14 Ocak 2011 Cuma

Hak Ettiğinin Altında Değer Verilen Adam | #9 Roberto Hilbert


Quaresma transferi, Guti söylemleri ve Robinho dedikoduları nedeniyle transferi hep 2. planda kaldı Roberto'nun. Sessiz sedasız geldi diğer arkadaşlarına nazaran ve hep burun kıvrılan bir transfer oldu. Taraftarlar: "Aman Guti, Quaresma, Robinho gibi isimler konuşulurken neden alındı.", "İnşallah gelmez de kontenjan kaplamaz.", "Mustafa Denizli'nin son kazığı" gibi laflar ettiler. Hatta giydiği 9 numaraya bile takıldı. Sağ kanat o numarayı giyermiymiş de o numara uğursuzmuşta vs vs...

Sezona orta sahanın sağında başladı Robeto. Sağ önde gösterdiği performans pek parlak değildi ama Guti ve Quaresma'nın inanılmaz hızlı uyum süreci gözlerden kaçmış olacak ki; Hilbert'den de böyle bir performans beklendi. Sürekli eleştirildi. Top kontrol edemiyor, adam eksiltemiyor, orta açamıyor diye o dönemlerde. Belki doğruydu ama adam Kasımpaşa'dan transfer edilmemişti ki. Elbette ki bir uyum süreci olacaktı. Kariyeri boyunca Almanya dışında top koşturmamıştı.

Rıdvan ve Ekrem'in uzun süreli sakatlıkları,Erhan'ın yetersiz olması, İ.Toraman'ın tandemde düşünülmesi sonucu "mecburiyetten" sağ bek bölgesine kaydırıldı kendisi. Kariyerinin bir bölümünde sağ bek olarak oynamasına rağmen, başlarda orada da sırıttı. Mükemmel bindirmelerine rağmen, topu iyi kullanamaması ve defansta yaptığı hatalar nedeniyle yine beğenilmedi.


Maç öncesi tribünler tarafından yarım ağızla çağrıldı ama o ismini duyar duymaz koşarak geldi bizlere. Gençlerbirliği deplasmanında, 90. dakikada golünü attıktan sonra koşarak gitti; sevincini seyirciyle paylaşmak için. Guti dışındaki oyuncularımızın yapmadığı düşünülürse çok güzel bir davranıştı bu.

İlk devrenin ortalarını geçtiğimiz dönemde ise artık Hilbert, sağ bek mevkine iyice alışmıştı. Önündeki Nihat, Holosko ve Tabata gibi verimsiz ve top tutmayı beceremeyen oyunculara rağmen hücumlara yeterli desteği sağlamış, defansta da görevini yapmıştı. Toraman ve Zapotocny'nin yaptığı hatalarda, ters kademede de başarılı olarak rakiplere gol şansı vermemişti. Ama tüm bu yaptıkları görülmedi ve orta yapamamasına takıldı tekrardan. Topu kontrol edemediği, isabetli orta yapamadığı zamanlarda homurtular yükseldi hep tribünden. İlk devre sona erdiğinde ise, Ernst ile birlikte takımın en istikrarlı oyuncusuydu bana kalırsa.

Ara transfer döneminin gelmesi ve Quaresma'nın mahalleden arkadaşlarını getirmesi sonucu kontenjana takılıyordu Hilbert , hemen hemen herkesler tarafından. Hücumdaki altılıya takılan çoğu Beşiktaşlı, kafasından siliyordu Sivok ve Hilbert'i ülke sınırları içinde. Oysa alternatifi olmayan bir bölgeydi sağ bek bölgesi. Rıdvan ve Erhan'ın yetersizliği ve Ekrem'in sakatlığı, aslında vazgeçilmez kılıyordu Roberto'yu. Ama kimse bunun farkında değildi.

Haftaya cuma günü ikinci devreyi açıyoruz. Büyük bir özlemle Şeref Bey'e koşacağız. Yeni transferlerimiz ve takımımızla kucaklaşacağız. Roberto'yu da Simao veya Quaresma'nın arkasında, sağ bek mevkinde izleyeceğiz tekrardan. Maç boyu inanılmaz temposuna hayran kalacağız, Portekizlilerle uyumuna bayılacağız, hep bir ağızdan haykıracağız adını tribünlerden ve en sonunda fark edeceğiz Mustafa hocanın kazığı değil son kıyağı olduğunu Roberto'nun...

İsabetli orta yapamasan da, savunmada hata yapsan da; Hilbert, Hilbert, Hilbert...Seviyoruz seni...

not: Hilbert'e ön yargılı bakmayan ve yeni transferler sonucu bir kalemde silmeyenler, "herkes" ve "kimseler"e dahil değildir.

13 Ocak 2011 Perşembe

Adrenalin Halt Etmiş, Alayına Beşiktaş

Beşiktaş maçı izlemenin bazı rituelleri vardır. Totemlerin bini bir paradır, yumruklar her daim sıkılıdır, arkana yaslanmak, bacakları uzatmak, araya çay - çerez atıp rahatlama moduna girmek yasaktır. Hatta tarihte örneği de görüldüğü üzere ilk yarıyı 3-0 önde kapatır takım. Siz vurur kafayı yatarsınız, sabah bi kalkarsınız ki maç 3-3 bitmiş. Daha da acısı bu duruma şaşırmamaktır, çünkü Beşiktaş varsa olmaz olmaz.

Son transferlerden sonra, başka bir ifadeyle Beşiktaş yıldızlar topluluğu olarak anılmaya başladığından beri, biz Beşiktaşlılar bu zamana kadar yaşananları unutup bir miktar gaflete düştük. Kurulan takım interaktif futbol oyunlarında bile biraraya gelmesi zor isimlerden oluşunca bizler de PES oynarmışcasına bir skor ve futbol bekledik. Lakin makine gücü ile insan gücü hiçbir zaman bir olmamıştır.

Dün maç başlarken yalnızca özlem vardı içimde. Maç başlayınca yerini heyecana bıraktı. Zira sahaya çıkan kadro yine rus ruleti oynamaya meyilliydi. Sanki ilk maçı 3-0 kaybetmiş bir takım, rövanş maçına çıkıyordu. Savunmanın göbeğinde ise 6 aydır tek bir maç oynamamış Sivok vardı. Olası bir puan kaybı, kupaya bu sene de veda etmek demekti. Ayrıca gönül yeni kartalların ilk maçtan uçuşa geçtiğini görmek istiyordu, vesaire zinciri.

Almeida'nın gelişine çaktığı volenin, Manisa defansının baldırında patlamasının ardından Manisa'nın golü geldi. Ancak önemli olan; golü yediğimizde televizyondan izleyen biri olarak benim bile maçı alacağımıza olan inancımdan gram eksilmemesiydi. Takımın da buna inandığı gün gibi ortadaydı. Yenen golden ilk yarının sonuna kadar gördüğümüz Beşiktaş sezonun ikinci yarısında neler yapabileceğinin sinyallerini verdi.

Manisaspor'un ilk golünde asisti yapan Yiğit'in ön libero oluşu, Beşiktaş savunma ve savunmaya yönelik orta saha kurgusunun kopukluğuna işaretti. Göbekte dolan bu boşluğu doldurmak için Guti Haz., oyunu daha geriden kurmak ve daha fazla efor sarfetmek zorunda kaldı. Fakat bu bile Guti'nin gol bölgesindeki etkenliğini törpülemeye yetmedi. Haz; futbolu ve asistleriyle (özellikle ikinci gol pasıyla) herkese mesaj verdi. "Kim gelirse gelsin kral benim."

Sevgili ağabeyim Mustafa Demirtaş'ın "gizli 9" tabiriyle aklımda kalabilen Nobre dün yine o mevkide, yine çok iyi işler yaptı. Ayrıca Beşiktaş taraftarının futbolcuyu sevme kıstaslarının başında gelen koşma, mücadele etme, yüreğini ortaya koyma hallerinden de enstantaneler sundu bir hayli. Nitekim bu, benim kendisine ilişkin duygularımı değiştiren bir performans olmaktan ziyade, formanın kartalın midesine inmesiyle Nobre'nin oyunu arasında şüpheci bir denklem kurmama yol açtı.

İkinci yarıda ise gerek skoru elde etmenin gerektiğinden fazla güveni, gerek fiziki zaaflar ve hala devam edeen orta sahasızlıktan kaynaklanan bir düşüş oldu oyunda. İsmail-Hilbert ikilisinin vasat bek performanslarına Quaresma'nın şahsi oyunu ve Guti'nin fiziki düşüşü eklenince Manisa'nın beraberlik golü kaçınılmaz hale geldi. Oyunu 2-1'e getirdikten sonra kaçan gollerin faturası çok pahalı olacaktı ki Hilbert'in usta işi bindirmesiyle Simao'nun prof. işi pasını aldığı anda yapılan acemi işi penaltıyla paçayı kurtardı Beşiktaş, fark istenen, fark olabilecek maçta. Öyle her maçı kazanmanın kolay olmadığını, Beşiktaş maçı izlediğimizi de hatırlattı tekrardan. On numara promosyonu yapılabilir vaziyettir Beşiktaşlılık, heyecanı eksik olmaz. Adrenalinin diğer adıdır.

Dayıya akıl vermek gibi olmasın da, top rakipteyken sahada hasıl olan vaziyete bir çare bulması, nacizane ricamızdır.

Özlemişiz Beşiktaş'ı, hadi vira!

12 Ocak 2011 Çarşamba

"Seni yıkacak dozerin.."


Tribünlerdeki küfürden nefret ediyorum bu bi gerçek, ama söz konusu Ali Sami Yen olunca, Veda Gecesi'nde en çok haykırdığım tezahürat bu oldu sanırım.
Stada doğru son kez yola çıktığımızda, önce "sokak"ta zaman geçirelim dedik. Şelale'de takılır, Orjin Köfte'de bir şeyler yeriz, milletle muhabbet ederek içeriz. Öyle de oluyor zaten, başlangıçta beş kişiyken sayımız birden 15'e falan çıkıyor. "İşte bunu seviyorum" diye düşünüyorum sonra. Aramızdan kimse de hemen stada girmek istemiyor.Yolu bile yavaş yavaş yürüyoruz, tadını çıkara çıkara. "Son kez mi bu kapıdan geçiyoruz şimdi?" diyoruz sonra. Sonra ben stada dışarıdan bakıyorum: "çok büyük ama, nasıl yıkacaklar ki?"
Gösteri maçı bitince giriyoruz içeri. Adnan Polat ve Selahattin Beyazıt çıkıp bir şeyler anlatıyor ama duymuyorum bile. Keşke o yuhalamalar olmasaydı!
Sonrası havai fişekler, göğe balon uçurmalar.. Eğlenmeli miyiz ki, bilmiyoruz o anda. Cehennem'de izleyeceğimiz son maçı bekliyoruz sadece.
Aniden bi hareketlenme oluyor sonra yan tarafımızda. Bi bakıyoruz Haldun Üstünel! Kapalı üste gelmiş, taraftarlarının yanına. Sonra tezahüratlar başlıyor tabi "içimizden biri Haldun Üstünel" diye. Yanına gidiyoruz, kimseyi kırmıyor, fotoğrafımızı çekiyoruz biz de. "Siz gittiğinizden beri takımın haline bakın, lütfen dönün artık" sitemlerine, "farkındayım, takımı bir yerden başlayıp kurtarmak gerek ama zamanı değil şimdi" diyor gülümseyerek. Sonra tribünü dolaşmaya başlıyor..
İlk yarının ortalarında 1-0 geriye düşünce dünyanın belki de en gereksiz kaygısını yaşıyorum: "Sami Yen'e yenilgiyle mi veda edicez?" Sonra Gökhan Zan sakatlanıyor zaten, bütün stadla birlikte ben de "ufak" bir sinir krizi geçiyorum. Ama olmaz ki bu kadar da!
İlk yarıyı böyle bitirdikten sonra ikinci yarıya "Sami Yen için oyna" tezahüratıyla devam ediyoruz. Derken Kazım'ım mükemmel kafa pasıyla Servet'in rövaşatası geliyor! (Goldeki organizasyona geliniz) Çok samimi söylüyorum, "Servet atmasa iyiydi, hem de rövaşata olmasa daha da iyiydi" diye geçiyorum içimden. Bu golden yaklaşık on dakika sonra da Arda'nın golü geliyor. Dakika 83 olunca seviniyorum buradaki son golümüzü Kaptan'ımız Arda atıyor, ne anlamlı oldu diye ama ironiye gelin ki uzatmalarda Kazım da gol atıyor! -Olsun, bu da bize bi mesaj belki?
Neyse maç 3-1 bitiyor, işte şimdi birazcık da olsa layığıyla veda edebiliyoruz Sami Yen'e. Sonrasında da Ali Kırca'nın mektubu ve konuşması başlıyor: 
"Yen!" dedi, yendin yenilecek ne varsa, çünkü sen Ali Sami Yen'din...

10 Ocak 2011 Pazartesi

Beşiktaşlının Yasayla İmtihanı

Futbol sadece futbol değildir derler ya;

Bizim memlekette çok daha fazlasıdır.

İyiyi de, kötüyü de “şiddetli” sevinçler ve hüzünlerle yaşayan insanlar diyarıdır Türkiye.

Tuttuğu takımla yaşayanların çoğunluğu bir hayli fazladır.

Aslında bakmayın bu girizgaha; yalnızca Türkiye’de böyle değildir bu işler…

Medeniyetin beşiği denilen Avrupa’da da futbol sevgisinin holiganizm boyutuna ulaştığına sıklıkla şahit olmuşuzdur.

Lig yarışına mola verdiğimiz şu günlerde, ülke futbolunun geleceğini etkileyecek bir gündem maddemiz oluştu.

“Sporda şiddet yasası”

Yıllardır şehir efsanesi tadında dinlediğimiz, istenmeyen her olay sonrası ısıtılıp önümüze konulan, sahalardaki olaylara gem vurabileceği umulan o meşhur yasa, ayak seslerini yavaştan hissettirmeye başladı bugünlerde.

Peki ne oldu da yıllardır dudaklarda belirli belirsiz bir ıslık olmaktan öteye gitmeyen bu yasa, sözü müziği ufak ufak belli olan bir şarkı şeklinde duyulmaya başladı kulaktan kulağa?

Ne oldu biliyor musunuz?

İl Güvenlik Kurulu karar aldı.

7 sene sonra Bursa taraftarı İnönü’ye gelecekti, geldi.

Olaylar çıktı, insanlar yaralandı. Dahası; tüm bunlar Beşiktaş taraftarına ihale edildi.

Sanki küme düştüğü seneden beri her maç organize şekilde Beşiktaş’a küfreden Bursaspor taraftarı değilmiş gibi;

Sanki Beşiktaş Bursa deplasmanına çıktığında statta cenaze marşı çalınmamış gibi;

Sanki Beşiktaş taraftarının olmadığı bir maçta bir avuç yerde bulunan Beşiktaş Yönetim Kurulu’nu bir tabur asker çembere almak zorunda kalmamış gibi;

Sanki o Bursa taraftarı İstanbul yolunda Beşiktaşlılar Derneği’nin camlarını indirip, semtte de tahrik edici sloganlar atmamış gibi;

Sanki; uzar gider bu liste…

Zaten önemli olan sonuç. Sonuçta da suçlanan ve hor görülen Beşiktaş taraftarı zarar gördü.

Ve “Sporda Şiddet Yasası” bir nebze bu Beşiktaş taraftarının aklı başına gelsin diye ivediliği vurgulanır bir olay halini aldı. Anlayacağınız; yasa çalışmalarının hızlandırılışı oldukça manidar.

Peki; dünden bugüne ülkemizde yaşanan şiddet olaylarına kısaca ve kabaca bir göz atalım mı?

Bundan tam 19 yıl önce Beşiktaş taraftarı Mühendis Oktay, sırf boynunda Beşiktaş atkısı var diye Sami Yen dönüşü şehit edildi.

Beşiktaş’ın 5-0 önde götürdüğü bir Trabzonspor maçı, 85. dakikada Trabzonspor taraftarının stadı yakması üzerine tatil edildi.

Tüm maç boyunca statta bulunan herkesin can güvenliğini tehdit etmesine rağmen oynanan ve sona erebilen, dahası manşetlere dünya derbisi olarak geçen nice Fenerbahçe – Galatasaray maçları gördü bu gözler.

Hani şu doksan dakika sahaya atılmadık şey kalmayan;

Hani şu Eric Gerets’in kafası yarılan,

Hani şu milli takımdan can ciğer kuzu sarması arkadaşların birbirine tekme tokat, kafa göz daldığı, Lincoln ve Roberto Carlos’un el ele kolkola aksiyon filmi izler gibi izlediği nice anlara şahit olduk.

Ve daha neler neler…

Türkiye gibi bir kültür mozaiği ülkede, ırkçılığı gördü bu gözler.

Bu ülkenin bir takımını terör örgütüyle özdeşleştirenleri, yuhlayanları, inkar edenleri gördük. Hani şu “sütten çıkma ak kaşık” Bursa taraftarını,

Oysa aynı Diyarbakır İnönü’ye geldiğinde Diyarbakırlı kardeşleriyle kırmızı – yeşil çeken topluluk, Beşiktaş taraftarlarıydı.

Akabinde Diyarbakırspor –Bursaspor maçında çıkan olaylar, hala akıllarda.

Sahi; 2008-2009 sezonu ilk maçında, Antalya deplasmanında protokol tribünündeki Beşiktaş başkanına ve sahadaki Beşiktaş futbol takımına yağmayan kalmamıştı.

Yine Fenerbahçe şampiyonluğu Denizli’de bırakırken tribünde çıkan bir yangın ve sahaya atılanlar yüzünden maç on altı (16) dakika uzasa da, şampiyonluğu kaybetmişti Fenerbahçe.

Maç oynanırken naklen yayın kablolarının kesildiğine şahit olmuştuk, yine aynı statta kasten adam yaralanmıştı, “bıçakla”

Daha alt ligleri, amatör ligleri saymıyorum bile. Her akşam bir ana haber bülteninde, bu maçlarda çıkan olaylarda yaşananlardan kesitler görmek, hala mümkün.

Galatasaray’ın Ali Sami Yen’deki son lig maçı ve akabinde U-17 derbisinde yaşananlar da tuzu biberi.

Hani yasa sırf futbolu kapsamıyor ya, diğer branşlara da bir göz atalım.

Taze örnek, Tofaş – Beşiktaş maçı.

Ondan önce yine neredeyse tüm Fenerbahçe – Galatasaray derbileri,

Beşiktaşlı bayan voleybolculara sözlü tacize kadar giden Ankaragücü ve Fenerbahçe voleybol maçları,

Hatta saha dışı olaylar…

Beşiktaş taraftarının Cumhuriyet Yürüyüşü’nde bile uğradığı sabotaj ve saldırı…

Daha niceleri…

Peki tüm bunlar olurken neredeydi bu yasa? Neden esamesi bile okunmuyordu?

Bu yasanın amacı, gerçekten sporda şiddeti dizginlemek midir, yoksa Beşiktaş taraftarına ültimatom vermek midir?

Neden bunca zaman üzerine bir tek kelam dahi edilmeyen bu yasa, Beşiktaş ve Beşiktaş taraftarının mağdur edilebileceği bir zemin hazırlandıktan sonra ortaya atılmaktadır?

Kulüplere caydırıcı cezalar veremeyen güçlerin gücü, taraftara mı yetmektedir? Yoksa Türk futbolu elinde puro ile maç izleyen sponsor taraftarların seyir zevkine göre mi ayarlanmak istenmektedir?

Amaç nedir?

Basiretsiz otoritenin cezasını takımını her şartta desteklemek aşkıyla yanan cefakar taraftar mı çekecektir?

O zaman biz de taraftara uygulanan şiddetten dem vurmaya başlarız azizim.

Polisten yediğimiz coplardan, biber gazlarından…

Daracık bir kapıya hurra hücum ettirilişimizden.

Saatlerce açılmayan stat kapılarının önünde yaşanan izdihamdan,

Emniyetimiz işini daha kolay yapabilsin diye bir maça on farklı güzergahtan gidişimizden,

Çektiğimiz çileden bir başlarsak anlatmaya, biz de taraftara şiddet yasası isteriz.

İnsan gibi maç izleyebilmek, takımımızı destekleyebilmek adına…

Hele ki bu yasanın en çok da Beşiktaş taraftarına uygulanmak üzere hayata geçirildiğini düşünürsek,

Sorularımıza cevap alana karar, şiddet yasası ile şiddetli geçimsiziz.

Alayına karşı olmaya alışık Beşiktaş taraftarı…

Arz ederiz!

9 Ocak 2011 Pazar

Feliz Aniversário Bobo!




Tutun şu adamı takımda. "stay with us Harry" duygusallığından uzak, rasyonel sebepleri de varken...

Neyini anlatalım ki? Gol ortalamasını mı vereyim, son yıllarda "başarılmış" ne varsa altında Bobo'nun olmasını mı anlatayım? İşlemeyen takım oyunun işleyen parçası olmasını mı?

Hepsini geçtim; bunca yıldır burada olması ve ona bir "altyapı elemanı" gözüyle bakmamız da yetmez mi? Hani illa duygusal altyapı da arayacaksak...

Bu adamın gitmesine sebep olacak şey o sıçtığımın yabancı kontenjanı saçmalığı olacaksa ayrıca yazıklar olsun. Yerli sınıfındaki "Nobre"ye giden para ibret olsun. Bobo'nun tek suçu da bu takımda onun olması olsun. -şiir'e bağladık, duygusalız ya-

Son zamanlarda yapılan "mükemmele yakın" transfer hamlelerini anlamlandırın ve Bobo kalsın.

Feliz Aniversário Bobo! İyi ki doğdun!

Bir de video patlatalım. Çok babasın Bobo, çok harikasın. Emre Tivel'in coştuğu anlar.