Önce ilk yarının, ardından 2010 yılının bitimiyle beraber bolca gidenler-gelenler, olanlar-bitenler belgeseli izledik televizyonlarda. Beşiktaşla ilgili olanları hep "vay be" dedirtecek cinstendi. Sezon başında Schuster Dayı, ardından Quaresma ile 1, Guti ile 2. havaalanı kuşatması, ara transferde ise çılgınlığın devamı olarak nitelendirilen Portekizli akımı...
Herşey güzel gibi gözüküyor değil mi, bir olumsuzluk yok?
Ama benim gibi "arıza" profile sorarsanız kazın ayağı öyle değil. Şimdi diyeceksiniz ki derdin ne senin? Derdim var, var da anlatamıyorum, anlamıyorlar, belki de dünya değişti bilmiyorum.
* Murat Alaçayır - Bayram ikilisini aynı takımın sağ ve sol kanatlarında izlemiş adam Q7 - Simao ikilisine rağmen dertleniyorsa,
* 24 yıllık ömründe Sergen'den başka maestro görememiş adam Guti geldiğinde hala "ama birşeyler eksik" diyebiliyorsa,
* İlhan ve Pascal'dan sonra golcü namına bir tek keyfekeder Bobo'yu görebilmiş bir adam Almeida'nın gelişine bir yandan sevinirken bir yandan ama diyorsa...
Bu adam ben olduğum için söylemiyorum ama, haklı sebepler vardır.
Birincisi, Beşiktaş hiçbir zaman bu profilin takımı olmamıştır. Her daim daha mütevazı icraatlarla ve puan tablosunda yazandan çok daha fazlasıyla kurulmuştur zirveye ve de gönlümüze. Beşiktaş hiçbir zaman bir "Los Galakticos" kartviziti ile yer almamıştır gazete manşetlerinde. Bu popülizm, bu transferler, bu hava alanı izdihamları, bu ezer geçeriz havaları başka takımlara ait karakteristiklerdir. Beşiktaş'ın bu kimlikten uzaklaşır olmasından duyduğum endişedir bu transferlere acaba deme cüretini bana bahşeden.
Çünkü ben ve benim gibi daha niceleri, Beşiktaş'ta Necipler, Nihatlar, Metinler, Sergenler, hadi ille de yabancıysa Madidalar, Amokachiler, Bobolar, Noumalar görmeye alışıktır ve bu geleneğin böyle sürmesini ister. Beşiktaş hazıra konmaz, kendi yıldızlarını kendi yaratır. Kendi unutulmazlarını kendi belirler ve bulundukları yere kendi taşır. Beşiktaş, İngiltere'de "sir" unvanına layık görülmüş sınırlı sayıda insan evladından biri olan Les Ferdinand'dan "eski Beşiktaşlı Ferdinand" diye söz ettirebilen güçtür.
Şimdi bu değişim, bu başkalaşım yönetimden taraftara tüm camiaya sirayet etmiş durumda. Eski tevazumuz yerini, rakip taraftarı transferlerle kızdırır hale gelen şımarık zengin çocuğu hüviyetine ha kaptırdı - ha kaptıracak. Dillerde bir 17'de 17 dileği var ikinci yarı için. Bunu Beşiktaş'a güvenerek söylüyorsak eyvallah, ama ezer geçeriz, sahaya gömeriz tarzı yaklaşımlar hiç bize göre değil. Keza transfer sezonu başında sadece Quaresma'ya bile dünden razı olan bizlerin şimdi Messi, Ronaldo istekleri, hatta bunu bestelere dökmemiz bize göre olmamasından da öte normal değil.
Bu kabuk değişiminin Beşiktaş kimliğini erozyona uğratması endişesini taşırken bir yandan da Necip'i, Muhammed'i, Ali Kuçik'i, genel bir ifadeyle Beşiktaş'ın çocuklarını düşünüyorum. Kısa vadede bu transferler onların mesailerini oldukça kısaltacak olsa da, uzun vadede bu isimlerin kendilerine katacağı çok şey olacaktır, tabi almayı başarabilirlerse.
Örneğin Necip daha bir ölçülü ve dengeli oynamayı Fink'ten değil de Fernandes'den,
Muhammed arapasını, adam eksiltmeyi, frikik kullanmayı, falsoyu, oyun görüşü ya da zekası denen kavramı Tabata'dan değil de Guti'den,
İsmail, Rıdvan gibi kanat oyuncuları orta ya da asist özelliğini Holosko'dan değil de Q7 - Simao ikilisinden,
Ali Kuçik gol vuruşunu, rakip defansı yıpratmayı, çapraz koşuyu, deplase olmayı, pozisyon bilgisi ve zamanlamayı Nobre'den değil de Almeida'dan öğrenebilecek ve kendilerini geliştirebileceklerdir, işin olumlu yanı da budur.
Bu yazıdan transferlere futbolun doğruları bakımından muhalif olduğum düşüncesi uyanmaması için şunu da söylemeliyim, bu kadroyla Beşiktaş'tan en azından ligde play station futbolu bekleyebilmek mümkündür. Elinde sanatçın varsa sanat her yerde vardır ve böyle bir malzemeyle futbol sanata dönüştürülebilir. O iş de artık Dayı'nın ellerinden öper.
Bekleyip göreceğiz...