok severim), plase Moutinho da diyeyim hani. Gol falan atarlarsa başlasın totem.
Neyse, sonuçta sıkıntı büyük. Ancak önceki iki maçtan alınan güzel bir 6 puan var. Grupta puansız iki takım var, onların da beraber kalmasını bekleyeceğiz. Kendi maçımızda da gerçekçi yaklaşıp kabul edilebilir bir skor alalım yeter. Puan veya puanlar havaya uçurur bizi.
not: Fotoğraftaki adam Porto'nun hocası Andre Villas-Boas. Son Manager oyunlarının efsane adamlarından biri. Oradan gelen bir sempatimiz var. Bir de yenilirse daha bir sempati duyarız. Selamlar.
Etiketler:
Bay Kerahet,
Beşiktaş,
Porto,
Uefa Avrupa Ligi
Değişmeyen Tek Şey Nezih Ali'nin Kendisidir
Birinci soru: Kariyerinde 2 adet Türkiye Kupası maçına çıkmış olan hangi futbolcunun kariyerinde 3 adet Türkiye Kupası vardır?
İkinci soru: Bir takımda bütün teknik heyetin işine son verilirken, 2.5 senede 6 tane hocanın işine son verilirken, yıllardır bir Aykut'a topa çıkmayı öğretemeyen ve hâlâ değişmeyen kim olabilir?
Birinci İpucu: Aynı futbolcunun 10 kupası + 2 Tsyd kupası vardır. Toplam kalecilik kariyeri 42 maçtır. 17'si alt liglerdedir.
İkinci ipucu: Cevat Güler değil.
Asıl Soru: Buna, Bayern Münih'i, Lyon'u, Real Madrid'i, Barça'yı, Manchester United'ı örnek aldığını söyleyen hangi kulüpte görebilirsiniz...???
Etiketler:
Felix Mourinho,
Nezih Ali Boloğlu
Elveda Frank, Elveda Johan
Ölüm döşşeğindeki bir hastayı beklersiniz ya, ölmez diye kendinizi inandırmaya çalışırsınız, hastalığına sebep olan yerleri temizlesek, oraları tedavi etsek düzelir mi dersiniz, her an kendinizi öyle bir ölmeyeceğine inandırırsınız ki, içeriden çığlık çığlığa ağlayanları duyunca kendinize bile söyleyemediğiniz o şeyi görürsünüz... İşte o durumdayım.
Her an kendime; "Frank ve Johan gitmez", onu bu duruma saha içerisinde düşürenler ceza alır, en azından Galatasaray adına yakışmayanlar gider, Baba Gündüz'ün "Galatasaray bir his takımıdır" sözüne uymayanlar gider, 8.haftada hoca göndermek gibi saçma bir şeyi yapmazlar, diyordum. Onlar gitti.
Frank gitti. Johan gitti.
15 senedir bir tane stadyumda maç izlemeyenlerin futbol duayeni ilan edildiği bu ülkede, hangi sıfatı alsan, hangi konumla gelsen, "sıfır"sın. Sıfır ilan ediliyorsun. Sizin yaptığınız işler, önce Ten Cate'ye, sonra Cruyff'a, sonra sisteme yükleniyor. Baktılar olmuyor, "babalarına" kadar yüklüyorlar.
Neyse. Senin kuyruğuna şimdi teneke takan "şerefsizler" utansın diyeceğim de utanma duyguları olsa şeref yoksunu insanlar olmazlardı.
Elveda Frank. Elveda Johan.
Etiketler:
Felix Mourinho,
Frank Rijkaard,
Johan Neeskens
19 Ekim 2010 Salı
Resimler Arasındaki Fark
Sezona kötü başlamış Lyon. Kendi sahasında St.Etienne'ye 1-0 kaybediyor. O zamana kadar ligde tek galibiyetleri var. Attığı gol bir elin parmakları kadar bile değil. St.Etienne'ye ise 10 küsür senedir mağlup olmamış ne içeride ne dışarıda. Taraftar Puel'in kellesini istiyor. Jean-Michel Aulas, gidiyor taraftarın yanına. Puel'e destek vermelerini, medyanın gazına gelmemelerini istiyor. Puel'i takımda tutuyor. Puel ise buna karşılık vererek 2 lig maçında 2 galibiyet alıyor. Şampiyonlar Ligi'nde de İsrail deplasmanında kazanıyor.
Sezona kötü başlamış Bayern Münih. Kendi sahasında Mainz'e kaybetmiş. Werder Bremen'e, Köln'e gol atamamış sahasında. Üstüne kendisine posta koyan Demichelis'i de tek hamlede kesmiş ve bir daha oynatmamış bir Van Gaal. Dortmund deplasmanında da 2-0 kaybediyor. Belki de Münih'in manevi olarak en önemli maçıdır Dortmund maçları. Onu da kaybediyor. 7 maçta 8 puan toplayan Van Gaal'in sözleşmesi hemen uzatılıyor. Bitirilmiyor. Uzatılıyor.
Sezona kötü başlamış Galatasaray. Durumu malum. Başkanı konuşuyor: "Fransa'dan Lyon'u, Almanya'dan Bayern Münih'i örnek alıyoruz"
Başka sorum yok hakim bey...
Etiketler:
Felix Mourinho,
Galatasaray
18 Ekim 2010 Pazartesi
Ali Ece
Merseyside derbisinde son 11 maçta 10 kırmızı kart çıkmış. Jermaine Beckford da belki, 12 maçta 11.kırmızı kart olsun diye oyuna girmiştir. Kendisine bahis bile oynamış da olabilir Sergen Yalçın gibi...Yorumculuğunu Ali Ece'nin yaptığı maçları da Murat Kosova anlatsa keşke. Gülerek, zaman zaman kahkaha atarak maç izlemek de bir başka oluyor vallahi... Cümle de tam olarak böyle değildi ama buna çok yakındı...
Etiketler:
Ali Ece,
Felix Mourinho
Sallanan Köprü Meselesi
Bilmem kaçıncı Avrasya Maratonu yapıldı. Ne amaçla yapılır bilmiyorum. Yıllarca İnşaat Mühendisliği bölümünde okumuş birisi olarak, bizim sahip olduğumuz asma köprünün temeli aslında en basit ifade ile bir "salıncak" ile ifade edilebilir. Evet basit bir salıncak. Salıncağı taşıyan şey nedir? Kenarlarındaki zincirler. Zincirleri de taşıyan nedir? Yukarıya sabitlendiği demir destek. Destek kolay kolay kırılmaz, kopmaz. Ama zincirler kopar. Nedeni ise aşınma ve güçsüzleşmesi.
Köprünün kenarlarındaki kalın halatları biliyorsunuz. Onlar üstlerindeki kalın kabloya bağlıdırlar ve ters bir V şeklindedir salıncak gibi. Yol da bu halatların üzerine getirilir. Normal yol gibi "asfalt dökelim" değildir yapılışı. Yol blokları kaydırılarak bu halatlara oturtulur. Basit bir salıncak mantığı anlayacağınız. Zincire oturmuş tahta gibi. Tabii bunu komplike hale getiren mühendislik hesapları, detayları, uğraşları var. Statik hesabı, deprem hesabı, rüzgar vs. vs. ve en önemlisi "rezonans" olayı var. Çünkü, köprünün kendisinin sahip olduğu bir titreşim periyodu vardır. Köprü, kendi dengesini sağlamak adına bazı derecelerde salınım yapar. Bu rezonans ile eşit rezonansta bir kuvvet geldiğinde ise köprü olduğundan daha çok zorlanmaya, sallanmaya başlar. Köprü kendi içerisinde bir denge içerisinde sallanırken aynı şekilde bir kuvvet alırsa salınımı daha çok artar. Bu kuvveti de yaratabilecek olan şey, birden çok fazla kuvvetin buraya etkimesidir.
Salıncak dedik ya, şöyle söyleyeyim, sallanmakta olan bir salıncağı en tepesinden iterseniz, onun hızını daha çok arttırırsınız ama tepeden önce normal bir seviyede iken iterseniz, salıncağı yavaşlatırsınız. Bu kuvvetin büyüklüğünün, tepede iken yaptığınız kuvvet ile bir ilişkisinin olmasına gerek yoktur. Bu, bir rezonans yani titreşim meselesidir. Salıncak en tepeye 3 saniyede ulaşıyorsa ve siz de 3 saniyede bir etki edip, kuvvet etkitiyorsanız, bu salınım artacaktır. Salıncak daha da hızlanacaktır.
İçerisinde bulunduğumuz binalarda da bir titreşim vardır. Bir frekans vardır. Hesaplamalar yapılırken, deprem hesabı yapılırken bu frekans değeri göz önüne alınarak hesap yapılır. Ama deprem kuvveti, binanın frekansı ile aynı frekansta olursa, deprem etkisi 2, 3, 5, 10 kat olur. Aynı, köprünün sallanması gibi.
Boğaz Köprüleri, yıllardır bu koşular ile tehlike atlatmaktadır. F.S.M köprüsünün açılmasından sonra yayalar köprüde yürümüşler, koşturmuşlar, lakin sallanmak sebebiyle büyük korku yaşamışlardır. Yani 200 tane arabanın yapamadığı etkiyi, 2000 kişi çok fazlası ile yapmaktadır. Hasbelkader, hepsi birden uygun adım yürüseler, köprüyü de yıkabilirler. Çünkü, sahip olunan sallanma kuvvetini 2'ye 3'e 5'e katlamaktır bu.
Rezonans, titreşim, frekans yani ne derseniz diyin, en önemli etkidir. Tacoma Köprüsü, bu göz önüne alınamadığından yıkılmıştır. Hem de rüzgar yıkmıştır. Esen rüzgar ve köprü frekansı çakışmış, köprü beşik gibi sallanıp, yıkılmıştır. Yani, yapı rezonansa girmiştir. Boğaziçi Köprüsü de bu tehlikeyi atlatmıştır. Eğer, sallanma dikkate alınmamış olsaydı, insanlar kendilerini sakınıp, yavaşlamasaydılar, çok kötü bir facia olabilirdi. Ucuz atlattık...
Etiketler:
Avrasya Maratonu,
Felix Mourinho
17 Ekim 2010 Pazar
Yılmaz Vural
Ya ben 57 yaşında adamım. O kadar takım çalıştırdım. Yıllardır bu işi yapıyorum. Hayatımda ilk kez soyunma odasında ağladım, bu maçtan sonra...
Etiketler:
Felix Mourinho,
Yılmaz Vural
Bizimkisi de Can
Hafta başı hastalandım. Grip oldum. Günlerce yattım.
Hafta içi 5 senelik sevgilimle ... yok o kelimeyi kullanmak istemiyorum.
Hafta içi hasta hasta Busker'i arayacakken yatakta yanlışlıkla O'nu aramışım, farketmedim bile.
Cumartesi iyileştim.
Cumartesi hastalık sonrası kırıklığımı atmak hem de ter atıp rahatlamak için halı sahaya gittim. Sol gözüme yarım metreden top geldi. Gözüm her kırpışımda ağrıyor.
Pazar oldu. Busker ile Kasımpaşa maçına gidecektik. Ona da gidemedik. O 7 golü canlı izleyemedim.
Akşam oldu, Arda'ya destek ve ismi lazım değil bir takım haysiyet yoksunlarına cevap veririz, dedim, bu haftayı güzel bir akşam ile bitirebilirim, dedim, uyurken "en azından kazandık" derim, dedim. Yenildik.
O Baros'un her çırpınışında, yırtınışında koşuşunda evde koşturacaktım neredeyse. Çıldırıyordum evde çünkü sahada sadece O vardı.
Bir ara "Frank Rijkaard istifa"yı duydum. Dedim ateşim tekrar 38 olsun ama duymayayım.
Ardından "İmparator Fatih Terim"i duydum. Dedim gözüme yine top gelsin ama duymayayım.
Servet'in o müdahale etmeyişlerine, Balta'nın sigara içe içe bitişine karşı görmeyeyim, duymayayım istedim.
Olmadı. 4 tane yedik. Rakipten bir an bile üstün olamayarak.
Sahada Baros vardı. O'nu izleyen biz. O çıkarken gözlerim doldu evde. Durum 2-3. Yeniliyoruz. Bir oyuncu sakatlanıp çıkıyor. Taraftar alkışlıyor. Ben evde sanki duyacakmış gibi alkışlıyorum. O çıkmasına isyan ediyor yürürken. "Bir depar daha atsam belki bir tane daha atabilirdim" diyor içinden hala. Durum 2-3. 10 kişiyiz. Yeniliyoruz. Taraftar çıkanı alkışlıyor!
Maç bitiyor. 2-4. Saat 23.15. Galatasaray karışık. Ben karışık. Taraftar karışık. Bizimkisi de can. Benimkisi de can. O'nun ki de can. Öbürünün ki de can.
Yarın Rijkaard gidecek. Başkası gelecek. Takımın içinden birisi gelecek. Fenerbahçe bizi yenecek. Yeni hoca; "her şey güzel olacak" diyecek. Yönetim kendisini kurtaracak. Takım, Servet ve O'nun gibi hocayı yollamak isteyenlerin çiftliği olacak. İstenmeyen yabancılar dışlanacak. Yeni stada geçilecek. Türkiye Kupası alınacak. İçerdeki Fenerbahçe maçı sezonun kader maçı yapılacak. Kendi dünyamızda kral ilan edileceğiz. Ta ki, başka bir gün gerçeğe bakana kadar.
Tek gerçek Milan Baros'tur. Hatta Galatasaray Milan Baros'tur. Türkiye felan değil. İmkanım olacak, gideceğim yanına, sarılarak ağlayacağım saatlerce...
Etiketler:
Felix Mourinho,
Milan Baros
Oluruz Oluruz
Özlemiştim...
Birlikte dışarıda bulunduğum dördü Galatasaray, biri Fenerbahçeli arkadaş grubumu ''Hadi lan maç başlıyor, bize gidelim.'' diyerek sürükledim kendimle. Maça on kala evdeydik şükürler olsun, maça beş kala da formam üzerimdeydi.
Çocukluğumda santraya on dakika kala radyoyla verdiğim savaş geldi aklıma. Maçı veren bir kanalı bulabilme heyecanıyla frekanslar arasında gezinirken, tribün efekti ve o bilindik aksanı birarada duyduğum vakit radyo da ben de rahatlıyor olurduk. Nostaljiyi, daha az imkanla daha bol huzuru hatırladım, gülümsedim. Sonra yine radyo başında hayal ettim kendimi. Spiker ''Fi-Yapı İnönü Stadı'ndan mutlu akşamlar.'' diyecekti. Uyandım, içim acıyordu çünkü.
Milli maç arası Beşiktaş'a acıktırmıştı, ancak bu maçın rahat geçileceğini düşünenlerden değildim ben de. Beklediğim gibi de oldu maalesef. ''Ben demiştim'' tavırlarında değilim, yanlış anlaşılmasın. İnönü'de Manisaspor ile oynarken mağlubiyeti aklından geçiren adamın aklından şüphe edilir, en azından maç bitene dek.
Kadro her ne kadar beklediğim gibi ise de, içimde 4-3-3'ü bozmayıp ileri ucu Yusuf-Bobo-Nihat yapacağımıza dair bir umut vardı, olmadı. Peki çıkan kadro kötü müydü? Asla. Fakat Beşiktaş'ın mecburiyetten 4-4-2 veya modifiye edilmiş hallerine döndüğü maçlarda öne atılan Beşiktaş bugün çift forvetle sahada yaklaşımı da en az Şeref Bey Stadı'nın önüne gelen Fi-Yapı kadar eğreti bence. Zira bu hataya düşen spor yorumcularının, 4-3-3'ün total futbol akımı olarak 4-4-2'den çok daha ofansif bir sistem olduğunu bilmeleri lazım. Biz taraftarız, yorumcu olan onlar nitekim.
Aklımda hep Fenerbahçe derbisinde attığı golle kalacak olan Fink'i 11'de görmek, eski bir dostu birden karşımda görmüş kadar şaşkınlıkla karışık sevinç yarattı bende. En azından orta saha direnci bakımından birşey kaybetmeyecekti takım. Direnç tamamdı, peki ya yaratıcılık? (Ki direncin de tam olmadığı ilerleyen bölümde ortaya çıktı.
Elinizde Tabata gibi ''kazı-kazan'', Vedat Baba'nın tabiriyle et mi balık mı belli olmayan bir oyuncu varsa takımın organizasyonunu, o günkü performasını önceden kestirebilmek mümkün değil. Guti, Sergen, Alex gibi oyuncular sahada olduğunda duyulan güven ve özellikle de o futbolcunun belli bir standardı her maçta, hatta sahada olduğu her dakikada yakalayabileceği izlenimi Tabata için oluşmuyor ne yazık ki. Bugün kötüydü ve takım organize olamadı. Yarın çok iyi olur, o zaman takım da coşar. Tabata'nın Beşiktaş kalibresinin altında olduğunu ben an itibarı ile söylerken sizlerden ricam, Tabata'nın iyi oynadığı bir maç sonrası ''Hadi şimdi de konuşun'' tarzı yorumlarla karşılaşmamak...
Aynı istikrarsızlığı Hakan için de sorun olarak göstermek fevkalade mümkün. Bir kalecinin akılda kalan iki maçı arasında dağlar kadar fark varsa, göstereceği performans günlük ivmeye bağlıysa Beşiktaş gibi bir takım için pek tekin bir alternatif değildir kanımca. Tabi ki tüm bunlar kapasitesinin en üst sınırlarını zorlayan insanları yuhlama hakkını bize vermez.
Avrupalıların ''fundamental'' dedikleri bu "temel bilgi kavramı" eksikliği, konu Necip ise eğer, gencecik yaşta kocaman bir artıya dönüşebiliyor. Her ne kadar yenilen ilk golün başlangıcında attığı savruk pasla tabelada 0-1 yazmasının baş aktörü olsa da, özellikle Guti ve Quaresma'nın yokluğunda izlenesi işler yapan belki de tek adamdı diyebiliriz. Tabi bu izlenesiliğin altında Necip'in Beşiktaş ocağında yetişmiş olması da yatıyor kuşkusuz. Futbolu saha içinde yaşayarak hisseden herkesin, televizyon başında izleyen gözlerden daha farklı yorumlayabileceğine inanan ben, sahadaki futbolcular arası bir kıyaslama yaptığımda oyun bilgisiyle Necip'i bu listenin başına yazarım. Kendisinin iki katı ebatında gözüken Makakula'dan fiziksel mücadele ile çaldığı top Necip'in futbol zekası ve pozisyon bilgisinin bir göstergesi olmalı.
Beşiktaş'ın puan kayıplarının en başta gelen sebebi bana göre hala deneme ve birşeyleri oturtma sürecinde bir takım olması. Bugün Fink'li ortasahanın Schuster'in Fink'e soğuk bakmakla haklı çıktığını gösterdiği bir gündü, keza gol bölgesinde özellikle son vuruşlardaki sıkıntılar, Schuster'in işaret ettiği golcü tipini hatırlattı bana. Eğer yol uzunsa, menzil uzağa konulmuşsa uçanı kaçanı vuracak bir keskin nişancı bu takımın birinci dereceden çok bilinenli denklemine çözüm olacaktır derim. Tüm bunların ışığında takımın geleceği ve sahada ortaya koyduklarından, İnönü'de 3 yediğimiz bir akşamda umutlu olmak, hafif delilik gözükse de sevindirici benim açımdan.
Buna mukabil, takımın aşması gereken sıkıntılar da azımsanmayacak kadar fazla aslında. Hatırlayanlar olacaktır, Büyükşehir Belediye maçında ortaya çıkan handikabın o maçta kaybedilen üç puandan çok, Beşiktaş'ın karşısına bundan sonra çıkacak Anadolu takımları için bir şifre, bir formül teşkil ettiğini söylemiştik. Ne yazık ki yanılmadığımızı gördük bu gece. Ancak inancım sezon sonunda da yanılmayacağımız yönünde. Bunun için zamana ve hocanın ligimizi ve koşulları öğrenmesi için sabra ihtiyaç var.
Bu sabrın, bilindik Beşiktaş taraftarının ufaktan geri dönüş sinyalleri verdiğini görmek mağlubiyetin üzüntüsünden daha büyük bir sevince doğru yöneltti beni. Hakan'a gelen ıslıkların kapalı tarafından bastırılması, gol yediğimizde dahi kimsenin istifini bozmadan bağırması, taraftarın özlediği şeyin mücadele olduğunu hatırlaması, maç sonu takımla kucaklaşması bizim için gelenektir. 3-1 geride söylenen Gündoğdu -belki taktın be hocam diyeceksiniz ama- benim için efsanedir. Tek serzenişim, "Aldırma Kartal" biraz erken bir ümit kesme izlenimi uyandırdı sanki. 3-2'yi yakaladığımızda gelen "Kartal Gol Gol Gol" ise bir çeşit "Eyvah yanlış yapmışız" reaksiyonuydu.
Gecenin benim açımdan en önemli olayı, Manisa on kişi kaldığı an durum 3-1 ve dk. 81 iken, 5 arkadaşımdan dördünün -ki hiçbiri Beşiktaşlı değil, tekrar belirteyim- "Beşiktaş bu maçı alır" demeleriydi. Ben uzun zamandır, son on dakikasına berabere girdiğimiz maçta bile "Beşiktaş bu maçı alır." dedirten bir Beşiktaş görmemiştim, özlemi layıkıyla gidermeme yeten de buydu. Maçı almamız yine sürpriz olmazdı, ortaya son vuruş beceriksizliği girmese eğer. Son 5 dakikada 5 gollük pozisyon yakalayan bir takım, mücadelesi ve akıttığı terle övgüyü olmasa bile takdiri hakeder.
* Endişe: Yukarı ile makasın giderek açılması, tek cümleyle.
* Şok: 6 maçta 18 puan beklenen periyodun henüz ilk haftasında tökezlemek.
Bunların dışında Beşiktaş yine bildiğimiz gibi. Futbolu, mücadelesi, seyir zevki ve güvenilirliği ile bu ligi sürklase edecek kaliteye rahatlıkla sahip Beşiktaş. Sadece kısa vadede kredimiz kalmadı, bu da kimbilir, belki takımı olumlu etkileyecektir.
Son olarak isteğimiz, Schuster'in artık kırıntı diyebileceğimiz son inat zerreciklerini de bir kenara atıp İnönü'ye puan almak için çıkan (tabi ki böyle çıkacaklar, biliyorum) Anadolu takımlarına da, kendisini esnerken çeken muhabirlere yaptığını yapması olacaktır, Beşiktaş'a oynattığı futbolla.
Endoplazmik retikulumlarımıza kadar işlemişsin Beşiktaş. Bir daha bu kadar uzun etme arayı, olur mu? Bu kadar özleme rağmen şayet Lig Tv doğru rakam vermiş ya da ben yanlış anlamamışsam 15 bin civarı taraftar az değil mi diyeceksiniz... Kimbilir, belki de taraftar dokundurmuştur inceden. ''Biz Şeref Bey beklerken siz Fi-Yapı dediniz. Biraz da siz bekleyin, çok da fi-fi."
Sabahı sabah ettik, Ayhan abinin dediği üzere Beşiktaş'ın yenildiği gece hastalanmış çocuk gibi başında bekleyerek. Ama artık bir an önce vites yükseltsek iyi olacak. Sami Yen görünene kadar tam gaz ileri, orada da bi Yıldız-Taksim hattı çekeriz artık.
Herşeyi geçtim de, mabette 3 yediğimiz gecenin sabahında, şampiyon olacağımızı bilerek kafayı yastığa koymak gibisi yok.
Sanırım hepimizin biraz Büyük Mustafa olmaya ihtiyacı var bu aralar.
-Hocam Beşiktaş'ın şampiyonluk şansı nedir?
-Oluruz (eşliğinde en sıcak gülümseme)
Eyvallah...
Birlikte dışarıda bulunduğum dördü Galatasaray, biri Fenerbahçeli arkadaş grubumu ''Hadi lan maç başlıyor, bize gidelim.'' diyerek sürükledim kendimle. Maça on kala evdeydik şükürler olsun, maça beş kala da formam üzerimdeydi.
Çocukluğumda santraya on dakika kala radyoyla verdiğim savaş geldi aklıma. Maçı veren bir kanalı bulabilme heyecanıyla frekanslar arasında gezinirken, tribün efekti ve o bilindik aksanı birarada duyduğum vakit radyo da ben de rahatlıyor olurduk. Nostaljiyi, daha az imkanla daha bol huzuru hatırladım, gülümsedim. Sonra yine radyo başında hayal ettim kendimi. Spiker ''Fi-Yapı İnönü Stadı'ndan mutlu akşamlar.'' diyecekti. Uyandım, içim acıyordu çünkü.
Milli maç arası Beşiktaş'a acıktırmıştı, ancak bu maçın rahat geçileceğini düşünenlerden değildim ben de. Beklediğim gibi de oldu maalesef. ''Ben demiştim'' tavırlarında değilim, yanlış anlaşılmasın. İnönü'de Manisaspor ile oynarken mağlubiyeti aklından geçiren adamın aklından şüphe edilir, en azından maç bitene dek.
Kadro her ne kadar beklediğim gibi ise de, içimde 4-3-3'ü bozmayıp ileri ucu Yusuf-Bobo-Nihat yapacağımıza dair bir umut vardı, olmadı. Peki çıkan kadro kötü müydü? Asla. Fakat Beşiktaş'ın mecburiyetten 4-4-2 veya modifiye edilmiş hallerine döndüğü maçlarda öne atılan Beşiktaş bugün çift forvetle sahada yaklaşımı da en az Şeref Bey Stadı'nın önüne gelen Fi-Yapı kadar eğreti bence. Zira bu hataya düşen spor yorumcularının, 4-3-3'ün total futbol akımı olarak 4-4-2'den çok daha ofansif bir sistem olduğunu bilmeleri lazım. Biz taraftarız, yorumcu olan onlar nitekim.
Aklımda hep Fenerbahçe derbisinde attığı golle kalacak olan Fink'i 11'de görmek, eski bir dostu birden karşımda görmüş kadar şaşkınlıkla karışık sevinç yarattı bende. En azından orta saha direnci bakımından birşey kaybetmeyecekti takım. Direnç tamamdı, peki ya yaratıcılık? (Ki direncin de tam olmadığı ilerleyen bölümde ortaya çıktı.
Elinizde Tabata gibi ''kazı-kazan'', Vedat Baba'nın tabiriyle et mi balık mı belli olmayan bir oyuncu varsa takımın organizasyonunu, o günkü performasını önceden kestirebilmek mümkün değil. Guti, Sergen, Alex gibi oyuncular sahada olduğunda duyulan güven ve özellikle de o futbolcunun belli bir standardı her maçta, hatta sahada olduğu her dakikada yakalayabileceği izlenimi Tabata için oluşmuyor ne yazık ki. Bugün kötüydü ve takım organize olamadı. Yarın çok iyi olur, o zaman takım da coşar. Tabata'nın Beşiktaş kalibresinin altında olduğunu ben an itibarı ile söylerken sizlerden ricam, Tabata'nın iyi oynadığı bir maç sonrası ''Hadi şimdi de konuşun'' tarzı yorumlarla karşılaşmamak...
Aynı istikrarsızlığı Hakan için de sorun olarak göstermek fevkalade mümkün. Bir kalecinin akılda kalan iki maçı arasında dağlar kadar fark varsa, göstereceği performans günlük ivmeye bağlıysa Beşiktaş gibi bir takım için pek tekin bir alternatif değildir kanımca. Tabi ki tüm bunlar kapasitesinin en üst sınırlarını zorlayan insanları yuhlama hakkını bize vermez.
Avrupalıların ''fundamental'' dedikleri bu "temel bilgi kavramı" eksikliği, konu Necip ise eğer, gencecik yaşta kocaman bir artıya dönüşebiliyor. Her ne kadar yenilen ilk golün başlangıcında attığı savruk pasla tabelada 0-1 yazmasının baş aktörü olsa da, özellikle Guti ve Quaresma'nın yokluğunda izlenesi işler yapan belki de tek adamdı diyebiliriz. Tabi bu izlenesiliğin altında Necip'in Beşiktaş ocağında yetişmiş olması da yatıyor kuşkusuz. Futbolu saha içinde yaşayarak hisseden herkesin, televizyon başında izleyen gözlerden daha farklı yorumlayabileceğine inanan ben, sahadaki futbolcular arası bir kıyaslama yaptığımda oyun bilgisiyle Necip'i bu listenin başına yazarım. Kendisinin iki katı ebatında gözüken Makakula'dan fiziksel mücadele ile çaldığı top Necip'in futbol zekası ve pozisyon bilgisinin bir göstergesi olmalı.
Beşiktaş'ın puan kayıplarının en başta gelen sebebi bana göre hala deneme ve birşeyleri oturtma sürecinde bir takım olması. Bugün Fink'li ortasahanın Schuster'in Fink'e soğuk bakmakla haklı çıktığını gösterdiği bir gündü, keza gol bölgesinde özellikle son vuruşlardaki sıkıntılar, Schuster'in işaret ettiği golcü tipini hatırlattı bana. Eğer yol uzunsa, menzil uzağa konulmuşsa uçanı kaçanı vuracak bir keskin nişancı bu takımın birinci dereceden çok bilinenli denklemine çözüm olacaktır derim. Tüm bunların ışığında takımın geleceği ve sahada ortaya koyduklarından, İnönü'de 3 yediğimiz bir akşamda umutlu olmak, hafif delilik gözükse de sevindirici benim açımdan.
Buna mukabil, takımın aşması gereken sıkıntılar da azımsanmayacak kadar fazla aslında. Hatırlayanlar olacaktır, Büyükşehir Belediye maçında ortaya çıkan handikabın o maçta kaybedilen üç puandan çok, Beşiktaş'ın karşısına bundan sonra çıkacak Anadolu takımları için bir şifre, bir formül teşkil ettiğini söylemiştik. Ne yazık ki yanılmadığımızı gördük bu gece. Ancak inancım sezon sonunda da yanılmayacağımız yönünde. Bunun için zamana ve hocanın ligimizi ve koşulları öğrenmesi için sabra ihtiyaç var.
Bu sabrın, bilindik Beşiktaş taraftarının ufaktan geri dönüş sinyalleri verdiğini görmek mağlubiyetin üzüntüsünden daha büyük bir sevince doğru yöneltti beni. Hakan'a gelen ıslıkların kapalı tarafından bastırılması, gol yediğimizde dahi kimsenin istifini bozmadan bağırması, taraftarın özlediği şeyin mücadele olduğunu hatırlaması, maç sonu takımla kucaklaşması bizim için gelenektir. 3-1 geride söylenen Gündoğdu -belki taktın be hocam diyeceksiniz ama- benim için efsanedir. Tek serzenişim, "Aldırma Kartal" biraz erken bir ümit kesme izlenimi uyandırdı sanki. 3-2'yi yakaladığımızda gelen "Kartal Gol Gol Gol" ise bir çeşit "Eyvah yanlış yapmışız" reaksiyonuydu.
Gecenin benim açımdan en önemli olayı, Manisa on kişi kaldığı an durum 3-1 ve dk. 81 iken, 5 arkadaşımdan dördünün -ki hiçbiri Beşiktaşlı değil, tekrar belirteyim- "Beşiktaş bu maçı alır" demeleriydi. Ben uzun zamandır, son on dakikasına berabere girdiğimiz maçta bile "Beşiktaş bu maçı alır." dedirten bir Beşiktaş görmemiştim, özlemi layıkıyla gidermeme yeten de buydu. Maçı almamız yine sürpriz olmazdı, ortaya son vuruş beceriksizliği girmese eğer. Son 5 dakikada 5 gollük pozisyon yakalayan bir takım, mücadelesi ve akıttığı terle övgüyü olmasa bile takdiri hakeder.
* Endişe: Yukarı ile makasın giderek açılması, tek cümleyle.
* Şok: 6 maçta 18 puan beklenen periyodun henüz ilk haftasında tökezlemek.
Bunların dışında Beşiktaş yine bildiğimiz gibi. Futbolu, mücadelesi, seyir zevki ve güvenilirliği ile bu ligi sürklase edecek kaliteye rahatlıkla sahip Beşiktaş. Sadece kısa vadede kredimiz kalmadı, bu da kimbilir, belki takımı olumlu etkileyecektir.
Son olarak isteğimiz, Schuster'in artık kırıntı diyebileceğimiz son inat zerreciklerini de bir kenara atıp İnönü'ye puan almak için çıkan (tabi ki böyle çıkacaklar, biliyorum) Anadolu takımlarına da, kendisini esnerken çeken muhabirlere yaptığını yapması olacaktır, Beşiktaş'a oynattığı futbolla.
Endoplazmik retikulumlarımıza kadar işlemişsin Beşiktaş. Bir daha bu kadar uzun etme arayı, olur mu? Bu kadar özleme rağmen şayet Lig Tv doğru rakam vermiş ya da ben yanlış anlamamışsam 15 bin civarı taraftar az değil mi diyeceksiniz... Kimbilir, belki de taraftar dokundurmuştur inceden. ''Biz Şeref Bey beklerken siz Fi-Yapı dediniz. Biraz da siz bekleyin, çok da fi-fi."
Sabahı sabah ettik, Ayhan abinin dediği üzere Beşiktaş'ın yenildiği gece hastalanmış çocuk gibi başında bekleyerek. Ama artık bir an önce vites yükseltsek iyi olacak. Sami Yen görünene kadar tam gaz ileri, orada da bi Yıldız-Taksim hattı çekeriz artık.
Herşeyi geçtim de, mabette 3 yediğimiz gecenin sabahında, şampiyon olacağımızı bilerek kafayı yastığa koymak gibisi yok.
Sanırım hepimizin biraz Büyük Mustafa olmaya ihtiyacı var bu aralar.
-Hocam Beşiktaş'ın şampiyonluk şansı nedir?
-Oluruz (eşliğinde en sıcak gülümseme)
Eyvallah...
Beşiktaş'ın İşçisi
Pankartta yazan: "Fabian, der Arbeiter von BJK" - "BJK'nin işçisi Fabian"
Düzgün çeviri için twitter'dan yardım edenlere de selam olsun.
Maç yazısı falan da yalan oldu bu arada. Ne diyeyim. Olacak böyle şeyler. Kaybedilen 3 puan olsun, o puanı kaybederken yediğimiz gollerden biri de Necip'in pas hatasından doğmuş olsun. Canın sağ olsun evlat. Biz senin Makakula hayvanına vücut koyarak topu çalmanı sevdik. Onur Bayramoğlu da arada umut verdi. "Biz A2'den biliyorduk, bekliyorduk, haklı çıkartacak" diyenler birleşsek, acayip sinerji yaratırız. Gelsin bakalım. Defansif hatalar falan bahsetmeye gerek yok, bi' gün oluyor bir gün olmuyor işte.
Dayı'ya (haddimiz değil belki) verdiğim krediyi arttırdım ben. Hakediyor hoca bunu. "Hakan'a küfreden siktirsi gitsin"i başlatan güzel insanlara da selam olsun. Çok pis duygulandım, gaza geldim, gözlerim doldu. En son Mustafa Hoca ile böyle duygulu anlar yaşamıştık stadda. Skordan ötesi bunlar işte. Holosko falan diyip de moral bozmayalım.
Etiketler:
Bay Kerahet,
Beşiktaş,
Fabian Ernst,
Tribun Kulturu
Hikmet Karaman
Ömer Güvenç: Hocam klasik olacak ama Beşiktaş mı kaybetti yoksa siz mi kazandınız ? Aman siz de klasik cevap vermeyin.
Hikmet Karaman: Ben maçtan önce çocuklara "bu maçta fark atacağız" dedim.
Ö.G: Pardon hocam ne dediniz ?
H.K: Bu maçta fark atacağız çocuklar, dedim. Çünkü, Beşiktaş'ın maçlarını yorumlamıştım. İzlemiştim. Topu kapınca 1-2 düzgün pas yaparsak ve savunmanın arasına top atarsak pozisyonlara gireriz dedim. Nitekim golleri de böyle bulduk. Belediye böyle kazandı. Ankaragücü kaybetmesine rağmen böyle pozisyonlara girdi. Ama oynanan oyundan da memnun değilim. 10 kişi rakip. 3-1 öndesiniz. 11 kişisiniz. Maçı zor bitiriyoruz. Kazandık ama memnun olmadığım yerler var.
Etiketler:
Felix Mourinho,
Hikmet Karaman