18 Ekim 2011 Salı

Kötü Spikerlerden Maç Dinleme Rehberi


Sevgili futbol izleyicileri, ilk yabancı spikeri John Motson, ilk yabancı futbol yorumcusu Andy Gray olan insanlar, bildiğiniz gibi bir maçı ya iyi bir spiker (Ercan Taner, Yalçın Çetin, Levent Özçelik, Murat Kosova gibi...) anlatır ya da kötü bir spiker katleder. Bak anlatmaz, katleder. Kötü bir anlatımla bir Barça maçı izle, izlediğin en kötü Barça maçı olur. Kötü bir spiker de kendi içinde kısımlara ayrılır. Tetikçi, neden ben buradayım, çok bağırırsam iyi anlatmış olurum gibi spiker örnekleri vardır, kötü spiker denilince akla gelen.

Kötü Spiker'in özellikleri şunlardır;

1- Tetikçilik: Bu "tetikçi" kelimesinin yazıdaki anlamı şu; "maçı izleyen insanlara, skor istediğimiz gibi bitmezse yem olarak birini atmalıyım, bunun için de olumsuz bir iş yaptığında hemen bunu vurgulamalıyım" düşüncesine ben tetikçilik diyorum. Bunu görürsünüz maalesef. Her maçta hem de. Bir maç topa kaydı ama yetişemedi diye Marek Cech olur, bir maç Alanzinho, bir maç Rüştü bir maç o, bir maç bu... Bunun teknik direktör bölümü de var. Durum ümitsiz ise "yine yalnış kadro tercihi" olur bunun adı kısaca...

2- Hakem: Hakem konusu spiker tarafından 2 şekilde eleştirilir. 1.si, eğer hakem dünyanın elit hakemlerinden birisi ise hakem kafadan tanıtılır vs. ama skor istediğimiz gibi değilse ve beklediğimiz düdük yoksa ortada, hakemin ne hakemliği kalır, ne elitliği. 2.tarz da şudur. Hakem elit kategoride değilse hemen kötü yönettiği bir maç üzerinden vurulmaya başlanır ki, bu da ilk aleyhimize gelen düdükten sonra başlar.

3- Rakibi Yerme: Bu kısma bayılıyorum. "Eski gücünde değil." Ahahahahahaha. Senin yeni gücün ne ki, adamın eski gücünün derdindesin. Dahası bu cümlenin ardından adamlar tokatlar ve gider. Bir de üstüne şu gelir genelde. "Bazı eksiklikleri ve zaafları var" Mesela stoperleri zayıf diyelim bir takımın. Sen stoperlerinle kafa kafaya kalamıyorsun ki, stoperleri dert olsun. Adamın defansı pres yapan santraforundan başlıyor. Neyse, "bir çok önemli ve yıldız oyuncusundan eksik gelmek" tanımına da bayılırım. Anlatırken kullanana da hayran olurum, taparım, ölürüm.

4- Golü Yeme: Genellikle bu aşamalardan hemen sonra olur. Rakibin zaafı var dediğimiz bölgelerden nedense biz açık verir ve golü yeriz. Bu bir ara aşamadır. Bu en seveceğiniz veya en nefret edeceğiniz anlardır. Çünkü, ya spiker golden sonra susar ve şükürler olsun ki sesinden bizi mahrum bırakır ya da kötü olanı yapıp bize gol yorumunu yapmaya başlar.

5- Kendimizi Yerme: Bayıldığım bölüm 2. Dr.Who'nun Blink, House'ın Three Patients, Lost'un The Constant, Kötü Spikerden: Rakibi Yerme adlı bölümlerden sonra favorim bu bölümdür. Golü yedik ya hemen zaaflarımız başlar. Böyle maçları kaldıramayacak tecrübede veya en sıkıntılı bölgemiz maalesef tandemimiz cümleleri ile ya oynayan oyuncu ya da teknik direktör madde 1'de olduğu gibi tetikçiliğe maruz kalır.

6- Ülke Puanı ve Sosyal Mesaj: "Bu sene maalesef istediğimiz ülke puanını tutturamazsak, bir takım az gideceğiz. Bu yüzden renk ayırt etmeden desteklemeliyiz." Yıllardır ülke puanını bir tutturamıyoruz zaten. Hele bu dilekten sonra hemen formamı giyip "biz hepimiz bir olalııım..." diye marşlar söyleyesim, el ele tutuşup yuvarlak yaparak döne döne maç izleyesim geliyor.

7- Rakibi Övme: Madde 3'ten madde 7'ye neler değişti değil mi canlar ? Bir anda o eksikleri olan takım gitti, yerine "kontraatağa iyi çıkarlar, duran toplarda çok iyiler" fikirlerini bir anda gerçekleştiren iyi bir takım geldi. Onlar hep öyle değil miydi zaten ?

8- Bir Umuttu Yaşatan İnsanı: İşte son kısım. Puan kaybı yaşanır ve bundan sonra da o matematik hesabı işin içerisine girer. Rakiplerimiz birbiriyle oynuyor, umarız kaybederler, biz içeride kazanacak güçteyiz vs. vs. Az önce uçuyordun abi, bildiğin Lincoln'ün helikopteri ile uçuyordun.

Tabii ki, transfere harcanan paranın çokluğu ve rakibin genç yetenekleri yetiştirmesinden bahsetme kısmı da mağlubiyet kesinleştiken sonra bize sunulan bir tezdir. Unutumamalı...

16 Ekim 2011 Pazar

Galatasaray 2 - 1 Bursaspor || Çok Güzel


Resimdeki isimden en sonda bahsedeceğim. Önce maç. Fatih Terim'in Galatasaray'a oynatmak istediği ve herkesin beklediği futbol nedir ? Arsenal finali öncesi söylediği gibi, "çıkıcaz ve bam bam bam ileri gideceğiz ve oynayacağız." Oynuyor mu Galatasaray? 45 ila 60 dakika oynuyor. Çünkü, bu kadara yetiyor gücü. Engin Baytar orta sahada var olduğu sürece diyelim aslında bu 45 - 60 dakika dediğimiz süreye. Engin çıktıktan sonrası da Galatasaray adına sadece maçı idare etmek olarak kalıyor.

Selçuk - Melo - Engin orta sahası defansif anlamda evet, gayet iyi. Özellikle Melo'nun oyunu rahatlatmak adına sahanın karambol olan alanına değil, boş olan alanına Galatasaray lehine toplar atması oyun açısından gayet olumlu. Defansta da Tomas Ujfalusi'nin varlığı önde Melo ile beraber geride bir rahatlık sağlıyor. Ama işte ama kısmı şu, hücumda Galatasaray aynı ölçüde yok. Top rakipteyken mükemmel derecede top etrafında çoğalan Galatasaray, top kendisindeyken rakip kalede çoğalamıyor. Orta saha yuvarlağı ile rakip ceza sahası ön çizgisi arasında 6-7 Galatasaraylı kalıyor. Ceza sahası içerisinde de, o da hemen bir adım içeride, Elmander var oluyor. Galatasaray hücumda daha doğrusu ceza sahası içerisinde çoğalma sıkıntısı yaşıyor. Bu felaket derecede bariz.

Atılan golleri hatırlatayım.

- Melo, Selçuk, Baros penaltı.

- Rajnoch kendi kalesine. Melo'nun Es-Es maçındaki 2.golü kornerin hemen ardından gelen bir top. Gökhan Zan duran top. Bunlar duran top.

- Melo'nun 35m'den attığı gol (Aslında bu da duran top sayılır). Elmander'in ceza sahası dışından şutu. Bunlar ceza sahası dışı.

- Kazım'ın kontraatak golü. Elmander'in ve Baros'un Bursaspor maçında attığı goller. Bu gollerde de Galatasaray'ın ceza sahası içerisinde gol vuruşu yapan adamından başka bir tane daha adam maalesef yok. Kazım'ın golünde zaten olmasa da olur. Malum kontraatak.

Hücumda çoğalamıyor. Neden ? Dikine ceza sahasına inen adamı yok. Alanını kapatmış ve yerleşmiş savunmanın arkasına geçecek adamı yok Galatasaray'ın. Bunu kim yapar mesela ? Ujfalusi sağ bekten yardıra yardıra gelir. Hakan Balta ise sadece bindirme yapsa kafi. Ara ara yapıyor da onda da ortaları şut gibi kesiyor Hakan. Riera. Çok zor. Kazım ve Sabri kanadından da bu daha olamadı.

İyi yönü ne peki ? Galatasaray 2 maçta yenik duruma düştü. 2 maçta rakipleri beraberliği yakaladı. 1 maçı 10 kişiyken beraberliğe çevirdi. 2 maçta da beraberlikten galibiyete geldi. Geri dönüş olarak mükemmel ama dönmeye gerek duymak kısmı can sıkıcı. Oturmaya çalışan bir takım diyelim.

Peki Markus sana soruyorum, sen Almanya'dan geliyorsun, Almanya'da da felaket yağmur olur, nasıl oluyor da orada zeminler pırıl pırıl da burada böyle, bir açıkla ya, farklı ne var ?

Ben açıklayayım, Markus'un memleketinde Belçika ile oynanan maç Esprit Stadion'da oynandı. Kimin kullandığı stat biliyor musunuz ? Bundesliga'da bile maç yapmıyor orijinal adı LTU, sponsor gelince adı Esprit olan stadyumu kullanan takım. Fortuna Düsseldorf. En son maçını bu statta 24 Eylül'de yapmış. Peki Almanya - Belçika maçından sonra ne zaman kullanacak ? 21 Ekim'de. Sen bir stadyumda 7 günde üç üst düzey maç oynatırsan, hele bunu hava şartları kötüleşirken yaparsan, ortaya Nisan ayında çamur deryasına dönen Ankara 19 Mayıs Stadyumu çıkartırsın.

Gelelim resime. Maç öncesi, tünelde Sabri'nin yanında bir adam duruyordu. Adı Murat Demirok. Koluna girmişti. Sabri ile konuşuyordu, Sabri de arkadaşlarıyla tanıştırıyor, bir şeyler anlatıyordu. Daha sonra Fatih Terim geldi. Sabri hocasını tanıttı. Eli ayağına dolaştı heyecandan. Normaldir, Terim ile karşılaşıp heyecanlanmamak mümkün mü ? Neyse Sabri'nin kolunda sahaya çıktı. Alkışlar, destekler. Ağzından 2 kelime döküldü. O kadar netti ki... "Çok Güzel" dedi sadece. Dahası bunu derken görmüyordu. Görme engelliydi. Altı nokta körler derneği İstanbul Şube Başkanıydı. Bizim hayranlık duyduğumuz, sevdiğimiz, bakmalara doyamadığımız stadı görmüyordu ama "Çok Güzel" olduğunu görüyordu aslında orada.

Şöyle de bir kampanyaya öncülük ediyor Murat Demirok. Girin, bakın, görün.

http://www.renklerherkesicindir.com/

Bu da Aslanlar da var tabii. Avrupa Şampiyonu, gururumuz olan Engelsiz Aslanlar;

http://www.galatasaray.org/basketbol/tekerleklisandalye/haber/11379.php

Namaste


Askere gidip, askerlik yaptığınız süre zarfında (5 veya 15 ay olabilir bu süre) veya herhangi başka bir işle uğraştığınızdan önünüzde veya elinizin altında teknolojik bir alet bulunmadığında hiç futbol ile alakalı bir şey izlemeseniz, dünya futbolunda yaşananlardan dolayı, kendi güncel futbol birikiminizde bir çok şeyin eksikliğini farkedersiniz. Ne bileyim Mario Mandzukic'in Edin Dzeko'nun 1 boy küçüğü olmuş olmasını, Edin Dzeko ve Maradona'nın damadının, Zidane'ın 48 veliahtından birisi olan Samir Nasri ile beraber City gibi bir takımı bir yerlere getirmesini felan kaçırırsınız. Bir kaç El Clasico, Arsenal'in 8 yediği maç gibi şeyleri izlemezsiniz. "Türk futbolu açısından ne kaçırırsınız" derseniz, cevabı vereyim. Hiç bir şey kaçırmamış olursunuz.

5 ay öncesinde ne muhabbeti dönüyorsa, hala aynı. Bakın, Ulusal Takım hala aynı aptalca argümanlarla eleştirilip, yazılara malzeme oluyor. Hala muhabbet "yerli teknik direktör. Mesut Özil." Dünyada 2 evrensel dil vardır arkadaş. Birisi müzik. Diğeri de futbol. Bu ikisinin de yerlisi yabancısı yoktur. İyisi ve kötüsü vardır. Amerika'nın Irak işgalinde Saddam'ın yanına koşturarak giden adamla aynı dili konuşmazsın mesela. Aynı hayatı da yaşamazsın. Ama üzerindeki Galatasaray eşofmanı senin onunla ortak dilindir. Yerli müzik grubumuz Pink Floyd veya yabancı müzik grubu Opeth felan yoktur yani. Burden vardır. Shine on you Crazy Diamond vardır. Şımarık vardır. Guus Hiddink vardır. Alex Ferguson vardır. Şenol Güneş vardır.

Size Hırvat maçı öncesi durumumuzu özetleyeyim; 2010 Dünya Kupası elemelerinde Türkiye 15 puan topladı. 2012 elemelerinde 17. 2 puan fazla. Aynı miktarda golü attık. 13 gol. Sadece bu elemelerde 1 gol fazla yedik. 11 gol. O grupta 10'da 10 yapan İspanya vardı. Bu grupta da Almanya. Bu kez barajdayız. Diğer seferde ise 2 maç kala elenmiştik. Bakın, son maçta da değil. Koskoca 180 dakika vardı. 2 maç. Şimdi, Terim futbolu isteniyor desen, kardeşim senin izlemekten keyif aldığın Terim ile almadığın Hiddink aynı işi yapmış. Rakamlar ile tabii. Ama buzdağının asla göremeyeceğin kısmı şu; Hiddink gerekli olan puanı, gerekli rakibinden almış. İkili eşleşme olsa, Almanya hariç her rakibini eliyor. Terim zamanı ise Belçika'ya 2 maçta da üstün gelemedik. Bu yüzden elendik zaten. Ama bunu görmemek mesele. Mesele sözde iyi futbol izlemek. Emin olun bunlar için bu lige Barça'yı getirsen, yine sıkılırlar, birisi bunları yensin diye ellerinden geleni yaparlar.

Bir de Mesut meselesi var. Adamın kariyerini planlayan insanlar kimse, böyle parmakla gösterilip takdir edilmesi gereken adamlar. Demişler ki, "müdür sen Türksün. Maçta da Türkçe sövüyorsun, Pepe'nin altına otururken şişe koyuyorsun, menemen yapıyorsun, gayet güzel Türkçe konuşuyorsun vs. vs. ama aynı zamanda Almansın. Gelecek planları yapılmış, her mevkii de alternatifleri ile belirlenmiş bir kadronun parçası olacaksın. Michael Ballack yerine Mesut Özil olacak artık. Alman Milli Takımı ile her şampiyonaya katılacaksın. Dahası tek olacaksın. Türkiye'ye gittiğinde zaten kimin nerede oynadığı belli değil hele hele Hamit dışında Almanya kökenlilerin oynadığını görmek maalesef mümkün değil. Orada takım arkadaşı helikopter baktı diye basına röportaj verip, daha sonra basının ilgisinden bıktığım için gittim diyenler, kameralara parmak sallayanlar, Ocak 2011'de son maçını oynamış olduğu halde kaleci olarak çağırılanlar, 5 aydır topa değmediği halde gelip direkt ilk 11 çıkanlar, koskoca sezon başlangıcından beri sadece ama sadece 90 dakika maça çıkıp, direkt grubun en kritik maçında ilk 11 başlayanları göreceksin, yani senin gibi direkt oynayanların değil, oynamayanların ilk 11 çıktığı ve maçı değiştirecek adam olarak lanse edildiği bir yere gideceksin. Seçim senin." demişler ve o da tabii ki kutuma gitmek istiyorum Acun Bey demiş. Sonra da kutusundan Real Madrid çıkmış işte. Sonra da Hamit gitti ne var derseniz, net olayım Mesut gitmese, gitmiş olduğu halde iyi oynamasa bırakın Hamit'i, Nuri bile gidemezdi. Hepsi, Bayern Münih'in dışında Şampiyonlar ligi'nde 1.torbada yer alan bir takıma bile gidemezdi.

Gelelim adı Süper olan lige. Hiç bir anında bir gram plan olmayan bir ligin içerisinde bir şeyler yazmak, Türk ruleti oynamaktan farksız. Bu ligin bu durumda olmasının Aziz Yıldırım genelinde Fenerbahçe'nin düştüğü durum, İskender Alın, İbrahim Akın, Tayfur Havutçu, Serdal Adalı, çıktığı hiç bir hava topunu faul yapmadan alamayan Ümit Karan ve olmazsa olmaz Bülent Başgaaan'ın içeride olmasının ve bu isimleri içeride tutan ve açıklanmasını beklediğimiz iddianamenin eseri olduğunu tabii ki söylemeliyiz. "Aaa siz bunlara şikeci diyorsunuz, sizin geçmişiniz temiz sanki" anlayabilirsiniz bu cümleden. Hayır böyle demiyorum. Suçları yüzüne okunmadan, neden içeride olduklarına dair bir iddianame yayınlanmadan, "delilleri karartırlar" şüphesi ile içeride olan adamlar bunlar. Tayfur Havutçu'nun Mayıs 9'da yaptığı iddia edilen şike için, Temmuz 10'da içeri alınmasını düşünürsek, diğer isimlerin de keza bu ve buna yakın tarihlerde içeriye alındığını düşünürsek, bir shift+delete veya bir faber-castell silgi almak zor şeyler 45-50 günde. Ama böyle anlayanlara veya anlamak isteyenler için açıklayayım.

Bu ligde geçmişi temiz bir futbol kulübü yoktur, olamaz da. Bunu göz göre göre de anlarsınız ama maalesef ispatlayamazsınız. Ne acı. Gerçek budur. Zalad 8 tane yedi derseniz, ki Zalad ilk 5 golü yemiştir ardından yedek kaleci oyuna girmiştir, bu lafların gelmesinin sebebi yediği 5.golde elinden kaçırdığı toptur, bu futbol üzerine konuşanların daima "şike" denince ilk konuştuğu bir olay olarak kalmaya devam edecektir. Bir taraf şikeci derken, diğer taraf karşı argüman sunacaktır. Bu videodaki yorumlar gibi. 5 kırmızı kart dersiniz, Kocaelispor maçında 100. dakikada Ahmet Dursun'un ofsayttan attığı gol dersiniz, dersiniz, dersiniz ve bunları tarihten bir yaprak olarak okursunuz, izlersiniz. Bunları kimse açıklamaz veya hatırlamaz. Hiç bir şey yoktur bu olaylarda belki de. Komplo teorisidir sadece. Belki de sadece hakem, oyuncu hatasıdır. Anlatırsınız ama anlatamazsınız, ispatlarsınız ama ispatlayamazsınız, açıklarsınız ama açıklayamazsınız. Kimse, neden transfer görüşmesi yaptı diye Tayfur Havutçu'nun içeride olduğunu ama Sezer Öztürk ile Emmanuel Emenike'nin dışarı da olduğunu da açıklayamaz. 2007-2008 sezonunun 4.haftasında maç öncesinde Hakan Balta'yı transfer etmek için futbolcuya ve yönetime teklif veren, aynı sezonun 31.haftasında Abdullah Avcı'nın İ.B.B.-Galatasaray maçının öncesinde teknik direktörlük teklif eden Galatasaray kısmının da üzerine düşmez. Düşemez. Çünkü 200 yıldır, "kötü oyna, seneye bizdesin" cümleleriyle o kadar adam alındı ki bu ülkedeki takımlara... Ha keza, 2009-2010 sezonunun Ankaragücü - Fenerbahçe maçı öncesi Serkan Kırıntılı'yı İstanbul'da görmeyen, gezdiği yerleri bilmeyen kimse de kalmadı mesela. Ben bile gördüm adamı mesela Bebek'te. Bağdat Caddesi taraflarında da görmeyen kalmadı...

Şike mevzuu uzun iş, kısa keselim. Temiz adam ve takım kalmayacak yoksa. Buraya Sergen'in 3'e 4 yakaladığı defansın üzerine gitmeyip geriye döndüğü, Ergun Gürsoy'u, Selçuk Dereli'nin 2006-2007 sezonu Türkiye Kupası yarı finalini, Karabükspor kalecisi Vjekoslav Tomic'in ligde 1 farklı kaybettikleri sadece tek maçta son dakikada gol aramaya gittiğini o maçın da Fenerbahçe maçı olduğunu, 2005-2006 sezonundaki Galatasaray - Kayseri Erciyesspor maçında Ümit Karan'ın golünden sonra direkleri tekmeleyenleri, "biz futbolu saha dışında da kazanmayı öğrendik" cümlesini, Vahap Beyaz'ın efsanevi düdüğünü felan anlatırsak, uçar gider mevzuu. Daha 2007-2008 sezonunda Semih'in 90+4'ün 6.dakikasında (rakam yalnış değildir altı) golü veren hakemin bir daha maç alamamasını, Hüseyin Göçek'in Fenerbahçe - Gaziantepspor maçından beri Fenerbahçe, 2009-2010 sezonundaki Galatasaray - İ.B.B maçından beri iç sahada Galatasaray maçı almadığını, Bünyamin Gezer'in bir anda düdük asmasına girip, hakem mevzuuna da girebiliriz. Böyle bitmez bu yazı.

Neticede yukarıda ismi yazılı olan veya olmayan isimlerin hepsi iddianameye göre "Pardon" filminin ya yeni oyuncuları ya da "hayal kırıklığının başkenti"nin ilk ve en ünlü vatandaşları olacaklar. Kendilerine o kadar güvenen bir kamuoyu oluştu ki, beklentilerin aksi inanılmaz bir durum yaratır. Yarı finale çıktık diyen Hırvatların durumuna düşer. Şimdilik burada kalalım.

Neden bu lige plansız dedik. Puzzle parçalarını birleştirelim.

- Şike ile ilgili gözaltılar başlıyor. Trabzonspor, Sivasspor, Fenerbahçe, Beşiktaş takımının yöneticileri de dahil olmak üzere bir çok futbolcu ifadeye çağırılıyor. İfadelerinin ardından gözaltına alınanlar, tutuklananlar ve serbest bırakılanlar oluyor. Fenerbahçe ve Sivasspor başkanı cezaevine gönderiliyor. Beşiktaş Teknik Direktörü de cezaevine gönderiliyor.

- Fenerbahçe ve Sivasspor'un başta olmak üzere bir çok takımı küme düşürüleceği veya puan silme cezasına maruz kalacağı, hatta ligin şampiyonsuz tescil edileceği bile yüksek sesle söyleniyor.

- Temmuz başında futbolla ilgili yetkili kişiler toplanıyor, Fenerbahçe'nin Şampiyonlar Ligi'ne katılacağını, ligin böyle tescil edileceğini, küme düşürülmeyeceğini vs. belirtiyor. Daha sonra, bu daha sonra da yaklaşık 45 gündür, Fenerbahçe, Şampiyonlar Ligi'nden ihraç ediliyor. Bu son gün yapılıyor. Kura çekiminden önce bizzat Uefa tarafından. Daha önce bir şey yok diyen Federasyon, daha sonra "müdür ya biz 50 yıldır herkese yaptığımız gibi yine o devekuşu rolünü oynadık, hiç bir şeyi üstelemedik, iddianame istemedik vs. vs. kafamızı kuma gömdük ama bu kez olmadı siz gitmiyorsunuz" dedi. Planlarını Temmuz 12'de gidecekleri yönünde yapan Fenerbahçe, Ağustos 25'te "gitmiyoruz"a çevirdi. Niang'ı, Lugano'yu, Santos'u sattı.

- Mehmet Ali Aydınlar ve federasyon, 14 Temmuz'da ligler ertelenmeyecek, süper kupa yapılacak dedi. 1 hafta sonra ligleri erteledi. 1 ay sonra 20 Ağustos'ta liglerin sistemini değiştirdi. Açıklama olarak da; "bunu bir deneyelim, beğenmezsek değiştiririz" dedi. Bu benim yorumum değil. Kendi yorumu. Koton'dan gömlek alıyoruz ya.

- Yıldırım Demirören başkanlığında kulüpler birliği toplanıyor ve "şikeye verilen cezalar düşürülsün hatta küme düşme de kaldırılsın" diyor. Hatta yeni ceza süreleri bile belirleniyor. Neden ? İddianame mi var ellerinde ? Varsa paylaşsınlar. Neden sanki bu isimler ceza alacaklarmış gibi davranılıp bu isimler kurtarılmaya çalışıyor. Suçluluğunu biliyorsanız, ki olduğunu düşünüyorsunuz ceza düşürmekle, bize de bildiğinizi söyleyin. Yıllardır "yasa, yasa, yasa" diye haykıranların bir anda "evet efendim, sepet efendim"e dönmesi neden ?

- Bu play-off sisteminin aşırı derecede LigTv dayatması olduğu gerçeğinden bahsetmiyorum.

- Dahası fikstürde Trabzonspor'un aynı günde hem lig, hem de Şampiyonlar ligi maçı yapacak olması gibi saçma olaylardan bahsetmiyorum bile.

Ne anlatırsan anlat, hepsi buraya +1 olarak gelecek sadece. Çok maç yapmalıyız, az maç yaptığımızdan böyle oluyor diyerek Play-Off'u koyabilirsin, kimse yemez.

Takımların durumu da bir o kadar enteresan. Şampiyonlar Ligine gidemediğinden buna göre transfer yapan ama Şampiyonlar Ligi'ne giden Trabzonspor'un kadrosu, idare eden yabancılardan kurulu. Didier Zokora ve Adrian dışındakileri "ben takımıma almazdım" derim sadece.

Fenerbahçe kadrosu ise dediğim gibi Şampiyonlar Ligi'nden atılma yüzünden böyle devşirilmiş bir halde. Son anda gelen sol bek, santrafor felan (neydi adları Güntekin, bunları ben çok izledim ama Güntekin) kadro derinliği açısından takımda. Ama kazanmasını biliyorlar. Kayseri deplasmanında ceza sahasına bile girmeden maç kazanabiliyorlar, içeride de kazanıyorlar, bir şekilde kazanıyorlar.

Beşiktaş ise önüne gelen Portekizli'yi takıma almakla o kadar meşguldu ki, bir ara dedim başkan da arada yalnışlıkla kendi yerine bir Portekizliyi başkan yapar da Beşiktaş'ı kurtarır mı, ama maalesef olmadı. Bir adamın %50 bonservisine 2.1 milyon Euro para verip, adamı kadroya almamak, mükemmel. Net olayım, takımın patronu Ricardo Quaresma-Simao Sabrosa'dır. İstediğini kadroya al(dır)ır, istemediğini al(dır)maz, istediği hocayı getir(t)ir vs. vs.

Galatasaray da tam sorunlu adamlara bir şans verelim, Terim'i getirelim, 2000 ruhu yapalım derken değişik bir şey oldu. Askerlikte şöyle bir laf vardır; "Sizi s..medik diye böyle oldunuz." Galatasaray'lı oyuncular geçen sene bu durumda idi. Bu sene bu işi yapacak bir komutan geldi başlarına. Ayrıca Emmanuel Eboue'ye de bir yer bulunamadıkça "lüks oyuncu" olarak gezmeye devam edecek. Sol açık, sağ iç, sağ bek, sol bek vs. Pitbull var bir de. Yok Volkan Arslan değil.

Orduspor taş gibi takım. Bursaspor geçen sene ile aynı. Aslında bir çoğu aynı. Dedim ya bir şey kaybetmezsiniz diye. İşte ondan...

Gereksiz bilgi; Şımarık, 17 dilde cover yapılmış bir parçadır.