13 Mart 2010 Cumartesi

Milan Baros || Return of The King


Galatasaray Sözlük'ün Milan Baros'un dönüşü şerefine kapalının ortasına asacağı pankart. Böyle karşılayacağız kendisini oyuna girerken...

Oradaydım || İbrahim Üzülmez'in Sağ Ayağı ile Gol Attığı Maç


2002 - 2003 sezonu. Başkan Özhan Canaydın. Teknik Direktör Fatih Terim. Rakip o sene 100.yılını kutlayan Beşiktaş. Teknik Direktörü futbolun simyacısı Mircea Lucescu. Tarih 8 Aralık 2002. Galatasaray'ın üst üste 26.maçını kazanıp rekor kırmaya çalıştığı maçta, İbrahim Üzülmez'in sağ ayağı ile attığı golle 1-0 biten maçta, Oradaydım!

Bu kadar Soner Yalçın girişi yeter. Hikayeye dönelim. Lise günleriydi. Kurban Bayramının hemen ardından derbi maçı geliyordu. Bu şu demekti, olası pahalı bir bilet durumuna karşı bile bayramda telafi edilebilecek miktarlar toparlanabilirdi. Pazar günü oynanacak maçın bileti, çarşambaları çıkardı. Lakin, Galatasaray fanatiği olan arkadaşımın "bugün öğleden sonra çıkıyor"istihbaratı ile okuldan kaçmıştık öğlen. Dediği gibi erken çıkmıştı biletler. Kuyruk bir Biletix gişesi ve bir derbi sırasına göre hiç yoktu. 2-3 karaborsacı dışında 2-3 tane de taraftar vardı sadece. Bilet fiyatları soruldu hemen öndekilere. 17 lira dendi Yeni Açık Üst tribünü için. Cebimdeki para yetişmeyince bayramdan sonra ödeme kaydıyla üstünü o tamamladı. Maça gideceğim mahalledeki arkadaşım ve 2 abi ile o gün orada olacaktık.

Maç günü geldi. Bir gün öncesinde Diyarbakırspor, Fenerbahçe'nin teknik direktörü olan Denizli'yi yollamıştı. Bir galibiyet büyük avantaj idi yani. Hazırlıklar başladı evde. Özenle sakladığım bileti montun iç cebine attım. Lakin bir aksilik vardı. Dışarısı bir Aralık ayına göre gayet kötüydü. Sokakta normal işleri için markete giden insanlar bile yoktu. Akşam saatlerinde havanın karla karışık yağmur ve kar'a çevireceğini duymam ve duymamazlıktan gelmem bir oldu. Dedem, "gitme" diyerek bana söyleniyor, babamı da gitmemem için deyim yerindeyse "gaza getiriyordu". Babam, benim tarafımdaydı aslında kararı bana bırakarak. Çünkü zamanında amatör kümede top oynarken, babama gelen profesyonel transfer teklifini dedem yüzünden imzalayamamış, futbolu amatörde bırakmıştı. Futbol konusunda bu yüzden bana hak verdi belki de... 2 çorap, pantolon altına sıcak tutsun diye Arjen Robben içliği, mont altına kazak, t-shirt, atlet gibi bilimum kış tatbikatı ürünü elbiseleri giydirmişti Annem. En üste Galatasaray'ın altın sarısı formasını ve atkıyı takarak, mahalledeki arkadaşlar ve 2 abi ile maça doğru yola çıktık.

Kadıköy'e indiğimizde durum felaketti. Fırtınadan deniz ulaşımı yoktu. Sahili sular vuruyordu ve fırtına yüzünden yağmurdan göz gözü görmüyordu. Hemen Mecidiyeköy otobüsüne atladık. Haliyle otobüste Galatasaray atkısından veya formasından durumu anlayabiliyorduk. Klasik olarak stada gelirken inilen yokuşta trafik tıkalıydı ve inip yürüme kararı aldık biz de... İndik, yürüdük. Soğukta kuyrukta beklerken, haber peşinde koşan muhabirler "maç ne olur, maç ne olur" diye röportajlarını yapıyordu tabii. Tezahüratlar, ısınma çabaları, karaborsacılar derken sıra stadın ilk arama noktasına geldi. O sırada yandan geçen "Pendik" otobüsü alkışlanmaya başlandı. Ardından geçen "Kadıköy" otobüsü ise yuhalama ve boş pet şişe yağmuruna tutuldu. İnsanlar bu aktiviteler, tezahüratlar ile ısınma derdindeydi. Stat kapılarında en az olan kuyruğu ararken hasbel kader bir şans ile yeni açılan bir kuyruğa önden girdik. Sonra da stadın içine. Saat 3'ten 7'ye kadar 4 saat vardı. Sadece beklemek ve soğukla mücadele şeklinde geçecek olan. Oturmamak üzere 4 saat. Çünkü koltuklar ıslaktı ve çamurluydu. Saat 6 gibi bir ara yanımızdaki abilerden birisinin ısınmak için eline çay alıp döktüğünü hatırlarım. Bir de Nouma'nın sahaya gelip klasik Nouma hareketlerini...

Maç başlıyordu. Kadrolardan yuhalamalar arasında duyduğum kadarı ile ne Tümer, ne de Nouma ilk 11'deydi. Sergen zaten cezalıydı. Doğru da duymuştum. Sahaya Luce çıkarken bütün stadyum "I Love You Luce" diye haykırmaya başladı. O da karşılık verdi eliyle selamlayarak. Haklıydık çünkü; Victoria ile Perez ile Fleurquin ile Murat Sözkesen ile Radu Niculescu ile şampiyon yapan, 2.turda sadece 1 maç kaybeden bir takım kurmuştu o. Maç başladı. Hakem Kuddusi Müftüoğlu idi. Maç ile beraber karla karışık yağmur da. Çarşı, Eski Açık'ın şimdilerde olan yerinin tam tersi tarafında idi. En sol tarafta idi yani. En ufak bir boşlukta hemen seslerini duyuruyorlardı. Maç ise tam bir Luce maçıydı. Kitledi. Anlamsız bir 45 dakika seyretti gelenler.

2.yarı ise Luce hamlelere başladı. Önce Tümer, ardından Nouma'yı aldı. Terim ise Pinto'yu. 70'lerde Beşiktaş geldi. Zago ilginç bir vuruş yaptı. Yeni Açık olarak, "yedik" derken top direkten geri geliyordu. Ama Beşiktaş da ardı ardına geliyordu. İbrahim Üzülmez, Emre Aşık'a bir çalım attı. Öyle çabuk attı ki Emre kaldı orada. Ardından sağ ayağı ile vurdu. Topun sadece yan ağlarda yaptığı etkiden zaten girdiğini anladık. Sahaya baktığımızda ise kafasında saçlarını tutan bandı ve eylemsizliğe meydan okuyan bir sevinç yaşayan "Deli İbrahim'in" tribünlere koşuşunu görüyorduk. Hem maç, hem rekor gidiyordu bir gol ile. Sonrasında Cordoba'nın kısa düşen degajını yakalayan Fabio Pinto, içeriye çıkartmak yerine kaleye vurunca yakalanabilecek tek pozisyon da eriyordu. O sıralarda da tribünlerde sadece "Çarşı"nın sesi çıkıyordu. Maç, 1-0 bitiyor, rekora, lige, 3 puana üzülüyordu taraftar. Hem de yönetimin yolladığı bir adam tarafından. İstenmeye istenmeye... Ardından da otobüs bulmanın sıkıntısı tabii. Hiç çekilmiyordu maç kaybedince o otobüs aramalar. Çıkıştaki köfteciler de olmasa hiç çekilmez.

Neticede eve döndüm. Ekranda Terim ile Toroğlu kapışıyordu. Alttaki ekrandan özeti izleyince ise Luce'yi gösteren kamerada yağan karı görüp "bu mu yağmış stada?" diye şaşırıyordum. Giden rekora üzülüyordum. Neticede rekorun sahibi Luce idi aslında. 17'de 17 yapmıştı içeride. Terim ise 25'te 25 yapmış, 26'yı yapamamıştı. O vermiş, o almıştı. 1 sene yenilmemişti. 1 gün, 1 kez daha yenilmedi. Kazandı yine. Üstüne üşütüp 1 hafta hasta yatmam da cabası. Hem de İbrahim Üzülmez'in sağ ayağı ile attığı bir gol yüzünden...

Pascal mısın Arkadaş?




Oyuna sonradan gir, 2 dakikada çift sarıdan kırmızı. Bi' yerlerden tanıdık. Aferin oğluma(!)

Pascal
Muntari

Bay Tahmin


- Murat abi (Özarı) 1 Milyonun olsa 500 binini mi basarsın, yoksa hepsini mi?

- O kadar param olsa uzaya ayak basarım !

12 Mart 2010 Cuma

Jose Ne Oluyor Sana ?


Inter son 6 maçında sadece 1 kez kazandı desek, inandıramayabiliriz insanları kolay kolay. Yine liderler, lakin bugün Catania'dan 3 yediler. Aslında bunu büyük ölçüde Sulley Muntari'ye borçlular.

Barış Özbek'in Inter şubesi Sulley Muntari 79'da oyuna girdi. 80'de ilk sarı kartını gördü. Frikikte ceza sahası içerisinde topu blokladı. Bu nedenle penaltı yaptırdı. 2.sarı kartı gördü. Oyundan atıldı. Bunları sadece ama sadece 3 dakika içerisinde yaptı Süleyman Ali Muntari.

Tribünde değil de kenarda olsaydı sahaya girerdi Jose bu maçta. Tam kendi isteğinde giden maçtı çünkü sahada oynanan. Ama Sulley yatırdı O'nu. Fikstürü daha da zor. Hafta içi Chelsea deplasmanı. Ardından haftasonu Palermo deplasmanı. Liderliği verirse haftasonu şaşırılmamalı. Jose ise şaşırılmalı aslında...

Daniel Güiza 2000

88'den Sonrasında Gol Atabilen Takım


Şenol Güneş'in "lige ısınma, havaya girme, arada ne toplarsam ne oturtursam kâr" senesinin en belirgin özelliği maçı son ana kadar hiç bırakmaması olarak görünüyor bu sene. Yoksa "Trabzonspor Topçuları" dolu bir kadro ve triplerin adamı Engin Baytar ile işleri pek zor. Gelelim şu pes etmeme meselesine...

- İ.B.B kupa maçında 1-0 giden maçı Cale'nin 90'daki golü ile 1-1'e getirip turun anahtarını almışlardı.


- Sonrasında Bursaspor deplasmanında Umut Bulut ile 89'da buldular golü. Yine 1-1 bitti.

- Bir hafta öncesinde Gençlerbirliği maçının 89.dakikasına 1-1 ile girdiler. Maç 3-1 bitti.

- Bu hafta da Gaziantepspor'a karşı yine 90'da bu kez Alanzinho ile golü buldular.

Haliyle yeni gelen hocanın sistemini oturtma çabaları, geniş olmasına rağmen hep aynı seviyede topçuların olması ile yenilmemeyi öğreniyorlar. Hırsları var. Büyük avantaj. Tabii seneye kadar böyle.

Tabii bu dakikaların da başka bir kahramanı var. Yılmaz Vural. Hep bu dakikalarda yiyor golleri Yılmaz Hoca. Bu hafta Ankaraspor olduğundan BAY geçiyor. Ekranlarda kesin görürüz kendisini...

Lise vs. Sokak


20-27 Mart tarihleri arasında seçimli genel kurulu var Galatasaray'ın. Bir şeyler karalamaya çalışmıştım seçimle ilgili. Bir daha yazmaya uzun uzun gerek yok. 7500 üye oy verecek seçimde. Galatasaray Spor Kulübü'nü lisenin takımı olduğunu iddia edip, liseden olmayanlara karşı Liseci tabiriyle "sokak"ın mücadelesi bu seçim. Sokak kazansın dileğindeyiz tabii ki. Milyonlarca taraftara sahip, Avrupa kapılarını aşmış, yıkmış bir kulübün sadece "Lise" kapıları ardında kalmaması gerekir...

ek: Seçim yazısı için buraya tıklayınız.

Mourinho ve Madrid, Capello ve Madrid Olur mu ?



Yine, yeni, yeniden her sene olduğu gibi Real'in hocası sezon bitmeden, düşünceler üzerinde yollandı Marca ve yönetim tarafından. Tabii ki resmiyeti sezon sonuna kalır. Yerine düşünülen isim ise adamım Jose Mario dos Santos Felix Mourinho.

Önceden bu mevkiinin adamı olarak Benitez gösterilirdi. Normaldi o mevkii adına. Çünkü her sene Şampiyonlar Ligi'nde esip giden bir Liverpool olurdu. İspanyoldu. Real Madrid'i de çok ama çok iyi biliyordu. Lakin gelmedi. Yeni aday ise Jose. Jose, Inter'den 2012'ye kadar ayrılmam diyor. Ayrılmayabilir. Kolay kolay başladığı işi bitirmeden gitmez Jose. Takımının istediği gelişimin doruğuna çıkmadan ayrılması pek zor. Lakin, Yılmaz Vural - 3 Büyükler aşkının benzeri Mourinho - Premier Lig şeklinde gözümüzün önünde. Nedeni ise Mourinho'nun oyun sisteminin yüzünden.

Jose, İngiltere'ye adımını attığında; "Size savunma nasıl yapılır öğreteceğim" demişti. İlk senesinde ilk 5-6 maçta, gol ortalaması 1 bile değildi. Sistem oturunca, şampiyonluğu 3 maç öncesinden ilan etmiş, Old Trafford'da oyuncuları alkışlanmış olmasına rağmen yine 3 atmaktan geri kalmamıştı. Sistemini basitçe anlatmak gerekirse, "iyi savunma yapan, iyi alan savunması örnekleri sergileyen, rakibinin açığında ise golü hemen atan bir takım"dı onun sistemi. Hatta Liverpool'u 1-0 yendikleri maçta 70'de oyuna girip 80'de golü atan Joe Cole için, maç sonunda "kahraman mı" diye soran basın mensubuna; "Hücumda iyi işler yapmış olabilir lakin savunmada görevini aksattı bu da bize sorun çıkartabilirdi. bu yüzden savunma yapmayı öğrenmeli, ciddiye almalı" diyerek özetliyordu kendisini. Şimdilerin takım futbolundan bi'haber yıldızı Robben'e bile takım oyununu öğretmişti bu şekilde. Şimdilerde o Robben için sahada 2 top olmalı. Diğerleri de oynasın diye... İngiltere futbolunda dediği gibi savunmanın iyi olmamasından hep o açığı bulabildi. Bir şekilde kazandı. Sistemini oturttu, geliştirdi ve bıraktı. Sonrası ise İtalya.

Orada da Chelsea sistemini denedi önce. Quaresma - Mancini - İbrahimovic üçlüsünü denedi önde. Olmadı. Figo - Adriano - İbo üçlüsü de olmadı. 4-3-3 savunmada işledi, lakin İtalya'da hücum da deyim yerindeyse "yemedi". Bir Lampard'ı yoktu. Stankovic'ten de yaratamadı. Hatta Genoa maçında 90'da gelen golden sonra "sus" bile çekti kendi tribününe bu sistem yüzünden. Juve maçında da "madem İtalya'dayım, madem ben iyi savunma yaparım, o zaman sizin Catenaccio'nuzu yapıyorum" diyerek 4-3-1-2'ye geçti. O sistemle şampiyon oldu. 2.senesinde de şampiyonluğa gidiyor. Gelelim Real'e.



Üstteki 2 paragrafın yazılmasının 2 amacı vardı. 1.si sisteminden takıma göre ödün verebilen bir adam Jose. 2.si de sisteminin uyum süresi ne kadar başarılı atlatılırsa o kadar erken şampiyon oluyor takımı. Real'e gelirse önümüzde Capello örneği var. Galacticos çılgınlığının getirdiği "savunmaya ne gerek var, 3 yersek 5 atarız" fikrini kırıp daha savunmacı, daha paslaşan, daha ağır, daha garantici, daha az pozisyona giren bir takım oldu Madrid. Efsanevi bir şampiyonlukta aldı bu şekilde. Efsaneliği gerek geri dönüşler, gerek 37.haftada Nistelrooy ve Tamudo'nun aynı anda 90.dakikada attığı gollerle Camp Nou'da şampiyonluğun gitmesi, gerek Carlos'un 70m deparı ile Santander'e attığı gollerden, gerekse son maçta 80'de Diarra'nın kafasından gelen goldendi. Oyundan değil yani. Lakin bu sistemle Rijkaard'ı geçerken Capello, taraftarına harekette çekti, futbolcuları da kadro dışı bıraktı, El Clasico öncesi gönderilecek bile oldu. Mourinho'nun da bu resimler göz önüne gelince Madrid'de ne oynatırsa oynatsın savunmasını ön plana alacağı kesin. Hatta başlarda sürpriz beraberlikler alacağı da... Kaka ve Ronaldo ile beklenenden daha yavaş tempolu oynayacağı, topla oynama yüzdesinin rakipte daha fazla olacağı maçlar da olacaktır. Gelir gelmez de yapacağı ilk işin sağlam 2 orta saha istemek olacağı da pek açık. "İstediğimiz oyunu oynatamıyorsun" diyerek yollanan "Şampiyon Capello" göz önüne gelince Madrid için adam yollamak sorun değil. Hele Jose'nin oyunu direk 1-0 geride başlatıyor Jose'yi.

Mourinho Madrid'e gider mi? Gider elbet. Neticede Barça'ya karşı olan tutumunu, hırsını biliyoruz. Ama gitmesin La Liga'ya. Tek rakip orada sadece Barça O'nun için. Premier Lig'e dönsün. Wenger ile, Benitez ile, Ferguson ile kapışsın, onlara biraz daha hırs versin, gaz versin, sinir etsin, motive etsin. 3-4 yıl rölantide giden Ferguson'lu Man.Utd'yi tekrar canlanmasına sebep olduğunu iddia ederken Jose; "ben var olduğum için O'na hırs geliyor, canlılık geliyor, mücadeleci ruhu kabarıyor" diye pay bile çıkartmıştı kendisine... Kim bilir belki Rafa'yı da uyandırabilir. Olmaz ya Laporta kaybeder seçimi, gelen başkan Pep'le anlaşmaz yerine Jose'yi getirirse "eyyvah eyvah" olur La Liga. Pep yerinde ağırdır. Jose de...

11 Mart 2010 Perşembe

Necip


Bu çocuk geleceğin orta saha yıldızı olacaktır. Milli Takımın Nuri ile beraber orta sahasını emanet edeceğimiz, belki de Nuri'den daha parlak bir kariyerini izleyeceğimiz bir orta saha olacak bu çocuk. En azından pas attıktan sonra pas almak için boşa çıkmayı düşünebilen bir orta sahanın ne olduğunu İnönü'de gösterdi. Umarım daha da güçlenir, daha da futbol bilgisi ve zekâsı gelişir ve Ulusal Takım'ın orta sahasında değişmez olur.

Allah O'nu sakatlıktan ve Demirören'in transfer hamlelerinden korusun...

10 Mart 2010 Çarşamba

Sana Gitme Demeyeceğim Ama Lütfen Git Manuel


Santiago Barnebau'da Barça kupayı kaldırırsa tarih bu seneyi yazar. Başka bir şey de yazmaz. 300 Milyon Euro'yu Pellegrini'ye verirseniz, o da size Granero'lu, Lassana Diarra'lı orta saha kurar. Üstüne 1-1 iken oyundan Kaka Leite'yi alır. Ardından da Arbeloa'yı çıkartıp 2.Diarra'yı oyuna alır.

Lyon'a helal vallahi. Puel'e ayrı bir helal. 2.yarıya 2 değişiklikle girip oyunda dengeyi kendi lehine çevirmek ve göstere göstere golü atmak, üstüne 2 tane bomboş pozisyonu harcamak büyük iş.

Barnebau'nun Barça renklerine boyanması hayali... Real'lilerin artık tuttukları takım sayısı 7 oldu. Barça'nın müstakbel 7 rakibinin hepsi Real'lilerin de takımı.

Ah Pellegrini seni Hıncal'ın eline verecekler... Ah..

Olay Ne Kardeş? || Sağduyulu Hürriyet


Hürriyet'in anasayfasında Flaş olarak verilen bir spor haberi var. Haber şu; Olay Hakem Fenerbahçe maçında. Habere tıklayıp giriyorsunuz. Haberin metni şu;

Süper Lig'in 25. hafta karşılaşmalarında görev alacak hakemler açıklandı. İşte hakemler şöyle....

GAZİANTEPSPOR - TRABZONSPOR (CÜNEYT ÇAKIR)

GENÇLERBİRLİĞİ - FENERBAHÇE (MUSTAFA KAMİL ABİTOĞLU)

KAYSERİSPOR - ESKİŞEHİRSPOR (SERKAN ÇINAR)

ANTALYASPOR - SİVASSPOR (SÜLEYMAN ABAY)

GALATASARAY - ANKARAGÜCÜ (KUDDUSİ MÜFTÜOĞLU)

BURSASPOR - MANİSASPOR (İLKER MERAL)

BÜYÜKŞEHİR BLD. - DİYARBAKIRSPOR (HÜSEYİN GÖÇEK)

DENİZLİSPOR - BEŞİKTAŞ (ABDULLAH YILMAZ)

Bu kadar. Altında ne bir metin, ne bir resim, ne de bir tarih yok. Abitoğlu'nun hangi maçtan olaylı olduğunu anlamamız için haber metni yetmiyor yani. Araştırın gelin diyorlar. Hafızanızı yoklayın diyorlar. Araştırmadan kısa kestiren adamlar, yanlış hakemi hatırlayanlar, Abitoğlu'nu hiç hatırlamayanlar ise hemen Anti - Fenerbahçe'li hakem diyor Abitoğlu'na. En azından en ufak bir hatada işareti koyuyorlar. Hakem konusunda "sağduyu" bakımından 1 numara yahu.

Marbury vs. Divac



Bu pazara gitmenin de ötesinde bir şey. Bu direk ülkeyi terketmek felan olmalı. Hele pota altı görüntüsünde Divac'ın topu araması yok mu? Bitirir beni o an...

Sen de Hep Yeni"LYON"



Son yılların en güzel, en seyir zevkli çekişmelerindendir Lyon - Madrid. Bu son yıllardaki 6.maçları. İlk 4 maç hep grup maçları idi. 5.maç bir eleme oldu. Gerek Luxemburgo, gerekse Capello Lyon'u hiç yenemedi. Nedeni ise tabii ki efsanevi Lyon kadrosu ve Juninho Pernambucano.

Şimdi ise Puel yönetiminde klasik Lyon şanssızlığı, ki bu şanssızlık hep turlarda şanssız şekilde elenmektir, ile Real Madrid serisi, ki bu da Real'e yenilmemektir, arasında bir sonuç çıkacak. Lakin, bu kez ne John Carew'leri, ne Coupet'leri, ne Diarra'ları, ne Juninho'ları var. Sadece ellerinde Lisandro Lopez var silah olarak.

Rakibinin ise durumu bir turdan, bir kupadan fazlası. Yok yok büyük transferler de değil mesele. Mesele finalin Madrid'de olması. Düşünsenize 2010 finalini Madrid'de Barcelona'nın oynadığını... Pellegrini'yi kurtaracak insan evladı yok o ülkede.

6.maç geldi çattı. Yıllardır ilk maçı kaybedip, hiç turu atlayamayan Arsenal, şanssızlığını kırmıştı. Hem de 5 atarak. Seri bozma sırası Madrid'de olabilir. Bu kez ise Lyon'un en büyük silahı iyi alan savunması ile yavaş bir oyun gibi. Bir de kontraatakların 1 numarası Lisandro. Yoksa şu kadronun Real'e Barnebau'da hiç kaybetmediğini düşününce işleri çok ama çok zor.

Gregory Coupet
Cristiano Marques Cris
Jeremy Berthod
Claudio Cacapa
Anthony Reveillere
Pernambucano Juninho
Florent Malouda
Tiago
Mahamadou Diarra
Sylvain Wiltord
John Carew

Bugünkü Lyon; Lloris, Reveillere, Cris, Boumsong, Cissokho, Toulalan, Makoun, Govou, Pjanic, Delgado, Lisandro Lopez

Real Madrid; Casillas, Sergio Ramos, Raul Albiol, Garay, Arbeloa, Lass, Van Der Vaart, Guti, Kaka, Ronaldo, Higuain

NEOkwo Kanu

9 Mart 2010 Salı

Arsenal Karşısında Porto Olmak


Düşünün bir ülkenin son 10 yılının en iyi takımısınız. En iyisi derken isimde de kalmamış, hep bulunduğu yerde kalmanın yanı sıra, maddi anlamda da, başarı anlamında da hep belirli bir çıtada yer bulmuşsunuz. Ayağa pası en iyi yapan, genç yetenek bulmak ve oynatmak konusunda uzmansınız. Yıllardır yerleşmiş bir sisteminiz var. Yine Şampiyonlar Ligi'ndesiniz. İlk maçı da içeride 2-1 kazanmışsınız. Lakin rakibiniz Arsenal. Kalesinde de Tolga Zengin'in Arsenal şubesi Fabianski yok.

"Öyle bir top oynadı ki Arsenal" demek abes aslında. Standartında oynadı. Ne standardı derseniz. Ciddi maç standartı. Karşısındaki Porto ise sanki ilk maçı 2-1 kaybeden tarafmış gibi sahadaydı. İlk 10 dakika baskısını atlatamadılar. Nedeni ileri 3'lünün hiç dönmemesi idi. İlker Yasin'in bile Hulk'un "adı çıkmış 9'a aslında 5 etmez"e getirdiği cümleler işin özetiydi. Bu stada gelen ve kazanan her takım harika kademeli savunma ile durdurup sonra vuruyordu. Hem de en az 2-3 tane atıyordu. Tamam, Porto bunlar kadar değil lakin, 5 yiyecek bir takım da değil.

Arsenal, Fabregas yokluğunda Song - Diaby önüne Nasri 3'lüsü ile çıktığı orta saha düzeni ile oldukça hücumcuydu. Normalde Song - Denilson önüne Fabregas'ı atıyordu Wenger. Hücum oynamak gerektiğinde ise Denilson - Diaby önünde Fabregas olurdu. Bu kez Nasri, Fabregas rolündeydi. Tabii solda Arshavin, sağda Rosicky kanatlarının ardından gelen Sagna - Clichy ikilisi boğdu Porto'yu.

Porto olmak zor. Porto'lu olmak daha zor bugün vallahi. 2-0'dan sonra 2.yarı bir empati yaptım. Porto'lu gibi izleyim dedim. 4-0 olunca Bayern - Fio maçına geçtim hemen. Düşünün ülkenin en iyisisiniz ama perişan ediyorlar. Yapacak hiçbirşeyiniz de yok. Yaptırmıyorlar...

Nasri'ye de Zidane olamazsın dedik, inadıma bir eser yarattı oralarda. Ben böyle 3 maç Arda'ya yazayım kopar gider. Son olarak Hikmet Karaman'ı bir ekran karşısına felan çıkartın, futbol muhabbeti ettirin be. Sistemden uzak, anıları hikayeleri felan. Yılmaz Vural'ı da çağırın. Ne güzel olur.

Şeytan Bilgisayara Girmiş






Akşam akşam sandalyeden düşüyordum komik arkadaş yüzünden. Şu "5 kişiye göndermezsen dünyan çükücek" tarzı mesajlar ne zaman tedavülden kalkacak merak konusu. Kazık kadar adamların yaptığına bak yahu. Ahaha :)

Bıktıran Futbol Klişeleri || Yeni Zidane


Bıktım arkadaş bundan. Bıktım yahu. İllallah artık. Kardeşim yıllardır her topa vurmasını bilen Fransız'a yeni Zidane denmesinden Zidane bıktı, yazanlar bıkmadı.

Önce bu iş Samir Nasri ile başladı yanılmıyorsam. Cezayirli ve topla nasıl oynanacağını bildiğinden hemen Zidane dediler. O ne oldu? Arsenal'a gitti. Hiçbir şey olamadı. Bu adam yeni Zidane ise Arda bunla top diye oynar.

Ardından Karim Benzema'ya dediler bunu. Kuzey Afrika kökenli diye, saçı kısa diye, teknik diye Karim'e de Zidane dediler. Neresi Zidane yahu. Mevkiileri bile aynı değil.

Franck Ribery var tabii. Kardeşim siz hiç 5 dakika arayla Gökhan Zan, İbrahim Toraman ve Koray Avcı'dan peşpeşe kontrolsüz müdahaleler görüp taç çizgisinden dışarı kadar uçan Zidane gördünüz mü? Göremezsiniz. Çünkü o sadece Ribery. Adam rüzgarın oğlu. Bir ara Fransız'lar da heyecan yaptı bu konuda. Ama olamadı tabii. 2006'da o da Zidane'nın yanında bir figürdü.

Yoann Gourcuff var en son. Kabul edelim mevkiisi felan tutuyor. Fizik açısından da iyi, tamam. Top kullanma konusu da tamam. Hatta O'nsuz Bordeaux mütemadiyen morarıyor ama yeni Zidane felan değil. Gourcuff sadece. 3-4 seneye insanlar yeni Gourcuff arayabilirler ama bir Zidane olması için 15 sene hep kendisinden sözettirmeli Fransız futbolunda. Ribery'den, Anelka'dan, Henry'den değil.

Bir de en son Hernanes çıkmış. Vallahi Fotomaç yazmış. Sao Paolo'lu Hernanes hemde bu. Lan adam Brezilya'lı. Gitsin yeni Kaka', yeni Bebeto, yeni Ronaldo, yeni Socrates felan olsun.


Yeni Zidane yazmayın. Gelmez yeni Zidane felan. %75'i Afrika göçmeni olan siyahi futbolculardan kurulu, bu yüzden de fizik gücü ön planda tutup, sıfır teknikle oynayan futbolcuların olduğu bir ligde, topa vurmasını bilen her adam Zidane değildir. Yeni "Thuram", yeni "Petit Konuşur", yeni "Pires", yeni "Barthez"ler bulun yahu. Ayrıca Domenech gitsin kurtulsun Fransız futbolu...

Bir de bu var tabii bonus olarak...

Eskişehirspor - Galatasaray


O kadar sıkıcı ve alakasız geçen bir maçtı ki 40.dakikaya kadar, muhtemelen kuponunun son maçı olan ve "2.5 gol üstü olmazsa tek maçtan yatarız hacı" diyen hakem, biraz aksiyon katmaya girişti. Önce ceza sahası çizgisi üzerinde K.A'nın elle müdahalesine devam et dedi. Sonrasında da Galatasaray ilk tehlike sayılacak atağı geliştirip, Jo ile boş pozisyonda topu üstten auta yolladı. Nedendir bilinmez, 4 ön liberosunun bir Tugay etmemeye başladığı Galatasaray orta sahası, ileri doğru bile pası zaten yapamazken, geriye ve yana da pas yapamamaya başladı. Bir hafta öncesinin Kasımpaşa golünde topa dış vurmaya çalışıp asisti yapan Topal, yine dış vurmaya çalışınca K.A'nın açıkgözlülüğü ve elleri ile golü yemesine sebep oldu.

Ardından başlayan ve bu kez tertemiz, pek güzel bir K.A golü daha. Gerisi Rıza Çalımbay'ın en iyi yaptığı işe kaldı. Savunma yapmak, alan daraltmak ve uzun adamları ile kesip hızlıca kontralar bulmak. Bol bol da uzuuuuuuunca şişirmek. Yaptılar da bunu nispeten. Ters ayak, ters kanat adamı olan Gio, sezon başında neden Galatasaray'dan gönderildiğini ispat edercesine Volkan Yaman'ın kanadında 5 dakikalık bir otoban kurdu. Hakemin de yardımı ile bir penaltı aldırdı. Açık ve net söyleyim, 35.dakikada ve maç 0-0 olsaydı o penaltıyı o hakem çalmazdı. Çalamazdı. Ezildi sahada ve çaldı işte. Ardından Tugay'ı hatırlamış olmalılar ki, Hakan Şükür sistemine dönüş. Şişir babam şişir. Lakin, şişirmeyi de yapamıyor orta saha ve defans hattı.

Neticede Es-Es sahadaki oyuna göre kazanmayı daha hak eden taraftı. Kaleye doğru düzgün şut bile atmayan Galatasaray ise 288.kez ben defans yapamam, bırak defansı pas bile yapamam dedi. Ayhan Akman'ın savunma anlayışının bir kez daha adamı durdurursam durdururum olmazsa indiririm olduğu ortaya çıktı.

Mehmet Topal'da kafasına İstanbul girmiş Anadolu futbolcusu misali, aklına Avrupa girmiş Türk futbolcusu durumuna geldi. Pas yapmaya, teknik oynamaya kalkıyor, yeteneği var ama kullanamıyor, kazmaya bağlıyor arkadaş. Ayakdışı vurarak teknik olunmaz desin birisi. O işi yapan bi' Elano var orada.

Tabii bir de, Trabzonspor ve Fenerbahçe maçları arefesinde Arda'nın kart sınırında olduğunu bilen her Galatasaray'lının fikri gerçekleşti ve anlamsız bir kart gördü. İyi de oldu.

Neticesinde; haftaya 2.yarıda Giovani Dos Santos'un yerine Harry Kewell girecek oyuna. Tabii altyapının başına gelen Tugay Kerimoğlu hazır yeni sezona daha varken Mustafa Sarp, Ayhan, Topal ve Barış'a bir şeyler öğretsin. En azından nasıl pas yapılacağını, nerelerde ayak dışı ile vurulmayacağını, topa girerken kız gibi sakınmamayı öğretsin.

Gözlerin Gibi Güzel Değil Hiçbir Şeyin





Vallaha öyle Leo'cuğum. Alınmaca darılmaca yok.

8 Mart 2010 Pazartesi

Kim Tutar Seni ..!


Elle oynamak, futbol kuralları içerisinde olan bir davranış değildir. Hele bunlardan sonra eyyam yapıp diğer tarafa çalışmak asla futbol kuralı değildir... Birisi arkadaşa söylesin, bilmiyor herhalde...

Bir de Mehmet Topal - Ayhan Akman orta saha hattı var. Es-Es bandosu ne kadar güzelse tam tersini bu ikili adına düşünün işte...

7 Mart 2010 Pazar

Bizim Ramsey : Güray Vural


Asker bir babanın oğlu. 3 kardeşler. En küçüğü. Doğduğu yer Afyon'dan daha çok, Adana, Eskişehir, İstanbul, Denizli'de yaşayan bir ailenin ferdi. Futbol sevgisi hep var tabii. Eskişehir topraklarında, altyapıyı ailesinden gizli olarak katıldığı seçmelerde kazanıyor. Sonrasında Baba'nın askeriye tayini ile İstanbul. Amatör kümede devam eden bir futbol hayatı, ona bir ışık gösteriyor. Amatör Küme Final Şampiyonası. Denizli'de hemde. Oynuyor, güzel de oynuyor. Denizlispor'lu yöneticiler de onu ayağımıza kadar gelmiş yeteneği ıskalamayım diye profesyonel yapıyorlar. Ümit Milli Takım'a kadar yükselip, ilk maçında gol de atıyor. Harry Kewell ve Arjen Robben'i örnek aldığını belirtiyor.

Bugün ise, Mehmet Güven ile bir pozisyonda çarpışarak, daha doğrusu Mehmet Güven'in kontrolsüz gelmesi sonucu ayağı 4 yerden kırılıyor. Yavaş yavaş form tutmaya başladığı anda hemde.

Denizlispor - Manisaspor maçında meydana gelen 2. ayak kırılması bu. 1.si yine Denizli'li Güven Varol'un ayağı idi. O Güven'i ise Manisaspor transfer ederek güzel bir incelik göstermişti. Güray da çabuk döner umarım...

Şemsiye Ömer, Nasılmış ?


Dakika 90. 4 dakika uzatma gösterilmiş. Orta sahada Güiza yatıyor sakatlıktan. Antalyaspor'lular topu taca atıyor. Güiza çıkıyor, taç Fenerbahçe'lilerde. Baroni'ye top geliyor. Baroni topu Antalyaspor'luların olmadığı taraftaki köşe gönderine doğru güzelce vuruyor. Top direğe çarpıp taca gidiyor. Haliyle Antalyaspor'un yerleşmesi, atak yapması derken maç bitiyor.

Bir gol attıktan sonra Anti-Futbol'un tüm gereklerini uygulayan Antalyaspor'a karşı bu hareketin yapılmasından duyduğum mutluluk için sağol Baroni. Yaptığın futbol adına hoş değil ama Antalyaspor ise, kalesinde Ömer var ise değil.

Bu sene, 85'ten sonra her maçta oynadığı açık oyun yüzünden hemen hemen her maç puan kaybeden, ama bu ülkeye pozitif futbol seyrettirmek adına, kalitesiz yabancıları sadece yabancı oyuncu kadromuzda bulunsun diye oynatmayıp, Yekta gibi, Şahin gibi yerli ve genç yetenekleri seyrettiren Yılmaz Vural'a bir kez daha teşekkür edeyim buradan da... Keşke Kasımpaşa maçları da yayıncı kuruluş tarafından yayınlansa...

Amatör Branş Tribünü





Bu Pazar şükür Seba'ya gidebildik.

-O değil de o salonda Basketbol maçları nasıl oynanmış valla bilemedim. 4-5 yıl önceydi herhalde bi' Telekom maçına gitmiştim de şimdi boşken görünce o kalabalık oraya nasıl sığmıştı bilemedim-

Hentbol hakkında yorum yapamayacağım doğal olarak. En son orta 1. sınıfta okulda oynamıştım yanlış hatırlamıyorsam. Bazı temel bilgiler dışında pek bir şey de hatırlamıyorum. Zaten olay da hentbolun oynanışı falan da değil. Takım zaten yıllardır ambargoyu koymuş durumda hentbol ligine.

Ama hentbol tribünü çok farklı bir duygu yarattı. Daha önceden amatör branşları takip etmiyorduk ancak şu günden sonra daha dikkatli davranacağım kesin. İşin en güzel yanı da Salonun samimiyeti. Polis yok, yönetici yok, kameralar yok, rantçılar yok... Sadece sporcular ve gerçek taraftar. 1 saat boyunca tam destek. Desteği verdikten sonra anında tepki almak sporculardan... Gerçekten çok güzeldi. Şampiyon takımımıza teşekkürler. Zeliç, Ramo, Müfit Hoca, İlker Hoca...

Amatör branşlar bi' farklı güzel ya. Şiddetle tavsiye. Herkes armanın peşine!

En İyi Yardımcı Erkek Oyuncu Oscarının Sahibi


Eğer Christopher Waltz bu ödülü almazsa, ödülü belirleyen jüri ya da her neyse onları önce sandalyeye bağlayıp ilk olarak "Strudel" yeme sahnesini ardından süt içme sahnesini izletip, Strudel diye diye beyinlerini yıkayana kadar tekrarlatmayı planlıyorum. Hem de The Bear Jew ve Lieutenant Aldo Raine ile beraber yapacağız.

Gerisini Avatar ve Sandra Bullock kazanabilir. Sorun değil.

Ulusal Marşın Yuhalanması


Biz sahibi olduğumuz "değer"lerin, başkaları tarafından değer gösterilmediği zaman "değer"li bir varlık olduğunu anlıyoruz ülke olarak. Tabii bir de yok olunca anlamamız var. Ülkece "din, vatan, millet, bayrak" olgularına haliyle büyük değer veriyor, özen gösteriyoruz. Haftasonu Diyarbakırspor - Bursaspor maçında yaşananların "vatan- millet - bayrak - din" olarak özetlediğimiz değer olgularını kapsayan, "İstiklâl Marşı'nın yuhalanması" şeklinde olayların başlaması ve gelişmesi, bizim değer verdiğimiz şeylere karşı tepkimizi haliyle ortaya çıkardı...

Diyarbakırspor taraftarının yaptığı, kelimelerin en hafifini seçip söylemek gerekirse "haysiyetsizlik" haliyle ülkede futbol izleyen izlemeyen herkesi oldukça sinirlendirdi. Lakin, unutulan, söylenmeyen, görülmek istenmeyen bir şey daha vardı. 3 gün önce oynanan Honduras maçı. Honduras Ulusal Marşı'nın bir Dream Theater, bir Opeth parçası uzunluğunda gitmesine dayanamayan taraftarlarımız marşın sonlarına doğru yuhalamaya başladılar. Neden? Uzundu çünkü bize göre. Peki, empati yapma yeteneğimiz hiç yok mu? Maçı izleyen Honduras'lılar aklımıza gelmedi mi? Ertesi gün Ulusal Marşı'mızı yuhaladınız diye bir kınama mektubu gelse hoş mu olacaktı? Bu tür uygulamalara çok sert ve keskin yaklaşan Fifa'nın 2016 öncesi bu durumu göz önüne alması, üstüne Diyarbakırspor maçının görüntülerinin Rai'de yayınlanması 2016'yı nasıl etkileyecek peki? Bir gün Japonya deplasmanında maç yapacak olsak, topu topu sadece 4 satırlık Japon marşından sonra okunacak marşımızı, onlara göre uzun gelmesinden ötürü yuhalamaları hoşumuza mı gider? Sorarsanız, "biz uzun diye yuhaladık, onlar bölücülük adına yuhaladı aynı şey mi?" diye, bir marş yuhalamanın nedeninin altında doğru bir mantık aramak kadar doğrudur yaptığımız.

Diyarbakırspor'un şu saatten sonra bu ligde kalması mümkün değil. Kalmasın da. Taraftarı da stada alınmasın. Yabancı ülkenin Ulusal Marşlarını dinlerken yuhalayanlar da alınmasın tribünlere. Sizden bir özür bekliyoruz deyip Ulusal Marş yuhalayanların asıl bir özür borcu var bu ülkeye ! Böyle insanların maç özeti adı altında ekranlarda bile yayınlanmaması gerekir. Tribünde bile olmasınlar.

Ha birde aklıma geldi. Hakemin kafası yarıldı diye de maç tatil edildiğini ve bu nedenle hakemin doğru kararı verdiğini söyleyenler; Şu sıralar 10.haftadaki gibi aynı statta maç yöneten "polis memuru"nun yaptığının da doğru olduğunu iddia etmiyorsunuzdur umarım.