28 Ağustos 2010 Cumartesi

Bu taktik bize 'ofsayt'

Aslında Belediye maçından beri düşünüyorum bu konu hakkında fakat Helsinki maçında da iyice ayyuka çıktı vaziyet, yazmakta beklemekle iyi etmişiz kısaca.

İlk uyarı Plzen maçında geldi aslında. Hakan'a borçlu olduğumuz 1-1'lik skorun ardından ihaleyi tek ön liberolu sisteme ve garibim Fabian'a bırakmıştık. Keza daha sonraki Belediye yenilgisinde de orta sahayı teslim ettiğimiz için başarısız olduğumuzu söyledik, ki bu etkenlerden biriydi, evet. Fakat bu maçta ortada olan bir şey daha vardı ki Beşiktaş, sanki antrenmanda dar alanda çift kale yapıyormuşcasına oynuyordu. Arkaya atılan uzun toplara çareyi de ofsayt taktiğinde bulmuştu.

Hadi diyelim o gün de orta sahasız Beşiktaş'tan başladık şikayetlere. Haksız mıydık? Hayır. Fakat eksiktik...

Helsinki gücü belli, ilk maçta aldığı 2-0'lık yenilgi ile de zaten turu vermiş gibi çıktı karşımıza. Nitekim Quaresma'nın erken gelen golü de var olan umut kırıntılarını dahi yok etmeye yetti. Nitekim maçı izlemeyip sadece skora bakanlar 4-0'ı görünce oyunu Beşiktaş'ın sürklase ettiğini düşünürler, doğaldır. Fakat atalarımızın bu gibi durumlar için söylemiş olduğu güzel de bir söz vardır; ''Kazın ayağı öyle değil.''

Zira 4-0 kazanılan bir Avrupa maçının akabinde maçın yıldızı Kaleci Cenk ise, orada bir tezat, hatta tezattan da öte sıkıntı var demektir. Bu sıkıntının sebebi, Beşiktaş'ın önde kurduğu defansının ofsayt taktiğinde organize olamadığı için başımıza iş açmaktadır. İşin ilginç tarafı Zapo'yu takımda tutup Ferrari gibi bir stoperi ıskartaya çeken de bu sistemin ta kendisidir. Şu hal, defansa acil tarafından bir Toraman, bir de Sivok gerektirir.

Not: Bu arada Karabük maç kafilesinde Ferrari'nin olmadığını öğrenince depreşti bu orta sahaya yakın defans kurgusuna olan alerjim. Takımın en üst düzey stoperini kullanamadığın kurgu, senin takımına uygun kurgu değildir.

Ve bir futbol belgeselinde izleyip de söyleyeninin adını unuttuğum bir söz var ki; ''Ofsayt taktiği futbolun hızına ayak uyduramayanların sığındığı bir futbol düşmanlığıdır.''

Jose Mourinho'nun Ardından Rafa Benitez


Bayern Münih'i 2-0 yenip Şampiyonlar Ligi kazandıktan sonra Atletico Madrid gibi 2 galibiyetle kupa kazanmış bir takıma karşı 2-0 maç kaybetmek demektir Mou Başkan ardından Benitez. En önemlisi yenilen 2.goldür Mou ardından Benitez...

Yani, çekilmez...

27 Ağustos 2010 Cuma

Beşiktaş'ın Rakipleri


2007-2008 Şampiyonlar Liginde gruplarda Porto ile eşleştik. Quaresma ile taraftarın arası o aralar başladı. Öyle ki iç sahada Quaresma'nın golüyle yenilmiş olsak da herkesin aklında iyi şekilde kalmıştı adam. Hani derler ya "futbol tanrıları" diye. O tanrılar, karşılıksız bırakmadı Quaresma'nın kaderi Beşiktaş'a doğru ilerledi. Bu sefer Quaresma bizde, şimdi onlar düşünsün. (evet, abartı oldu)

CSKA Sofia ile 2006'da karşılaşmıştık. İçeride 2-0 kazanmıştık. Maç sıkıntılıydı ama Kleberson ve Gökhan Güleç'in golleri de hoştu. Deplasmanda sıkıntı yaşıyorduk. Hatırlatmak için söyleyeyim: "Runjeee, Runjeee" zamanları. Neyseki uzatmalarda Nobre ve Bobo'nun golleriyle turu almıştık. Daha sonra malum Tottenham'lı, Leverkusen'li, Dinamo'lu grup. Beşiktaş'ın kura şanssızlığının tescilidir o sezon. Tottenham kaçıncı torbadan gelmişti sahi?

1984-85 Kupa Galipleri Kupası 1. Tur'unda deplasmanda 4-1 yenilmişiz. İç sada 1-1 beraber kalmışız Rapid Wien ile. 1960-61, 1968-69'da kupa galipleri kupasında karşılaşmışız. Sonuç hep hüsran. Bir de "Hagii hagii hagii" var.  Wien'li gençler iyi hatırlıyordur eminim.

Kuranın şerefine kısa bi' nostalji yapalım dedik bol bol youtube'lusundan. Takımlar hep tanıdık sayılır. Schuster'in Avrupa Ligi'ne verdiği önemi de katarsak(bi' tek bana mı öyle geldi?) gruplardan sonrasını görebiliriz Beşiktaş için.

Necip #3


Yemişim taktiğini-tekniğini. Zaten o yazılanlar lazım değil bize de. Arada yazıyoruz işte. Bu akşam keyfim yerinde. Özet geçiyorum:

Guti topukla veriyor pası, Quaresma atıyor. Sırtı dönük oynayamayan(?) Bobo ver-kaçı hallediyor, Guti atıyor. Nihat kullanıyor korneri, Necip atıyor; Nihat abisine koşuyor. Hilbert "arayı" veriyor, Nobre atamıyor(olağan), Holosko tamamlıyor. Ernst, ortasaha "sanatçısı" gerçek anlamda. Her pozisyonda; hem bizim hem rakibin oyunun içinde var adam. Zapo-Ferrari topu oyuna sokarken şaşırtıyor. Bi' panik, bi' acele var. Çözemedik. İsmail, bi' zahmet üstüne koyamıyor. Hatta geriye gidiyor, üzüyor. Cenk, hakkını veriyor. Yolu açık, yolumuzda lazım. Quaresma, Guti, Ernst falan, güzel yıldızlar da; Necip işte.

Yıldızların ortasında/yanında Necip parlıyor. Buradayım diyor. Çok seviyorum bu adamı. Hatırlatıyorum ama, hâlâ gelişeceksin, hatta umuyorum buralardan gidip göğüsümüzü kabartacaksın.

Aman bırakma kendini, aman kardeşim.  
(evet, necip uysal patlaması yaşıyorum şu an)

not: bu arada fotoğrafı şairler parkı'ndan çaldım.

Hakan Kadir Balta


Daha önce daha uzununu yazdım. Ama bugün, özelinde bir özet geçeyim.

29 Temmuz 2010 ile 26 Ağustos 2010 tarihi arasında toplam 7 resmi mücadelede Hakan Balta her maçta 90 dakika forma giydi. Sadece bir maçta 80.dakikada yerini Serkan Kurtuluş'a bıraktı.

Bir önceki sezon Hakan Balta'nın mevkiisinde forma giyenler; Alpaslan Erdem. Volkan Yaman. Uğur Uçar.

Bu sezon forma giyen. Serkan Kurtuluş. Sağ bek.

4-5 genç üstüne para verip sol bek alıyorsun. Alınan adam sakat. Fenerbahçe maçında alternatif olarak Serkan Kurtuluş'u deniyor Rijkaard. Orada o oynar mı denip, çarmıha geriliyor. Temmuz - Ağustos ayında Finlandiya, Rusya, Ukrayna liginde forma giymiyorsan, normal bir Avrupa sezonu yaşıyorsan ya biyonik bir insan evladı olman gerek ya da adamın alternatifi yok demektir. Alternatifi yaratılmamıştır. Mustafa gibi. Ayhan gibi. Arda gibi. Servet gibi. Lucas gibi.

Ne desek boş. Rijkaard'ın yanında savaşmaya devam.

26 Ağustos 2010 Perşembe

Yaşasın Elendik


Beyler, eğer Aydın Yılmaz'ın 90'da attığı golle turu geçseydik;

- Aydın Yılmaz'ın zaten gol atması başlı başına dert iken, yine 90'da hem de bu kez turu getiren golü atarak kaç sene kalacaktı Galatasaray forması altında ?

- Zaten kötü olan, derinliksiz olan orta saha hattı, 3 kulvarda gidemezdi. Arada birilerinden 4-5 yerdik.

- 3 kulvarda gideceğiz diye 15 sakat verip, iyiden iyiye kadroyu bozacaktık.

- Şu durumda zaten Şampiyonluk, oradaki köy kadar uzakta iken, haftada tek maç ile belki yakın olur.

- Adnan Sezgin'in ve fikirdaşlarının, çarmıha gerdiği Haldun Üstünel zihniyeti karşısında kendi zihniyetlerinin ne duruma geldiğini umarız görürler.

İyi oldu elendiğimiz. Boşverin. Bir 5 sene daha o, 7 numara Aydın'da kalmamalıydı. Bizi bu hale getirenler utansın. Biz değil... Yine biz utanacağız ya neyse...

24 Ağustos 2010 Salı

Golsüz Eşitlik Splash Out Blog Record

Bay Kerahet'in uzun uğraşları sonucu, aylık 2 öğün ev yemeği ve Beşiktaş'ın deplasman maçlarını ücretsiz izleme karşılığı; Golsüz Eşitlik Blog'da yazmaya başlıyoruz. İsteklerimi kırmayıp, transferimi gerçekleştiren Bay Kerahet'e teşekkürü bir borç bilirim :)

Şaka bir yana, Beşiktaşlılık blogunda başlayıp, Golsüz Eşitlik'de devam ettireceğimiz "amatör" yazarlığımıza bu postla merhaba diyoruz.

Sevgiler, selamlar...


Bloglar Hakkında Bilgi - Transfer

Zamanında Beşiktaşlılık blogunu açmıştım. Ancak insanın ilk göz ağrısı burası olunca oraya yeteri kadar yüklenemedik. Alaz arkadaşımıza o blogu devretmiş bulunmaktayız. "besiktaslilik.blogspot.com" adresi bundan sonra ona aittir.

Gelelim burasıyla ilgili transfer haberine. Diğer blogdaki arkadaşım Ceyhun, yeni dönemde GolsüzEşitlik'e geçiş yapmıştır. Bonservisi zaten bizdeydi, takımını değiştirdik, altyapımızdan oyuncu çıkardık, pilot takımdan bulduk getirdik gibi bir şey. Kısaca Ceyhun, sınıftan arkadaşım, tribünden omuz omuza bağırdığım adamdır, can'dır, yeni yazarımızdır.Özellikle Beşiktaş'ın şubeleri ve Avrupa futbolu üzerine yazılarını, derinlemesine FM incelemelerini bekliyoruz.

Bir de ForzaBeşiktaş Forumlarından tanıdığımız Abdullah Doruk Koç da aramızda artık. Hatta "Merhaba" yazısını yolladı bile. Gerçi bu planlanan bir olay da değildi. Bir anda iletişime geçtik, "abi yazar mısın?" diye sorduk, "yazarım kardeşim" dedi ve yazdı; yazmaya devam edecek. Kendisine teşekkürler bir kez daha.

Ceyhun ve Doruk buraya, Beşiktaşlılık blogu Alaz'a hayırlı olsun diyelim.

not: yazıyı önceden yayınladık ancak düzenleyip tekrar göndermemiz gerekti. futbloglarda falan enteresan bir görüntü oluştu ama olsun artık.

Rijkaard'ın Balayı, Galatasaray'ın Kondüsyonu


Başlıktaki 2 olayın birbiriyle bağlantısı olduğuna dair bir bağlantı kurabiliyorsanız, ya siz Mehmet Ali Erbil felan oluyorsunuz ya da adama bir yerden çakmak için yer arıyorsunuzdur. Evet, Rijkaard balayı yapmış da, kampı geç yapmış da ondan kondüsyonsuzlarmış. Tabii tabii, di mi Güntekin diyelim ve Galatasaray'ın kondüsyon sorununa değinelim.

Bir futbol takımının sahip olduğu oyuncu rotasyonunun 14-15 futbolcu aralığına sıkıştığı haftalar, hangi aylara denk gelir? Nisan. Mayıs. Bir takımın oyuncu rotasyonunun 25-30 arasına genişlediği haftalar hangi aylara denk gelir? Temmuz. Ağustos.

Gelelim Galatasaray'a. 3 resmi mücadeledir, ilk 11'inden değişen kaç isim var? Barış - Serdar - Cana - Batdal - Emre. Burada bu görülen değişikliklerin tek sebebi var. Sakatlık. Yani, Neeskens'in Rijkaard'ın yanına gidip, "Frank, sağ taraf aksadı, şuraya Barış'ı atalım, Arda dinlensin Emre oynasın. Ayrıca yenge aradı akşam gecikmeyecekmişsin" dediğini mi sanıyorsunuz. Dahası, bu adamların hepsinin oynadıkları yer hep aynı bölge. Sağ tarafa yakın. Sadece Cana ve Batdal bu mevkiiden farklı. Galatasaray'ın oynadığı 5 resmi mücadelede de bu rotasyonun tek değişme sebebi sakatlıklar. Stoperde bile Neill - Servet tandemini değiştiremiyor Frank. Orta saha gibi bir defonun en büyük yırtığa dönüştüğü noktada bizim değişim dediğimiz şeyi Galatasaray, adamlar sakatlandı diye yapıyor.

Hakan Balta - Servet - Arda, 5 Galatasaray, 1 Milli Takım maçında her maçta 90 dakika oynadı. Arda ve Hakan Balta, Sivas ve Lviv maçlarında sırasıyla 80'de oyundan çıktılar. Bu 5 Galatasaray maçında da değişmeyen neredeyse 7 adam var.

Bakın, içerisinde bulunduğumuz ay Ağustos. Ağustos ayında Galatasaray, kadro sıkıntısı çekiyor. Sol bek yedeği sakat. Sağ beki sakat. Stoper yedeği sakat. Orta sahada Cana sakat. Sağ açıkların 2'si de sakat. Santraforlardan birisi iyiyken diğeri sakatlanıyor. Galatasaray, bu isimlerin yerine adam koyamıyor.

Geçtiğimiz yaz, ligin 2.haftasına kadar sol bek mevkiinde; Alpaslan Erdem - Hakan Balta - Volkan Yaman hatta Uğur Uçar oynadı. Bu sene ise 5 maçta Hakan Balta ve 10 dakika Serkan Kurtuluş. Bu bile kadro derinliği anlamında çok önemli bir işaret.

Fenerbahçe'nin 5 maçın 5'inde oynattığı tek adam Andre Santos. Kaşı, gözü güzel diye değil. Alternatifi yok diye. Geri kalan herkes, başka bir maç düşünülerek oynatılamayabiliyor. Beşiktaş, ha kezâ öyle. Trabzonspor'un da kendisine göre alternatifli kadrosu var. Ama Galatasaray, 15 kişi ile top oynuyor. 15. Tarih ise Ağustos ayı. En bol kadroya sahip olman gereken, her yerden 2'şer 3'er adam çıkacak olan, Florya'da yatacak yatak, duş alacak banyo bulamaman gereken haftalar, aylar bunlar.

Bursaspor maçının en çok koşan 2 adamı kim peki? Ayhan Akman. Hakan Balta. Takım halinde sadece tek değişiklik yaptı Galatasaray. Elano Blumer. Düşünün artık yeni bir soluk arayışlarının geldiği noktayı. Tek değişiklik ile toplam 12 futbolcunun Galatasaray adına koşusu 110km. Bursaspor'un ise 109km.

Galatasaray'ın durumu kondüsyon değil. Adamlara kondüsyon yükleyip, maç temposunu zamanla aşılamak için, bu oyuncuları zaman zaman dinlendirmek gerekir. Ama dinlenemiyorlar. Milli maç arasında gidenlerin hepsi, nedense, 90 dakikayı çıkartıyorlar, geliyorlar yine 90 dakika oynuyorlar. Galatasaray'ın derdi, alternatifsizlik. Alternatifsizliğin nedeni ise sattığın adamın parasını cebe koyup, yeni adamı almamaktır. Daha doğrusu alamamaktır.

Yani; vermeyince Adnan, neylesin Frank.

Merhabalar

Vedat Okyar feyzi ile geçen çocukluğumuzun ardından, güzel adama özenip önce rakı balığa, sonra Beşiktaş'ı anlatmaya meyledeli beri, sürekli yazıp çizesim vardır.

Gözümüzü açtığımız yer olan Forza'da ilk başlarda yazmaya çekinen tıfıl çocuk şimdi insanlar tarafından usta kalem olarak nitelendiriliyorsa bu kuşkusuz benim değil, zamanını, duygusunu bana ayıranların eseridir. Nitekim blog aleminde boy göstermemiz için insanlardan çok istek vardı. Bir kez blog da açtım ama orada yalnız başıma, sadece benim yazdıklarıma insanları mahkum eden bir sayfa yerine böylesi bir dost sohbeti, mahalle muhabbeti daha tatlı geldi bana.

Son yazımda bir cümle vardı, Beşiktaş'ın herşeye kâdir oluşuyla ilgili. BayKerahet kardeşimin yazımızı beğenmesiyle başlayan kontağımız, kendimi sizlerin arasında bulmamla noktalandı, şimdilik.

Velhasıl bizim satırlar okuyanda ne iz bırakır bilinmez, şimdilik yalnızca ben geldim :)

Selamlar olsun.

Aurelio ve Beşiktaş


Ta eskilerden dönen muhabbet sonunda gerçekleşti. Ben de blogun arşivine bir göz attım Aurelio için. Zamanında çok kızdırmıştı beni ve tüm taraftarları. Bir Beşiktaşlı olarak kolayca kabullenebileceğim bir transfer değil.

Olaya "amaan Rico da ne yaptı yeaa" rahatlığı ile bakamıyorum. Benim bildiğim tek şey Aziz Yıldırım ve köpeklerininin "Saraçoğlu Otoparkı Wars vol. bilmemkaç"a Beşiktaşlı bir sporcunun kurban gitmesidir. Ve o olaya şimdi Beşiktaş'a geldiği söylenen Aurelio'nun da karışmış, el kaldırmış olmasıdır.

Bu dakikadan sonra karşı gelmenin anlamı yok. Zira stadyumda bu sefer Beşiktaş Arması taşıyan taraf'ın aşağılanmasını da istemem. Elbetteki takıma kaptan olması gibi manyaklıklar yaşamadığı sürece. (Olmaz deme!) Burdan eleştirmesini bildiğimiz kadar sevmesek de oyuncuya saygı duymayı da biliriz. Ön sıralara koşup topçuya küfür de etmeyiz. Kalbimizde ağır-hafif bi' burukluk olur, oturur takımızı destekleriz. Zira bu atılan kazık bir değil iki değil. Bunlarla yaşamayı öğrendik uzun yıllar sonunda. Beterin beteri var, (ölümü görüp sıtmaya razı olanlar) rakip-eskisi topçuları toplarken de gördük bu insanları. Manevi yanlışların yanında sportif anlamda başarılı bir transfer olabilir bunu kabul ediyorum.

Twitterdan falan yeterince tartıştık bunları. Adam daha forma giymeden adını eskittik. Neyse, yazının sonuna hoşgörüsüne sığınarak Cartalete abi'min sözleriyle son verip, altına imzamı atıyorum. Ki ben Delgado'yu en sevmeyenlerdenim hatırlatırım.
... Beşiktaş-Fenerbahçe maçında müthiş bir devasa posterle karşılanmış, maç öncesi adını haykırtarak, gırtlak yırtmış olmasına rağmen "3 kuruş top oynayamarak"; akabinde, Tigana'nın veda için uzanan eline tenezzül etmeyen isimlerden biri olarak; aslında hiç bir zaman "Beşiktaş'ın oyuncusu" olmadığını kanıtlamıştır.. Bu durum Aurelio'yu haklı çıkarmaz, sevgisizliği geri getirmez elbette. Ama bir Bilica gözüyle de bakmıyorum kendisine açıkcası... Bir de işin "deve ve nerem doğru ki?" muhabbetinde olduğu üzere bir Beşiktaşlı profili var... Ne zaman ki; dar gününde olan bir futbolcu ıslıklanarak değil, alkışlanarak oyundan çıkar; o zaman Beşiktaşlı'ya Aurelio ve benzerlerine en sağlamından bir "hayır" deme hakkı doğar... Zirâ, Nihat ve Delgado belki dayak yememiştir, ama yaraları o günün Rico'sundan daha derindir...
Son olarak hayırlı olsun diyorum.

23 Ağustos 2010 Pazartesi

Nasıl Bi' Tipsin Lan Sen?


Hani karakteri falan bilmeyen yok. Kendisi çirkinlikte sınır tanımayan bi' tip. Bu akşam iki kere cinsliklerine yeni şeyler kattı. Biri üstteki pozisyon. Adam kaleciye mi müdahalede ediyor bana mı öyle geliyor? Sanki sağ tarafı işaret ediyor. Çocuğun aklını karıştırsa terse yatıracak.

Bir de baraj kurulurken kalenin içine girdi bir şeyler yaptı. Neyseki sağa sola zarar vermedi bu sefer. Çok cins adam lan bu.

not: görsele tıklayıp tam boya ulaşabilirsiniz.

Oh Ulan!


Yakışıklı çocuk, sempatik adam, alçakgönüllü bık bık.

En sevindiğim şey taraftarlar arasındaki gereksiz Delgado kavgasının bitecek olması. Son maçta ıslıklarla gönderilmesini istemezdik tabii ki ancak yeter. Gereken sistemde oynayamadı, sistem kurbanı oldu, aslında bu sene patlama yapacaktı... Delgado iyi oyuncu, kötü oyuncu tartışmalarına son, zira yorgan gitti kavga bitti.

Yolun açık olsun. Sana kaptanlık bandını verenler utansın, Beşiktaş kaptanın arkasından salladığım için de ben utanayım.

Ekleme: Resmi açıklama da geldi. Tıklayınız 

22 Ağustos 2010 Pazar

Beşiktaş'ın Çocuğu Nihat Kahveci (?)


Bizim bi' huyumuz var Beşiktaş taraftarı olarak. Futbolcumuza ya evladımız gibi davranıyoruz ya da evladımızın katili gibi.Demek istediğim bazı anlarda sevgimizden öyle boğuyoruz ki oyuncuları şaşırıyorum. Mesela sezon başından beri iç sahada maç devam ederken tribüne çağırıyoruz adamları neredeyse. Aman kötü oynamasınlar, katil biraz ağır oldu ama tribünlerin özellikle alt kısımlarındaki arkadaşları & abileri görseniz bana hak verirsiniz.

Dün gece soğuk duşu gördük. Maç kaybedilir, sıkıntı değil de tribünün hali üzücü. Zira takımın yakaladığı bu olumlu hava, tribündeki değişik hava ile aynı orantıda. Dün yine klasik oyuncu ıslıklamalar başladı tabii. Delgado ve Nihat ilk kurbanlar. En anti-delgado'culardan biri benimdir bu takımda. Gittiği gün, yeni takımının formasını alıp sırtına ismini yazdırmayı düşünüyorum bazen. Ama ıslık falan olmamalı yine de. Hele Nihat Kahveci..? Hani Beşiktaş'ın çocuğu, hani benim yaşıtlarımı Avrupa Futbolu ile tanıştıran adam, izledikçe göğüsümüzü kabartan..?

İyi oynadığında "Beşiktaş'ın Çocuğu", kötü oynayınca "yuhhh". Bir de "biz uyardık" tribi var ki evlere şenlik. Bi' de havaya ateş açsaydın uyarı amaçlı belki anlardı mnkym. Sana mı kaldı oyuncuyu uyarmak.

Bugün Nihat'ı ıslıklamak Necip'i de etkiler, Quaresma'yı da. Hepsinden öte sadece kötü oynadı diye armayı taşıyan sporcuyu aşağılamak olmaz. Olmamalı işte. Bunu anlamak ne kadar zor olabilir?

Haddime değil tribün ile ilgili ahkam kesmek ama gördüğümüzü söylüyoruz işte. Takımın toparlanması konusunda Schuster'in eline bakacağız tamam da tribün nasıl toparlanacak belli değil. Hadi hayırlısı olsun.

not: bu arada bazı taraftarlar maçtan sonra oyuncuları alkışladı falan. onlar ayrı tabii ki. ancak yukarıda yazılan kitle çok önemli malesef.