14 Şubat 2009 Cumartesi
Guus Hiddink Chelsea' de
Fenerbahçe 7 - Hacettepe 0
goller;
Alex (3)
Semih (2)
Deivid
Lugano
Erdoğan Hocaya da buradan The Doors - Roadhouse Blues armağan ediyorum ayrıca.
Dönelim Dönelim Hooooop...
Evet ligin 20. Haftasındayız ve Galatasaray (spiker de söyledi) geçen sene aldığı puan' ın 5 puan gerisinde...
Maça 10 dakka gecikmeli başladım, başladığımdan itibaren de Galatasaray oyuncularının kendilerini dönüp dönüp yere bıraktığını görmekten başka br şeyler olmadı. Ha bir de Servet sanki doğum günüymüşte bir gol atmalıymış psikolojisiyle ileri çıktı, durdu. Kaleye giden her top cılızdı, ki Ömer Çatkıç(adı kolay, soyadı hala anlaşılamamış) Gaziantep ile aklımızda yer eden arkadaşa bir kaç etkisiz şutta tosladık. Ha başka kaleci olsa belki bir tanesi girerdi. (mukayese edin işte ne kadar zayıf kalecilerimiz var)
İlk yarı da iki ya da üç tane pozisyon vardı, Baros aldı, Baros gitti; top Ömer' de kaldı. Nonda aldı, ceza yayına geldi, vurdu top Ömer' de kaldı. Zaten Kontrast bir garip, maçın içerisinde; arkadaşa dönüp "yahu abi biz sabah maçını anca evde Frankfurt - Köln oynayınca izliyorduk neden geldik ki?" şimdi diye sorduran cinsten, ama gerçekten de garipti bizim futbolcularda ilginç bir şeyler vardı, sanki maç öncesi öyle aralarında bir şov maçı yapıyorlarmış hissi verdiler taraftara.
İkinci yarı başladı; gene biz gidiyoruz, cılız cılız dönüyoruz. Kanatlar da Volkan depar filan atıyor gibi görünüyor ama hızlanması nafile, Zitouni ondan daha hızlı, arkada bulduğu pozisyonda vuruyor bizim kaleci çıkartıyor...Artık sıkıntıdan dayanamıyoruz; soldan orta (ki oralarda bir Sabri bir Sarıoğlu olması gerek ya) top ağlarda Ahmet Kuru attı...
Sonraki dakikalarda belki canlanır Galatasaray diye bekliyoruz; bir yandan da gözlerimiz Lincoln' ü arayıp "e, bizim oyuncular bu kadar düz iken ne niyetle Lincoln' e verilen parayı beğenmiyor?" içten içe sorusunu da sormadan edemiyoruz hani...
İlginç ataklar oluyor, Ayhan alıyor gitmeye çalışıyor, olmuyor dönüyor etrafında bir tur hop yere...
Mehmet Topal alıyor, o da yapıyor aynısını...
Sonra Aydın Yılmaz sonunda saçlarını kestirip, hiç bi yeri yellenmeden giriyor oyuna, bildiğin Aydın; dengesiz, hızlı...
Ümit Karan giriyor, bir şut çekiyor, sol ayağıyla. Bize Gençlerbirliği nde oynarken ki oyununun yapısına aykırılığını anlatıyor ekrandan, Kolibali ya da Kona sanmış, zenci diye Nonda' yı arkasından gelmeyi bekliyor...
Mehmet Güven giriyor, önce 87 numara formasına, sonra her zamanki gibi saçlarının durumuna bir göz gezdiriyoruz, kabağı garip adamın ya hu.
Sonra ne oldu bilinmez, 86 da dayanamayıp çıkıyoruz.
İşte bu maçta böyle gidiyor, Volkan Yaman' ın çıkan parmağı üzerine analiz yapıyoruz, Maçın içinde (Galatasaray olunca önemli pozisyon olmadığı için es geçtim) olan iki duran topu, (ki bunların biri çift vuruş) tartışıp Man Utd' in kullandığı kornere kadar gidiyor olaylar.
Kötüyüz, Bordeux' da bizi kötü bir zamanımızda yakaladı, Antalyaspor maçı; ilginç bir son olmadı ama biraz daha istek beklerdim doğrusu.
Ha bir de Şifo' da heyecanlı çocukmuş yahu...
Zeki Futbolcular
Metin Tekin, nam-ı diğer "Sarı Fırtına". 80'li yılların sonu; Sarı'nın efsane zamanları. Çok bilindik bir olay anlatılır:
Bir Boluspor maçıdır ve hakem maçı katletmektedir. Beşiktaş'ın iki golü verilmemiştir, Boluspor havadan bir penaltı kapmıştır, sonrasında Boluspor bir gol daha atar. Beşiktaşlı futbolcu Sarı Metin başlama vuruşunu yapmak üzere topu santra noktasına diker, hakem düdüğü çalar ama Metin başlamaz. Hakem: "N'ayak?" gibisinden sorar Metin'e. Metin de kıvrak zekasını kullanarak verir ayarı: "Hocam kendi yarı sahanıza geçin de başlayalım". Ovvv, güzelmiş.
Delgado, Ülker, Bonservis
Son bir yıl içerisinde içinde başlıktaki üç kelime olan bir haber gördüyseniz umarım benim gibi yapmışsınızdır: Okumadan geç.
Sürekli bir numaralar dönüyor falan. Olayın başına dönelim:
Günler geçiyor ve kampta "İbrahimler Kavgası" çıkıyor. İki İbrahim'in elinden Kaptanlık alınıyor, yeni kaptan seçilmesi lazım. İdari kadro-Yönetim akıllıca bir hamle yapıyor ve kaptan Delgado oluyor. Mati'yi takıma bağlamak, istikrarlı olmasını sağlamak açısından mantıklı bir adım. Zaten Mati de bu umutları boşa çıkarmıyor ve sezona çok iyi başlıyor.
Tabii Delgado sevenlerini üzmüyor yeniden bir istikrarsızlık başlıyor, sakatlıklar falan.
Bu ne yahu? Dünyanın hangi takımında "öyle bir açıklama yapalım ki ne taraftar ne de başkaları hiçbir şey anlamasın" kıvamında açıklamalar yapılır? Zaten hepimiz Ekonomi okumuş insanlarız ya! Senetler falan, Reklam karşılığı "İmaj" hakları... Kim bilir neler dönmüştür orada.
Yıldız Holding A.Ş. (Cola Turka) ile şirketimiz arasındaki 06.06.2005 tarihli sponsorluk sözleşmesi, 2010-2011, 2011-2012 ve 2012-2013 futbol sezonlarını kapsayacak şekilde, yıllık 4 milyon USD+KDV olmak üzere toplam 12 milyon USD+KDV tutarı üzerinden üç yıllığına uzatılmış, ayrıca şirketimiz futbol takımı oyuncusu ve kaptanı Matias Delgado’nun tüm imaj ve transfer hakları, Yıldız Holding A.Ş’den sponsorluk sözleşmesinin uzatılması kapsamında alınan, vadeleri 2010-2013 tarihleri arasında değişen toplam 7milyon 750 bin USD tutarlı Yıldız Holding A.Ş. senetleri devredilerek ödenmek suretiyle şirketimizce tümüyle devralınmıştır.
Bugün de bir Milliyet'de haber çıktı yine:
Arjantinli futbolcuyu Ülker grubundan 7.75 milyon dolara alan Beşiktaş, aynı şirketle 3 milyon dolarlık bir sponsorluk anlaşması daha yapıyor. Kartal böylece bu kuruluştan ekstra 6 milyon dolar kaynak elde edecek
Yok yok, Dizisini çeksen Amerikan yapımlarına kafa tutar bu olaylarla. Sürekli bi' para dönüşü, sürekli açıklamalar. Sonu herkes adına hayırlı olur umarım.
Taraftarın Sevgilisi Takımıdır
14 Şubat'ı asla yalnız geçirmez bir taraftar, aşığı olduğu takımla yaşar aşkını! Taraftarın en büyük aşk'ı takımı değil midir zaten?Irriducibili'de sesini yükseltenler için Lazio, Gate 13 tribününde yer alan biri için Panathinaikos, La Doce'de bayrak sallayanlar için Boca, Opposta Fazione'li biri için As Roma, Kop tribününde yer alan kimse için Liverpool, Fighters grubu arasında meşalesini ateşleyen için Juventus, Maç öncesi alkol alıp motive olan Service Crew üyesi için Leeds...
Hepsinin bellidir aşkı, sevgisi; sevgilisi.Hepsi için en büyük olan bir aşk vardır, o da takımıdır. Hepsinin sevgililer günü kutlu olsun. Her taraftara Mabedinde bu güzel aşkı yaşamak nasip olur umarım.
14 : Bir Farklı Adam
13 Şubat 2009 Cuma
Fulya Süleyman Seba Kompleksi / Sonucu Ne Olacak?
Çocukluğu Beşiktaş semtinden geçmiş birisi olarak orayı ta ne zamanlardan bilirim. Tabii bizim bilgimiz dışarıdan gördüğümüz kadarı sadece. Aslına bakarsanız projenin temelleri Baba Hakkı (Hakkı Yeten) zamanında atılmış. Baba Hakkı araziyi stad yapmak amacıyla almıştı ki o zamanlar bayağı olaylar olmuştu.
İşin en komik yanı ise açılış yapılma bahanesiyle toplanılması, ama açılan şeyin kompleks binası değil; kompleksin maketi olması!
Son bir hatırlatma. Pascal Nouma'nın işediği bir duvar vardı Fulya Tesislerinde. O duvarı koruma altına falan alsalarmış keşke, tarihi eser yahu.
Fergie ve Türkiye'de Teknik Direktörlük
Sene 1986, Fergie -ortada- Manchester United'ın Teknik Direktörlüğüne getiriliyor.
22 Kasım 1986, Fergie Manchester United taraftarlarıyla ilk kez buluşuyor.
6 Kasım 1986 - ... ? 23 sene bir takımda teknik direktörlük...
İstikrar abidesi gibisinden onlarca kilişe deyimler lazım buraya. Binin üzerinde maç yapmışsın, avrupa kupaları, lig kupaları almışsın.
Dailymail'in haberine göre -buradan ulaşabilirsiniz- 923 teknik direktör değişimi yaşanmış Alex Ferguson'un kırmızı şeytanların başına geldiğinden beri. Başka bir deyişle: Sir Alex, 923 teknik direktör eskitmiş 23 yılda.
Bir de olaya şöyle bakalım:
Sir Alex Ferguson göreve geldiğinden bu yana, sadece 3 Büyüklerde kaç teknik direktör görev almış?
28 Fenerbahçe, 16 Galatasaray, 16 Beşiktaş; toplamda 60 ediyor işte. 18 takım 1. ligde, 18 takım 2. ligde var bu da eder 36 takım. takım başına 20 taknik direktör değişikliğinden eder 720 teknik direktör. e daha alt ligleri katmadık bile farkındaysanız; ki Ferguson'un araştırmasında onlar da katılmış. (The Championship, League One, League Two vs) Düz bir hesapla Fergie'nin Manchester'ın başına geldiği günden beri ülkemizde, İngiltere'dekinden 3 kat daha fazla teknik direktör değişikliği yaşandığı söylenilebilir.
Biz hâlâ UEFA kupası, Şampiyonlar Ligi finalleri hesabı yapalım sezon başlarında, sezon ortalarında ise Avrupa kupasında kazanılan bir maç ile sezonu bitirelim, sezon sonunda hocaları kovalım. Turkcell Super Lig'de istikrar sağlanması adına bir kural çıkartsınlar. Sezon sonunda tüm takımlar şampiyon ilan edilsin. Böylece başkalarını "suçlu" ilan etmeye bayılan yöneticilerimiz teknik direktör kovma fantezilerinden vazgeçerler.
not: yetersiz teknik direktörler ayrı tabii.
Maç Günü
Endüstrileşme, sanayi toplumu, kapitalizm geyiğine vurmadan anlatmak zor olsa da kısaca şunu söylemek lazım: Bu kavram yok oluyor! Zamanını yakalayamasak da sağdan soldan duyarız hep: "Zamanına Galatasaray-Fenerbahçe derbileri tüm gün süren aktivitelere şölen havasında geçerdi" diye. Şimdi öyle mi peki? Şimdilerde sadece basın-yayın organlarında var derbilerin ve de maçların şölen havası. Sanırsam dünyanın genel sosyo-ekonomik yapısı bu duruma yol açtı. "Daha çok çalış, daha çok kazan; Rekabetçi toplum" muhabbeti hani. Taraftar kişi haftanın 6 günü çalışıyor, ekmek peşinde. Pazar günü -akşam da derbi var diyelim- dinlenmek istiyor adam. E adam maça gidiyor saat 18.50'de, 19.00'da maç var zaten. Maç bitince de doğruca eve, sonraki sabah dokuzda işbaşı yapacak kolay mı?
Nerede kaldı "maç günü" anlayışı?
Üç büyükler açısından durumu ele alırsak gözlemlerimden yola çıkarak şunu söyleyebilirim:
bu kültürü yansıtmaya devam eden kişiler en çok Beşiktaş taraftarları arasında bulunuyor. Sonra Galatasaray geliyor, hemen ardından da Fenerbahçe. Tabii bu takımların taraftar kitlelerinin yapısıyla da alakalı. Şöyle bir genel kanı var: "Beşiktaş taraftarı halk kesimi, Galatarasay taraftarı aristokrat, Fenerbahçe taraftarı burjuva". Gerçi Galatasaray ve Fenerbahçe taraftar profiller günden güne benzemeye devam etse de Beşiktaş taraftarı genelde "halkın takımı" kıvamında devam ediyor.
Herhangi bir maç günü -anadolu takımıyla maç olsun- Beşiktaş taraftarı semtinde "maç günü" kültürünü yaşatmaya devam ediyor. Beşiktaş Çarşı'sı önünde toplanılıyor, bayraklar, marşlar, meşaleler... Bir taraftar için güzel anlar. Biranı içiyorsun, marşlara katılıyorsun. Sonra taraftarlar yolu kapatarak stada doğru yol alıyorlar hep beraber. Fenerbahçe ve Galatarasay Taraftarları arasında ise durum farklı. Fenerbahçe taraftar kitlelerinde zaten karmakarışık bir durum söz konusu. Bir yanda Ali Koç destekli UniFeb Bağdat Caddesi'nden geliyor. Genç Fenerliler var bir de bu "maç günü" kültürünü yansıtmaya daha yatkın, onların önünü ise yönetim kesmiş. Kendi hâllerinde bir şeyler yapmaya çalışıyorlar. Galatasaray taraftarı ise en ortalaması. Maçına göre ve gününe göre bağımsız takılıyor taraftarlar daha çok. Genellikle İstiklal ve Mecidiyeköy tercih ediliyor. Futbol yaşanılması gerektiği gibi yaşanıyor; sokaklarda yaşanıyor.
Sonuçta futbolla, mahalle aralarında iki taş arasına kurulan kaleye plastik topla şut çekerek tanıştık değil mi?
Taraftarlık bu olsa gerek. Locada viski içerek digiturk'ten maç izlemeye ne kadar "taraftarlık" denir bilemiyorum. Taraftarlık yaşanılması gereken bir şeydir; konuşulması gereken değil.
Hard - Easy geçişi gibi şeyler.
12 Şubat 2009 Perşembe
Inter Milan vs. AC Milan
Inter: Julio Cesar - Maicon, Materazzi, Samuel, Chivu - Zanetti, Cambiasso, Muntari, Mancini - Ibrahimovic, Adriano
Milan : Abbiati - Maldini, Kaladze, Nesta, Jankulovski - Ambrossini, Pirlo, Beckham, Ronaldinho, Seedorf - Pato.
11 Şubat 2009 Çarşamba
Kazananlar ve Kaybedenlerin Zihindeki Yeri.
Birincisi ben daha 4 -5 yaşında sümüklü bir şeyken yaşanan bir mevzu; nedir? Roberto Baggio' nun kaçırdığı penaltı. Bence o penaltıyı Baggio' nun finalde kaçırmasından önemli başka bir ayrıntı; Brezilya' ya karşı oynarken kaçırmış olmak gibi. Ben küçüktüm ama bana kadar geldi esamesi, ki bu günkü hazırlık maçında da bu iki takımın maçları hatırlanırken ilk akla gelen ayrıntı oldu.
9 Şubat 2009 Pazartesi
Mustafa Denizli Bir Muammadır
N'olursa olsun Türkiye futbol tarihine damga vurmuş bir teknik direktör olduğu gerçeği değiştirilemez. Gerçekten uzun yıllar hizmet verdi Fenerbahçe'ye, Galatasaray'a ve Millî takıma. Gerçi 2000-01 sezonunda Fifa '00 oynarken çıkarttığı kadrolarla Fenerbahçe'yi avrupa'da rezil etmiş olsa da severiz kendisini. Sezon 2008-09'da Yıldırım Demirören'in bir lütfu olarak Beşiktaş'ın başına getirildi.
Muamma olması da şu soruyu sordurttuğundandır: "Kim nerede oynuyor yahu?!"
Tamam, deplasman maçlarını televizyondan izliyoruz da anlayamıyoruz sistemi tam olarak -ki aslında o kadar zor değildir bunu tv'den anlamak- ama içerideki maçları stadda izliyoruz; yine bir şey anlamıyoruz. Açık konuşayım: Ankaraspor maçından sonra maça gitmedim bi' daha, gitmem de bu gidişle. Takım sahaya çıkıyor. Herkes şaşkın.
-Kim nerede oynayacak?
-Sistem ne?
- 3-5-2 mi bu ya?
ve daha onlarca soru. "neyse maç başlayınca anlarız" diyorsun da imkansız. hocam 4-4-2'nin, 4-5-1'in suyu mu çıktı afedersin. dünyanın neresinde 3'lü defans anlayışı kaldı? yapma hocam yahu.
mustafa denizli; tam bir muamma futbol ekolu. ne kimin nerede oynadığı belli, ne de sistemin ne olduğu.
profesyonel işler.
Bu hafta sonu oynanan Galatasaray - Kayserispor maçı öncesi Galatasaray yönetimi Kayserispor' a yemek vermiş, hoş bir jest tabii. Maç 1-1 bitti, hakem tartışmaları arasında bir hafta sonu geçti ve sonrasında Galatasaray yönetimi bir takım açıklamalar yapmak zorunda hissetti. Burada var o açıklamalar. Bir gün sonra ise Kayserispor yönetimi de Galatasaray' a cevaben bir takım açıklamalar da bulundu. Onlar da burada mevcut.
E, olay nedir? Bir kaç gün önce yemek yenilebilinir, yorumcular "yüzlerine de söylerim, program da da söylerim iş ayrı arkadaşlık ayrı" diyebilir. Yahut klüpler birbirleriyle aralarındaki diyalogu belirli bir protokole çekebilir. Fakat bu deplasman takımına düzenlenen yemeklerin manası hiç bir zaman eksilmeyecektir belli. Gıcığıma giden aslında, İngiltere ligindeki Fair - Play uygulaması gibi; hani nasıl sakatlanan adam olursa topu taca atana sarı kart çıkıyor, bu yöneticilere de çıkmalı bence.