11 Aralık 2010 Cumartesi

Sonu Hep Acı Hüsran


Artemio Franchi Blog'dan, efsanenin son maçına bilet kazanıp, gittim. O stada gitmemin yegâne sebebi, Ali Sami Yen'de olmak'tı. Yoksa bu soğukta deli meli dürtmedi beni. Ama, hani bir ilişkide hep aynı şey olur ya; "bir insanı kaybetmek istiyorsanız, onu çok sevin" temelinde ilerler her şey, işte o durum bizimkisi. Bu soğukta futbolcuların kara kaşına kara gözünün hatrına gitmedik. Kimse de gitmemiştir zaten. Götümüz dondu. Ne için ? Ali Sami Yen'e veda edelim. O yüzden.

Maç ile ilgili 2-3 cümle yazacağım. Gerisi zaten eski yazılarda ne yazdıysam o.

Kalede Ufuk Ceylan yok. Boş. Aykut Erçetin'i bile arıyor takım. Antrenörü Nezihi. Galatasaray'a "kaleci" ünvanına sahip olup da gelen herkes kalede iyi iken, "bir şeyler olabilecek bir kaleci" ünvanı ile gelenler, mal mal gollerle yakıyor takımı. Nedeni bu antrenördür...

Barış Özbek, futbol zekâsı olmayan bir arkadaş. Ronaldo hareketi diye bir şey var bilirsiniz (ben öyle diyorum), gerçek Ronaldo'dan bahsediyorum tabii ki, bacakları topun etrafında çevirmek hareketi, işte bomboşken bu arkadaş bu hareketi yapıyor ve bu hareketi yapıcak diye beyefendi, pas atmakta gecikiyor ve rakip hamlesini yapıyor. Durum 2-0 iken "no look pass" atıyor. Ceza sahasına gelen ortaya topukla vurmaya gayret ediyor. Barış da bu !

Batdal, zaten santrafor değil.

Adnan Sezgin ve her şey bir ekibin işi diye ortalarda gezinen ve Galatasaray'ın helvasını yememize sebep olan ismi lazım değil kişilerin Galatasaray'ı düşürdüğü durum ise 6+2+2 kontenjanı için kadroda 3 yabancı.

Yenilmek mesele değil. Sevdiğimiz için hastalanmak pahasına bir şeyler yapıyoruz, sıkıntılar çekiyoruz, üşüyoruz, titriyoruz, üşümemek için çay satan adamların yanında duruyoruz ama böyle sevdiğimiz dönüp dolaşıp bizim ağzımıza ediyor. Sevgi bu mu bilemem. Belki de budur. Evet evet bu.

Son olarak; siz hiç bir stadın ağlamasını duydunuz mu ? O kırılan koltukların çıkarttığı sesler, o stadın ağlamasıydı. Duyana...

1- Galatasaray Kalesi
2- Bir Kere de Rakip Atsın İlk golü
3- Hagi ve Galatasaray

9 Aralık 2010 Perşembe

Adaletinize Sokayım



1- BEŞİKTAŞ A.Ş.'nin, 05.12.2010 tarihinde oynanan BEŞİKTAŞ A.Ş. - BURSASPOR Spor Toto Süper Lig futbol müsabakasında, taraftarlarının neden olduğu saha olayları nedeniyle takdiren 2 RESMİ MÜSABAKAYI TARAFSIZ SAHADA SEYİRCİSİZ OYNAMA CEZASI ile cezalandırılmasına,


2- BURSASPOR Kulübünün, 05.12.2010 tarihinde oynanan BEŞİKTAŞ A.Ş. - BURSASPOR Spor Toto Süper Lig futbol müsabakasında, taraftarlarının neden olduğu saha olayları nedeniyle takdiren 2 RESMİ MÜSABAKAYI KENDİ SAHASINDA SEYİRCİSİZ OYNAMA CEZASI ile cezalandırılmasına

"İbne Bursa" demek de 2 maç, ırkçılık bokunun dibine kadar batmak da 2 maç. Ne düşündüler merak ediyorum gerçekten. Hani gözlemci mi raporlamamış acaba? E o soktuğumun gözlemcisi maçtan önce saha dışında olanları nasıl raporladı acaba? "Ortada kavga var, iki taraf da sorumlu" mu dediler? Eee, sahaya atlayan Bursalının cezası mı buraya kesildi? Koltukları alıp sağa sola fırlatan deplasman seyircileri? Daha yolda üstünden çıkan emanetlerle Bursa seyircisi mi iyi niyetli yoksa? He bir de, Bursa seyircisi kötü tezahurat mı yapmamış? Nasıl olmuş da 2-2 eşitlenmiş durum. Üstüne bir de Beşiktaş'ın ceza maçları "tarafsız sahaya" alınmış.

Dönüyorum başa, tekrar aynı şeye geliyorum. "İbne Bursa" demek de 2 maç, "Ermeni..." muhabbeti de 2 maç he?

He bir de Türk Polisi, senin de yapacağın işe koyayım ben. Senin koruyamadığın bölgenin cezasını kim çekiyor? Aslında ortada bir gariplik var. Şimdi polis'in koruması altındaki bölgenin cezasını federasyon veriyor. Kavgaydı falan 2 maç ceza geliyor diyelim. Irkçı şerefsizlerin ceza almasını biz federasyondan bekliyoruz. Aslında oranın cezasını kim kesmeli? Ayrıca kavga çıkartanların hepsi olmasa da, bıçaklayanlar yakalanıyor ve ceza veriliyor. Sonra aynı şeylerden bir de federasyon ceza veriyor. Garip değil mi?

Her şey çok net gibi görünüyor, ama değil işte.

Olaylar geçtiğinden beri tek geyiğimiz "sporda şiddet bıkbıkbık yasası" olduğundan göremiyoruz böyle şeyleri işte. TV'lere bakıyorum olaylara sadece "yea taraftar ateşli abi cahil" işte düz mantığıyla bakılıyor. İşte bu yüzden olmuyor.

İşte o yüzden sizin sağlayacağınız adalete sokayım ben.


not: Her şeyi geçtim, şu iki ceza arasındaki farkın sebebini ciddi anlamda merak ediyorum.

Birlikte Öğle Yemeği Yemek







Galatasaray Futbol Takımı'nın bu sabah gerçekleştirdiği antrenman sonrasında; teknik heyet, A takım oyuncuları, A2 takımı oyuncuları ve teknik heyetiyle düzenlenen barbekü partisine katıldılar ve birlikte öğle yemeği yediler.
Benim bildiğim kadarı ile birlikte yemek yemek demek, herkesin bir masada oturduğu, herkesin herkes ile sohbet ettiği bir ortam demektir. Böyle 2'şer 3'er 4'er kişilik masalar ile restaurant düzeni olmaz bir takımda. Birleştirirsin masaları, oturursun hep beraber. Koyarsın A2 takımının futbolcularını da Cana'nın, Kewell'ın, Baros'un, Neill'in hatta Hagi ve Tugay'ın masasına onlarla sohbet etmelerini sağlarsın. Onlar da eşşek değilse Premier Lig günlerinden bir şeyler anlatır, kendilerinden bir şeyler aktarır o çocuklara. Kaynaştırırsın, iyice tanıştırırsın. "Beyler, hadi öğle yemeğinde mangal var, alın kafanıza göre yiyin" demek değildir, birlikte öğle yemeği yemek.

Yerlilerle yabancıların da 2-3 senedir beraber yemek yerken görüntülenememesi konusundan, kaptanların yabancılarla muhabbet etmek için dahi olsa masalarda olmamasından bahsetmiyorum .

Birlikte öğle yemeği dedik madem, sıra bekleyen, futbolcuları ile aynı masada yemek yiyen, yemek isteyen adama da selamlar olsun...

Nasıl 2 Sarı Kart ?



- Hocam, Victoria iki sarı kart gördü diyorlar.
+ Victoria ilk sa... Victoria bugün müthiş oynadı.

8 Aralık 2010 Çarşamba

Ali Sami Yen'in Unutulmaz Günleri #1|| 14.05.06


12 Mayıs 2006 günü Cuma gününe denk geliyordu takvimlerde. Lise son sınıftaydım ve ÖSS belası, yine bir sistem değişikliği ile bu kez ölüm grubu şeklinde yaklaşıyordu bize doğru. Haftasonu dershane vardı. Okuldan ayrılmak üzereydik. Bir sıra arkamda oturan Faruk adlı arkadaşım; "Pazartesi buraya geldiğimizde Şampiyon olarak geleceğiz" demişti bana, muhteşem bir inanç ile. Ben O'nun kadar inanamıyordum. 22 Nisan günü Mike Tyson'dan dayak yemiş gibiydik, üstüne Trabzonspor'dan beklenen "puan kaybı haberi" gelmeyince de son otobüsü kaçırmış ve evi çok uzaklarda bir kişi psikolojisine bürünmüştüm ben. "Zor ama belki" demiştim sadece. Pazar oldu. Sabah yine maça gidecek Faruk'tan bir mesaj geldi. Şampiyonlukla ilgili bir tezahürat yazmıştı. Ben ise dershaneye gitmeden önce okuyup, gülümsemiştim sadece.

Akşam 19.00 olmadan, son dersi ekerek kaçıp eve dönmüştüm. Maçı babam ve amcam, Fenerbahçe'li komşular ile beraber izleyecekti. Arabalar bile bayraklar ile donatılmış ve hazırlanmıştı. Ben tek başımaydım aralarında. Maç başladı 2 tarafta da. Aslında birisi başlayamadı. Mecburiyetten Galatasaray maçına geçtiler. Galatasaray da sezonun sistemi ile başladı. Hasan'a şişir, Hasan sağdan makineli gibi ortaları sallasın. Hakan vursun. Neyse, Fenerbahçe maçına dönüldü. Tekrar Galatasaray maçına. Hasan yine sağ kanatta birileri ile boğuşur, İlic defans ile kaleci arasında ofsayt olmadan topla buluşur ve Capone her zaman arka direkte boş kalırdı. Bu Ali Sami Yen'in değişmeyen yazısız kurallarından sadece bir kaçıydı. Gol, sadece benim için mutluluktu. Babam için ise sadece "rahat olun atarız şimdi" cümlesi için bir araç. Bir hafta önce şampiyonluk için sevinecekken Hasan Kabze mucizesini görmüştü ama sorun etmemişti. "Ne olacak 1 hafta daha bekleriz" demişti.

2.yarı oldu. Sabri 2 yaptı. Sabri 3 yaptı. Ama Denizli'den gol haberi yoktu. Ekranda 90'a yakın bir dakika var iken Yusuf aldı. Kontraatak futbolcusu olmadığından sağını solunu aradı. Solundan Mustafa Keçeli yardırdı. Önüne bıraktı. O topa vurduğunu ve topun Rüştü'yü geçtiğini gördüm en son. Bir de sinirden kanal değiştiren babamın açtığı Galatasaray maçında Hasan Şaş'ın koşturmasını.



Evden fırladığımı ve merdivenlerden inerken "gol ulan gool" diye haykırdığımı hatırlıyorum sadece. 2-3 dakika sonra kendime geldiğimde de amcamlara çıkamadım. Kendi evimize girdim. Trt Radyo'yu açtım. Evde hiç bir yerde ışık yoktu. Radyo'yu bile evde uydudan dinliyordum. Ekran simsiyahtı. Hiç ışık yoktu. Ben bomboş ekrana bakıyordum. Ama neler görüyordum, neler yaşıyordum. Levent Özçelik'in sesi vardı odada sadece. Bir de kalp atışlarımı duyuyordum. Ekrana bakıp, bir yandan Ali Sami Yen'in o zafer günlerindeki görüntüleri aklıma geliyor, diğer yandan da akın akın Fenerbahçe atakları oluyormuş gibi canlanıyordu hafızamda. Levent Özçelik'in "Denizli küme düşmekten kurtuldu" cümlesini duyduğumda maçın 1-0'dan dönmesini bekledim sadece. Gözümü bir kırpıyordum Sami Yen, bir kırpıyordum Denizli Atatürk Stadı'nda akın akın Fenerbahçe atakları. Hamidou'ya sesleniyordum, "yat, bekle, dikme, sarı kart ye, zaman geçir" diye. Deli gibi. Karanlık bir oda. İçinde bir tane çocuk, simsiyah ekrana bakıp, onunla konuşuyor. Al, yatır hastaneye.

Reklam girdi. Evet, radyoda böyle bir maça reklam girdi. Reksan reklam sundu yine. Değişemiyordum bile. Kilitlendim kaldım. Başka bir kanala geçersem gol olacaktı sanki. Yattığım yerden kımıldayamadım bile. Reklamdan dönüldü. Levent Özçelik "durum 1-1" dedi. O Neuchatel maçının sesi, "haydi oğlum" derken ağlayan ses 2-1 diyemezdi, benim zihnimde. O anlattıkça ben, kilitlendim. Bomboş ekranda izliyordum maçı. Diğer taraftan da Hasan Şaş gibi, Ümit Karan gibi, Gerets gibi bekliyordum sadece. Levent Özçelik, "Appiah şut ve top direkteennn..." dedi. Dünya durdu. Yan direkten girdi dedim. Üst direkten içeri düştü dedim. Bitti dedim. Levent Özçelik, asla öyle bir gol haberi veremezdi. Vermedi de. Aut dedi. Nefes aldım. Yine Hamidou'ya "dikme. yavaş. sarı kart gör. yere yat" diyordum sadece.

Siz, akrep ile yelkovanın hareketinin 16 dakika yapacak derecede hareket etmesi için geçen sürenin ne kadar uzun olabileceğini düşündünüz mü hiç ? Bir "Shine on you Crazy Diamond" dinlerken geçen süre, 4 tane alelade pop şarkısı veya herhangi bir iş yaparken geçen 16 dakika. O 16 dakika bittikten sonra, o 16 dakikada yaşananları tekrar izlemeye yüreğiniz el verdi mi ? Tekrar izlerken, o top kaleye girecek, şimdi gol olup durum değişecek diyerek bir maçı izlediniz mi ? Sonucunu bildiğiniz ama hala inanamadığınız bir şeyi bir kez daha izlediğinizde neler hissedersiniz ? Hasan Şaş ne hissetmiştir ? Sahada hüngür hüngür ağlayan Mondi ne hissetmiştir ? Ali Sami Yen'de eşinin bacağına sarılıp hüngür hüngür ağlayan adam, Yeni Açık'ta elinde radyo ile maçı dinleyen adam, Eski Açık'ta tek bir kelime olan "bitti"yi duymak isteyen bir adam, Sivas'a gidecek özel uçak parası olmayan takım için cebinden parayı çıkartıp, özel uçak kiralayıp Sivas'a götüren Fatih Gökşen, Galatasaray yüzünden saçları bembeyaz olan ve bu yüzden kahverengiye boyayan ve camı eliyle yontan Gerets, sen, o, öteki... Hissizlik vardı sadece. Bir tek "bitti" kelimesi ile amaçsızca sağa sola koşturmak istenecekti sadece.

Levent Özçelik, "2005-2006 sezonunun şampiyonu Galatasaray. Evet, Galatasaray mucizeyi gerçekleştiriyor" dedikten sonrasının mantıklı açıklaması yok benim için. Karanlıkta önüme ilk gelen nesneye tekme atıp, evde balkona çıktım. Sehpa mı kırdım, yastık mı tekmeledim bilmiyorum. Balkon dediğim, o mermer bölüm. Kollarım havada bağırıyordum. Düşsem, ölürdüm. Ama bu gün ölemezdim. Ölünür mü bugün. Gece uyunur mu ? Uyku tutar mı ? Kendime geldiğimde ağladığımı farkettim. Şampiyonluk görüntülerini izlerken ağlıyordum. Sevinç desen, evet. Sevinçten. Ama tam olarak ondan da değil. Öyle bir şeyden...



Hasan Şaş, "ilahi adalet, Allah büyük, Allah büyük" diye turluyordu sahayı. Diğer tarafta da Denizli'de birisi Appiah'a "Allah'ın dediği olur, kalk hadi" diyordu. O gün böyle bir ilâhi olaya atfedilmişti herkes tarafından. Ali Sami Yen'de herkes "ilâhi adalet" diyordu. Sokakta yürüyen adam "ilâhi adalet" diyordu. Misafirliğe gelen akrabalar bile aynı şeyi söylüyordu.

Ali Sami Yen, mucizenin kendisidir. Hayatın kendisidir. Sadece koltukları olan, locaları olan, 105x60 ebatlarında bir çim saha değildir. Kıraathanede masanın üstünde gol sevinci yaşayan adamın etrafıdır Ali Sami Yen. Bir evin salonudur. Westfalen Stadion'dur. Parken'dir. Trafiğin ortasında camı açıp gol diye bağırdığın yerdir Ali Sami Yen. İllâ ki, o stadyum demek değildir. Ali Sami Yen, her yerdedir. Bir coşkudur. Bir umuttur.

15.05.06 günü okul vardı ama kağıt üzerinde. Ne ders olmuştu, ne öğrenciler derse girebilmişti. Zaten raporlar, izinler girecekti işin içine ama bu maçtan sonra okul da olmadı. Herkeste atkı, bayrak, forma vardı. Okul da Ali Sami Yen'di. Her sınıftan bir tezahürat, bir bağırış, çığırış...

Sonrasında da sevdiğim kıza her gün "Sen Fenerbahçe'liydin değil mi" diyerek her gün aynı saatte mesaj atmaya başladım. O da her seferinde cevap verir, her gün böyle konuşurduk. Tabii eskinin modası, "çağrı atma" ile beraber. Oradan ilerledi, büyüdü, yürüdü işte. Dedim ya, "Ali Sami Yen mucizedir" diye. Bir beraberlik haberi, bir "beraberlik" getirmişti benim için.

Ali Sami Yen'in unutulmaz günü çok. Böyle, kendi açımdan, kendi hayatımdan anlatmaya gayret edeceğim o günleri. Söz, diğer sefere kısa keseceğim. Bu kadar uzun olmayacak...

Türk Futbolu Nedir ?


Şampiyonlar Ligi. Son 20 maç. 2 galibiyet. Birisi Manchester United'a. Diğeri çeyrek final ilk maçında Chelsea'ye. 20 maçlık serinin ilk maçı yarı finale çıkmak için, son maçı bir takımın son maçında ilk puanını alması için oynandı.

Avrupa Ligi. Bir önceki sene gruptan çıkmayı haftalar öncesinde garantilemiş 2 takım. Bir sonraki sene gruplara bile kalamadan elenmiş aynı iki takım. Bir önceki sene turun kapısına kadar gelmiş, 88.dakikada turları vermiş aynı iki takım.

2008. İsviçre-Avusturya'da yarı finalde eleniyoruz. 2010. Eleme gruplarında eleniyoruz. İspanya'ya 2 maçta da kafa tutup, Ali Sami Yen de 45 dakikada farkı kaçırıyoruz, İspanya'ya karşı galibiyeti kaçırıyoruz belki de ama Bosna'yı, Belçika'yı hatta ve hatta Estonya'yı içeride ve dışarıda yenemiyoruz.

2012 elemeleri. 2'de 2 ile başlıyoruz. Almanya'ya gidiyoruz, top oynamadan 3 yiyoruz. Azerbaycan'a gidiyoruz. Şaka gibi bir gol ile 2'de 0 yapıyoruz bu sefer de.

2006 elemeleri. Bir önceki maç tandem İbrahim Toraman - Servet. Sol bek Ümit Özat. Santrafor Fatih Tekke. Hoca Ersun Yanal. Bir sonraki maç tandem Alpay Özalan - Tolga Seyhan. Sol bek Ergün Penbe. Santrafor Hakan Şükür. Hoca Fatih Terim.

Başlıktaki sorunun cevabı mı ne ? Basit. İstikrarsızlık ve Kendimizi Çok Büyük Görmek.

İnsan mısın?




Ernst'in daha yarım sezon bitmeden oynadığı maçlar. Öehh.

6 Aralık 2010 Pazartesi

Kayserispor 2 - 2 Eskişehirspor || Haftanın Maçı


Takımların adları, daha önce oynadıkları oyunun kağıt üzerinde bize sunduğu şey, "bu maç 0-0 gider, bir şans topu veya bir duran top ile bu maç biter" gibi bir maç görüntüsü idi. Olmadı. Ne bekliyorsanız bu maçtan, tam tersi oldu. Futbol izlemek isteyenlere bir futbol maçı, taktik görmek isteyenlere, taktikler sundu bu maç.

Öyle bir başladı ki 90 dakika, 2 takım da Play Station'da sevdiği futbolcuları alıp, uzaktan şutlarla güzel bir gol bulmaya çalışan 2 kişi tarafından yönetiliyor gibiydi. Tsubasa'dan alışık olduğumuz gibi topu sürerek, eğimli arazinin ardından kaleyi görmeyi başaran vuruyordu sanki. Diego'nun şutu, Kayserispor'lu futbolculara çarpınca, bir hafta önce aynı şekilde gol yemiş olan Es-Es bu kez golü bulan taraf oluyordu. Sonrasında da klasik Bülent Başkan taktiği. Çekilip beklemek. Ama Şota ve Kayserispor çabuk cevap verdi. Onlar da kaleyi gördüğü yerden vurmakta çekinmedi. Dahası, iki takımında kadrosunda santrafor kimliği olan bir tek Jaycee'yi gösterebilirdik bu maç için.

2.yarı başladı. Es-Es geriye çekildi. Hızlı çıkmaya gayret etti. Ofsayttan bir gol ile de 2-1 yaptı skoru. Ama futbolun adaleti, iyi oynayan, rakibinden daha etkili oynayan Kayserispor'a döndü ve maç Ivesa'nın hatası ile 2-2 bitti. Maç boyunca rakibinin hücum alanında yaptığı işlerin "2" katını yapan Kayserispor, sadece gol konusunda rakibi ile eşit seviyede kaldı. Çektiği şut, kaleye isabetli şut, topla oynama, pas vs. ne varsa rakibini 2'ye katladı Kayserispor. Hücumda daha bilinçli, daha ayağa oynayan, daha kanatlara açılan, daha sağlam oynayan Kayserispor, kontralar ile etkili olmaya çalışan, bir çok pozisyonda da etkili olan, bir çok pozisyonda da topun arkasından tavuk kovalar gibi koşmaktan taca çıkan Serdar Özbayraktar önderliğinde bir Es-Es vardı.

Maçla ilgili 2-3 not da eklemek istiyorum. Kayserispor, Eren Güngör - Amisulashvili tandem, Önder Turacı sağ bek olarak başladı maça. Önce Eren çıktı. Önder tandeme kaydı. Daha sonra Önder de çıktı. Selim Teber stopere geldi. Selim'in oraya gelmesi, muhtemelen Şota'nın defanstan daha iyi top çıkartmak düşüncesi adına yapılmış bir hamleydi. Çünkü, Kayserispor adına giden top hemen duvardan dönüyordu. Ama Selim'in bu mevkii performansı maçı da verebilecek düzeyde idi. Diğer bir not ise Hamidou için. Maçın bitmesine 20 saniye kala yaptığı uzun top dışında, 92.dakikada bile santradan topu pasla başlattı Hamidou. Bu kesinlikle Şota'nın ısrarla istediği bir değişiklikti ve bu sebeple de Hamidou'nun oyun etkinliğine kement atılmış gibi göründü. Ama olumlu bir değişiklik olduğu kesin.

Es-Es adına da takımda o kadar yetenek düşmanı futbolcu var ki, Eskişehirspor da forma giymeleri bana şaşkınlık veriyor. Serdar Özbayraktar gibi dümdüz bir futbolcunun düzenli ilk 11 olmasını anlayamıyorum. Erkan Zengin'in de kezâ öyle. Koray Arslan'dan hiç bahsetmiyorum. Göstere göstere ofsayttaki adama top atan, ofsaytta iken topa hamle yapan bir futbolcu. Bir de Batuhan Karadeniz var. Bu maçta yoktu. Eskişehir'den İstanbul'a 90 dakikada araba ile gelebilecek ve bunu marifetmiş gibi anlatabilecek bir zekânın, bu sezon gördüğü sarı kartların hepsinin hakeme itiraz, golden sonra formayı çıkartma, rakiple dalaşma yüzünden gördüğü düşünülünce, şaşırılmaması gereken bir karakter olduğu anlaşılabiliyor. Dahası geçen hafta gördüğü kart yüzünden bu hafta takımını yalnız bırakmış olması, böyle bir deplasman için hem de, anlaşılmaz. Partneri Ümit Karan'ın da 3 sezondur 5 gol atamaması ise Zeki'nin yanına Metin'in gelmesi gibi. Daha doğrusu tencere-kapak gibi. Şu santrafor olayını çözmeli Bülent Başkan.

Neyse efendim. Bülent Başkan'ın geride bekleyerek klasik oyununu oynadığı, Şota Van Gaal'in topu oynamak isteyerek klasik oyununu oynadığı, ama beklendiği gibi durağan değil sürekli git-gellerin yaşandığı, çok güzel bir maç oldu. Ofsayttan gelen gol verilmese Kayseri kazanabilirdi ama Es-Es çok fazla 3'e 3 yakaladı ki, Kayseri kesin kazanırdı diyemeyiz. Serdar Özbayraktar varsa kesinlik yoktur.

Bizans'ın(!) Şerefsiz Misafirleri




Önce şunu anlatayım, içimde kalmasın: Bizim ülkede saçmasapan bir önyargı vardır. "Gündüz maçları sıkıcı olur" derler. TFF şu konuda ilerleme gösterse güzel olur. İç saha maçlarına sürekli gidiyorum ve tüm günü öldürmek yerine Pazar'ı daha güzel değerlendirme şansı yakaladığıma inanıyorum. Ertesi günün iş/okul günü olduğunu düşünürsek akşam 23.00'de evde olmak yerine, o saatlerde zaten evde dinleniyor olmak daha güzel. Ancak bir prime time takınıtımız gidiyor. Her maç el clasico tabii.

Neyse, konuya gelelim:

Maç öncesi olayları var. Ülkenin -belki de- en aşağılık taraftar kitlesinin İstanbul'a gelmesini isterdik tabii. Sonuçta deplasman tribünü de olmalı. Ancak bu çapsız heriflerin yıllardır bir "Beşiktaş'ın eteklerine asılma" politikası, bizim tarafı da oldukça "doldurmuş" durumda. Şehirlerinde Beşiktaşlılara yaptıklarını onlar anlatsın. Çevremde birçok Bursalı Beşiktaşlı var. Hepimizden çok onlar nefret eder bu şerefsizlerden. Nedenlerini onlara soralım bence. Dün bile, daha Gebze'de başladırlar kudurmaya.

Sonuçta Bursa'ya sahada futbol olarak, dışarıda tribünsel olarak gereken ders verilmiştir. 15-20 kadar Beşiktaşlı'nın "Bursa'nın o sağlam, manyak, psikopat" taraftarlarına Polis Barikatını aşarak atladığı anlar, o denyoların video paylaşıp masturbasyon yaptıkları youtube'lara düşecektir. "Ermeni Köpekler Beşiktaş'ı destekler" diye bağıran ırkçı piçlere gerekli ayarı verenlerin ellerine sağlık.

Sahada Volkan Şen, tribünde texas'lı şerefsizler; Bizansdan(!) aldıkları ayarla yuvalarına dönsünler. Şehirlerinde 31'lerine devam etsinler. Biz amaçlarının Bursa'daki maça Beşiktaşlıların gelmemesini sağlamak ve "en son biz geldik oolllm" diye böbürlenmek olduklarını da biliyoruz. Bu gerilimi tırmandıranın kim olduğu da "net olarak" göründüyse sorun kalmamıştır zaten. Basın "Beşiktaşlılar saldırdı" derse desin, ak göt-kara göt gün gibi ortadadır.

Kronstadtli
abim hatırlatmış, 90'lı yılların tezahuratı: Beşiktaş adamın amına kor! Çapının yetmeyeceği kişi ve kurumlara sarkan Bursasporlulara selam olsun. Sizden de, o iğrenç Başkanınızdan da "sadece" tiksiniyorum. Bizim nefretimiz bile sizi değerli kılar.

Dört Resim Arasındaki Mou Farkı





Dört dedim ama aslında aynı maçtan 2'şer resim. 2 maçta da rakip Barça. Hoca yine Mourinho. Xavi yine Xavi. Messi yine Messi. Hikmet Karaman yine Hikmet Karaman. Ama 2 takım arasındaki farkı anlatmak, kelimelerin bile yetmeyeceği ölçüde fazla.

Üstteki 2 görüntü Clasico'dan. İlk görüntü bile korkunç bir vehamet göstergesi ama hadi 2-0 diyerek üzerine fazla konuşmayalım. Ama, bu görüntünün daha korkunçları da yaşandı diyeyim ben. 4 Barça hücumcusuna karşı, 4 Real savunmacısının kaldığı anlar bile oldu. O derece inanılmaz. 2. görüntü ise, asıl konuşulması gereken. Durum 0-0. Dakika 10 bile değil. 4 defans ve 2 ön libero savunmaya çalışıyor. Görüntüdeki diğer 2 Real'li ise, sadece kamera kadrajına girmiş durumdalar. O kadar. Ekranda kalabalık yaratmaktan başka bir işe yaramıyor. Di Maria'nın, arkasındaki Marcelo'ya yardımı yok. Maç boyunca da olmadı. 1 sezon boyunca kötü top oynamaya bahane bulan teknik direktör gibi, geri dönmemeye hep bir bahanesi olabilirdi Di Maria'nın bu maç için. Marcelo'ya yardımı etmediği için, Marcelo da zaten savunmanın kralını (!) yapabilecek bir futbolcu olduğu için, Xavi'nin koşusuna refakatlerde. Neden, çünkü önündeki adam yardıma gelmediğinden savunması gereken alan büyümüş durumda. E haliyle gol de geliyor. Mesut, muhtemelen kalesine en uzakta görünen isim. Ronaldo ve Benzema ise ortalarda yok. İniesta'nın ayağındaki topun, kanada açılması, yanındaki arkadaşına verilmesi gibi durumlarda bile, 4'e 6 gibi bir hücum savunma oyuncusu rakamları çıkıyor ortaya.

Sonraki 2 görüntü ise Barça-Inter maçlarından. Oyunun aktif alanı içerisindeki Interli futbolcu sayısı 9. Bir tek Milito yok 4.görüntüde. Son görüntü içerisinde o da var. Sneijder, Pandev, Eto'o hepsi bir şekilde aktif durumda savunmaya geçmişler. Eto'o, Milito kanada gelmiş durumdalar ve Barça'nın oyunu genişletebildiği kadar genişletmekten başka bir seçeneği de yok. Kanallarının hepsi tıkalı vaziyette.

Sonuç olarak, Barça'yı 6 kişi savunarak, hele ki savunma yeterlilikleri tartışılır olan Marcelo gibi oyuncularla savunmaya çalışmak, siyanür içerken kafasına sıkıp köprüden aşağı atlayan bir adam gibi davranmaktır. Mourinho'nun işi değildir. Çılgınlık yapmaya gelmiş bir adamın işidir. Kendi futbol düşüncesini bir çırpıda dışarı atan bir adamın hareketidir. O kadar...