17 Ekim 2009 Cumartesi

Kocaaa Liverpool (!)


25 Pepe Reina
5 Daniel Agger
12 Fabio Aurelio
2 Glen Johnson
23 Jamie Carragher
37 Martin Skrtel
26 Jay Spearing
21 Lucas Leiva
19 Ryan Babel
15 Yossi Benayoun
18 Dirk Kuyt

2009 yılının Ekim ayında Sunderland maçına bu kadro ile çıktı Liverpool. Hem de Premier Lig maçına. Koskoca Liverpool. Gerrard ve Torres olmadan bu hale geliyor işte. Agger veya Skrtel'den birisinin ön libero oynadığı bir takım.

Dünya'nın En Ünlü Yalancısı Daum || Hürriyet


Hürriyet'in ana sayfasındaki haber başlıklarından birisi Dünyanın En Ünlü Yalancısı haberi idi. News.de haberinde yer alan bir ankete dayandırılarak verilen haberde Almanlar 1.yi Daum seçmişler. Haberde nedeninin de malum kokain davası olduğu açıklanıyor. Habere ne desem bilemedim.

Başka bir haberden örnek vereyim ben de. Almanya'da yanılmıyorsam Bild gazetesi, Avrupa'nın en iyi kalecileri anketini yapıyordu geçtiğimiz aylarda. Cech, Buffon, Van der Sar'ın olduğu ankette 1 ve 2 yaklaşık %40'ar oy alan Volkan Demirel ve Leo Franco idi.

Yani, alelade bir sitenin aptalca bir anketini getirip haber yapmak ancak Ercan Saatçi'nin başında olduğu spor bölümüne yakışır.

16 Ekim 2009 Cuma

Bunlar da Top Oynadı Part I || Galatasaray


Busker ile ben zaman zaman msn muhabbetleri sırasında nostalji yapmak için eski futbolcuların resimlerinin linklerini yollarız. Öyle olur ki bazen, adını, sanını, unuttuğumuz isimler bir anda beliriverir. Ne güzel unutmuştuk yahu deriz. Veya onun ardından öyle bir isim gelmiştir ki, onlar unutulmuştur. Onların ilk bölümü olarak Galatasaray'la başlıyoruz. Son 10 yılında forma giyen "Bunlar da top oynadı"larla.

1- Kerim Volkan Kilimci - Mehmet Bölükbaşı; Fatih Terim 4 sene üst üste şampiyon yaparken Galatasaray'ı hep bir konuda sıkıntı çekti. Kale. 97-98 sezonunda Galatasaray şampiyon olurken yaptığı 34 maçta da gol yemişti. Volkan, sürekli olarak askerlikten izin alır gelir oynardı. Yerine gelen Mehmet Bölükbaşı'da, garibim, savunma hata yapınca bağıramazdı. Bülent Korkmaz'a kızmaya korkardı. Kalede kendisine kızılınca öylece bakardı. Ne zaman Taffarel geldi Galatasaray gol yememeyi öğrendi.

2- Bruno Quadros; Bu adamın soyadını bile daha düne kadar bilmiyordum. Busker söyleyince öğrendim. 1-2 tane Şampiyonlar Ligi maçını hatırlarım. 90 dakika toplam forma giydiğini söylersem hatırlamayanlar hatırlamadığınıza şaşırmazsınız. Şaşıracağınız nokta, içeride Hertha Berlin, deplasmanda Milan maçlarında 45'er dakika forma giymişti. Sokakta görsem tanımam ama. Forması da gözümün önünden gitmez.

3- Sergio Almaguer; Fatih Terim geldi, hemen kupalar bizim olacak mentalitesi ile bütün bütçeyi Terim'e sunan Özhan Canaydın sağolsun, Terim'e bu transferi yaptırttı. Yeni Popescu felan dendi ama ne kendisini gören oldu, ne de izleyen. Ağır taşıtlar sağdan gidiniz tabelasına uyması gerekirdi bu adamın. Muhtemelen Galatasaray'dan sonra yaş haddinden emekli olmuştur.

4- Frank de Boer; Yıllar evvel başka bir Hollanda efsanesi Frank gelmişti Galatasaray'a. Hollanda'ya emekli olmaya giderken, Amsterdam Arena'ya hayranlığını her saniye dile getiren Özhan Canaydın yine muhtemelen Amsterdam Arena'da turlarken, "gel alacağın paranın 2-3 katını verelim" diyerek getirmişti De Boer'ı. Kendisinin en büyük transferiydi. Galatasaray adına ise değil.

5- Gustavo Victoria; Bu adamın ne şekilde geldiğini bilmiyorum ama bildiğim şey, bu adama Perez yüzünden Mendez denmesiydi. Perez - Mendez diye kafiye oluşturan spor basını sonra adamın 4 isminde de Mendez olmadığını, Victoria olduğunu görünce vazgeçtiler. Lucescu'nun kadrosunda Liverpool ve Roma maçlarında sol beki nasıl savunduğunu hatırlarım hala. Kendisini 3'e katlamıştı o maçlarda. Kısacık boyu ve kısıtlı yeteneği ile çırpınır dururdu. Hele deplasmandaki Roma maçında Cafu 2.yarı maçı Galatasaray ceza sahasında oynamıştı. Sonra Antep - Rize dolanır oldu.

6- Ovidiu Petre - Gabriel Tamas - Fabio Pinto; Ayıramadım bu 3'ünü. Zaten Galatasaray'a ne geldiyse, hep birşeyin iyi yapılması yüzünden gelmiştir. Hagi - Popescu - Ilie - Filipescu'nun Romen ve iyi olması, başarısız transfer hamleleri ve bu Romen ekolü ile birleşince bu 3'lüyü Galatasaray'a getirdi. Petre'nin Fevzi'ye attığı voleyi hatırlarım. Tamas'ın da Nihat'tan yediği çalımı. Pinto'nun da santrafor olarak boş kaleye auta attığı topları. Gol atamadı galiba zaten.

7- Bülent Akın; Bir kazıklanma öyküsüdür Bülent Akın. "Kazıklanma nedir?" sorusuna resimli verilecek cevaptır Bülent Akın. Bir Glasgow Rangers maçında attığı gol vardır, bir de Fenerbahçe maçında attığı gol. Başka da hatırlamam. Hatırlayan da olmaz hani. Hatırlanmasın da.

8- Muhammed Sarr - Barrusso; Yeni "x" (X'i hatırlayamadım şimdi) olacak diye getirilip, 2-3 maç oynatılan 18-19 yaşlarında siyahi bir gençti ikisi de. Lokomotiv Moskova maçında bir gol attı Sarr. Herhalde o golü atmak için alınmıştı takıma. Sonra tekrar gönderildi bir yerlere. Perez'in yerinde oynamak, Perez'den sonra hiç kolay olmadı. Peşinden Prates gelmişti de frikikleri ile unutturmuştu çabucak. Barrusso konusunu açıp, Servet'in ön libero oynaması konusunu açmak istemiyorum. O da Leverkusen'e gol atsın diye getirildi herhalde.

9- Junichi Inamoto - Marek Heinz - Altan Aksoy - Ragıp Başdağ; Bu 4'lüyü de ayırmak istemiyorum. Tamam Inamoto sırıtıyor ama olsun. Altan gelip o kel kafası ile Hasan ile Kel Voltron'u oluşturacaktı ki, takım savunması, hadi takım savunması değil de kenarda izleyenlerin yüreği her maçı 5-3, 4-2 gibi kaldıramayınca, Gerets isteği ile gönderildi. Tam bir sol adamı da değildi hani. Ragıp zaten sezon başlamadan tekrar gönderilmişti. Marek Heinz'da Denizlispor maçında görüldü. O da sol ayaklı diye sol kanata transfer edilmesine rağmen sağ ayağı ile attığı gol ile. Inamoto transferini de "Japon taraftarları tribüne çekmek adına iyi" diyen bazı basın mensuplarına hediye ediyorum.

10- Marcelo Carrusca - Berkant Göktan - Hakan Yakın; Birbirinden ayıramadığım 3'lü. Hayır mevkiileri de aynı değil. Birisi sol kanatın yeni efendisi olacak dendi. Diğeri de Ümit Karan'ın kankası ve penaltı atmasıyla felan hatırlandı. Ümit'in gol sevinci yarım kalmasın diye bile oynadığı maçlar olduğuna inanıyorum Berkant'ın. Bir de Bayern Münih altyapısından felan denilmişti Berkant'a. Almanya'da dolanıyordur muhtemelen şu aralar. Carrusca ise düne kadar Florya'da eğleniyordu işte. Kıvırcık kıvırcık. Hakan Yakın ise 15 dakika felan top oynadı. Buradan gidip, İsviçre Milli Takımı'na kaptan oldu sonra. Aynı tarihlerde kendisi gibi Franck Ribery'de Florya'ya ayak basıyordu.

11- Lukunku - Radu Niculescu - Murat Sözkesen - Christian; Adında bu kadar U olan başka bir insan daha yoktur muhtemelen. Değnekvari bir golünü hatırlarım Lukunku'nun. Topa vurduğu ve 3-4 saniye sonra yavaş yavaş kaleye giderken kalecinin izlediği. Murat Sözkesen'de sezonun ilk yarısı Galatasaray'a 5 atan takımda Bursa'da 2 golle oynar iken, aynı sezonun 2.yarısı Malatyaspor'a karşı 1-0 kazanılan maçın tek golünün ismi idi. Dionisio Christian da yabancı santrafor olsun diye alınmış bir adamdı. Uzaylı Gri'si forma ile Trabzon'a bir golü vardı. Veee Radu Niculescu. Gelişinin ertesi günü Liverpool'a gol atan, Samsunspor'a attığı gol ile şampiyonluğu getiren adam. Zaten o kadar. Toplayıp götürün eve.

Fotoğraftaki de Tarık Mengüç. O olmasa da Abel Xavier gittikten sonra onu yaşattı bize.

Inglorious Basterds


Bu filmi nasıl anlatayım diye düşünüyordum. Tarantino'nun kendine özgü yeni vahşiliklerinden, sahneyi yaldır yaldır götüren müziklerinden, filmin en can alıcı noktalarında birden ortaya çıkan anlamsız hikayelerinden, Christopher Waltz'ın, Brad Pitt'in filmde oynadığını bile izlerken unutturan oyunculuğundan, filmlere göndermelerinden, sahnenin ortasında bir bayana giydirilen ayakkabı üzerinden Tarantino ritüellerini anlatacaktım ki, her yerde var bu dedim. Bu film şu resimdeki sahnedir benim için.

Albay Hans Landa'nın "strudel" yemesi. Tabii üzerinde kreması ile. Öyle bir yiyor ki strudel'i Hans Landa, siz sinemadan çıkarken salonun yanında bunu yapan bir cafe görseniz içeri girecekmişsiniz gibi kendinizden geçiriyor. Yanında da "cam bir şişede gelen süt" ile tabii ki. Tarantino bu filmi, Waltz için yapmış. Brad Pitt için değil.

süt cümlesini izleyen anlamıştır ;)

15 Ekim 2009 Perşembe

Madenci Lincoln

Fotoğraftaki arkadaşın üzerinde beyaz, o beyazlarda çamur görünce aklıma geldi...

"Mene, Tekel, Feres" Sayın (!) Demirören




Resime tıklayınız.

14 Ekim 2009 Çarşamba

Türkiye - Ermenistan Biletleri


RENAULT :1000 BİLET
TOFAŞ :1000 BİLET
EMNİYET TEŞKİLATI :7000 BİLET ( Sivil gelecekler )
İL İDARESİ : 4000 BİLET
DİĞER ŞİRKETLER :6000

Ajansspor Forum'unda yazan bilet dağıtımı bu şekilde. Bursa Atatürk Stadı'nın da 88.000 kişilik bir stat olmadığını da düşünürsek, bildiğin taraftar girmesin demek bu. Hani girer de Azerbaycan diye bağırırlar felan. Korku o yüzden. Aman Ermenistan'la aramız bozulmasın diye. Azerbaycan Bayrağına da yasak getirildi. Maçta Azeri bayrağı açmak yasak. Dilerim, bir futbolcumuz golden sonra formasının altından Azeri Bayrağı açar. Anorthosis Famagusta maçında kale arkası tribününden kocaman Famagusta yazısının açılmasına izin verenler de, bugün izin vermeyenlerde aynı kişiler. Spora siyaset karışmayacaksa, o günde de karışmamalıydı.

Maç yazısı da, Rüştü son 6 senedir bıraktığı Milli Takım'ı bir kez daha bırakıyor bugün. Linderoth'un sakatlanması kadar normal bir gelişme yani. Maçta, bana faydası olmayan kilisenin papazı...

ek: Anorthosis Famagusta haberi

Habertürk'ten Sansür


Oldu olacak Bursaspor Başkanı İ.Y. yazsaydınız.

Haber için tıklayınız.

13 Ekim 2009 Salı

Yılmaz Vural'ın Sinema Kariyeri || Gurbetçi Şaban



Bir önceki post'ta yazdığım film buydu. Hocanın oyunculuğa dikkat. Bıyıklar ve tavır 10 numara hocada.

Türkiye A Milli Takım "Yeni" Teknik Direktörü


25 yıldır teknik direktörlük yapıyor. Oyuncu yetiştirme desen elbet var. Eğitim desen var. Alt ligden üst lige takım çıkartma desen var. Yabancı dil, 2 tane. "Everything is something happened" gibi değil. Almanca ve İngilizce. Yurtdışında teknik direktörlük desen o da tamam. Hakemlik diploması bile var. Almanya'da, Köln'de 30 maç yönetti. 2 tane Başbakanlık Kupası var. Fenerbahçe'ye 3, Beşiktaş'a 4 atarak almış. İlk maç 3-0 kazanıp, 5-1 kaybettiği bir Türkiye kupası finali var. Pro lisans antrenörlük daha düne kadar bir kendisindeydi. 2 tane futbol akademisinden mezun olan da o. Artistlik desen, Kemal Sunal'la beraber filmi bile var. Kenarda golden sonra adam dövme desen o bile var. Alman vatandaşı. 3 kez de yılın antrenörü seçildi.

Hans Peter Briegel, Karl Heinz Feldkamp, Christoph Daum, Thomas Doll, Reinhard Stumph, Falko Götz değil. Yılmaz Vural. Durun benim adayım değil. Öyle bir gelişme de yok. Sakin. Devam.

Neden yazdım bu özgeçmişi. Bu göreve adaylığını açıkladı. Olur mu? Olamaz. Oldurmazlar. En azından başka hocalar gibi kıvırmıyor lafını. Ama özgeçmişinin çalıştırdığı kulüpler kısmını buraya yazarsam, sayfa almayabilir. Her daim Yılmaz Vural bu ülkede futbolun içinde olmalı ama.

Peki, diğer senaryolar kim? Senaryo'ya ihtiyaç var mı? Biraz uzun olacak ama bu yazı, yazmaya çalışacağım.

Bülent Uygun denildi. Teknik direktör olarak evet. Hayrettin Yerlikaya, Abdurrahman Dereli, Pini Felix Balili, Faruk Bayar ile şampiyonluğa oynuyorsa bir adam başarılıdır. Ama teknik olarak. Kenarda Ertuğrul Sağlam gibi bir duruş gerçekleştirseydi, bugün sözleşme imzalanabilirdi. Olmaz. Görmek isteyen olur mu? Sanmam.

Ertuğrul Sağlam denildi. Daha çok erken. Slaven Bilic gibi olsa keşke. Ama Arda, Semih, Tuncay, Hamit, Volkan, Servet, Ertuğrul Sağlam'dan daha fazla uluslararası mücadele görmüş durumda. Terim gibi otorite kurabilir mi? Zor maçların baskısını Terim gibi kavga etmeden kaldırabilir mi? Zor. Peki yardımcı olarak olabilir mi? Kendisi kabul ederse belki. Oğuz-Metin gibi gölge adam olmaz en azından.

Luce + Hakan Şükür deniliyor. Paket halinde servis ediliyor herhalde bu iş. Luce tek başına alıp götürecekken Hakan neden? Luce + Sağlam olur da deniliyor. Kalp ameliyatı geçiren Luce'nin böyle bir göreve sağlığını düşünerek girmesi mümkün mü? Avucunun içi gibi bildiği bir ülkede, eleştirileceğini de biliyor. Kurulu takımını da bırakır mı? Para konuşur elbet ama onlarca hücum silahımızın olduğu bir takımda sistemi çok tartışılır. Çok tartışma çıkartır.

Daum denildi. Yıllık 3.5'u bırakıp, böyle bir işe girer mi bir adam? 2'si beraber olsa zaten Terim'e yaparlardı bunu. Kendi de istemedi.

Şenol Güneş tekrar gelir mi? Gelse Trabzon bırakır mı? Kore'den gelir mi? vs.vs.vs.

Aslına bakarsanız, bu isimler bile hikaye kısmı. Terim için ne dedik? Taktik, teknik, strateji yok. Allah Allah deyip geçer Genç Osman taktiği ile oynadık. Hani derler ya, İtalya turnuva takımıdır, Almanlar turnuvada sonradan açılır vs. vs. Dünyanın en büyük 2.turnuva takımı biziz arkadaş. 1.si Brezilya ise 2.si biziz. "Nasıl yani, hadi oradan" derseniz açıklayayım.

2 kez Dünya Kupası'na gitmedik mi? Gittik. 1.si peri masalı idi. 2.si 2002. Dünya 3.sü olduk. Guus Hiddink'i yenerek.

3 kez Avrupa Şampiyonası'na gitmedik mi? Gittik. 1.si peri masalı, aaa yazın resmi maç yapıyoruz, Alpay-Vlaovic dedik gitti. 2.sinde çeyrek finalde penaltı kaçırıp, faul olmasına rağmen bir 2.gol yiyerek elendik. 2008'de yine Guus Hiddink ile aynı yerde karşılaştık.

1 kez Konfederasyon Kupası'na davet edildik. Brezilya'yı perişan ettik, eledik. Fransa'yı 2.yarıdaki oyunla perişan edip, 90'da penaltı kaçırarak elendik. 3.olduk.

Bunları neden yazdım? Bizi aslında köprüyü geçerken idare edecek bir adam lazım değil. Bize, bizi köprüye götürecek bir adam lazım aslında. İçerideki bütün maçları kazanıp, deplasmandaki Estonya, Ermenistan ayarındaki takımlara puan kaybetmeyecek, Bosna-Belçika'ya en kötü yenilmeyecek adam lazım. Yoksa bizim 23 kişilik kadronun derdi, finaller değil. Elemeler. Bir şeyi adamakıllı anladığımız tek nokta belki de. Elemeler denince elenip, finaller denilince final kısmından aşağısını görmüyoruz çok şükür.

Bize sistem gerek. Maç öncesi 11'i 1 farkla yazmamız gerek artık. Zaten gittikten sonra turnuvalara peşinden koştuğumuz Hiddink'le karşılaşıyoruz yarı finallerde. Bir maça çıktığımız zaman yeneriz dediğimizde yeneceğimiz, rahat rahat izleyeceğimiz maçlar olmalı. "Estonya'ya bile kriz geçirerek 4 tane atıyoruz 2 tane yiyoruz" olmamalı. Teknik adam kadar, yardımcılarını da iyi seçmeliyiz. Seçtirmeliyiz. Golden sonra tokat yemesin, tribünden hocayla beraber maç izlemesin yardımcı. Çıksın kenarda taktik versin. Mesaj beklemesin üst taraftan.

Ayrıca Hiddink de gelmez zaten. Mis gibi votka, havyar varken bırakılır mı Rusya. Ama Yılmaz Vural da adeta küçük bir Maradona yahu. Çimlerde göbek üstü yatmak bile var. 2-3 maç getir, stresini alsın ülkenin. Yanına da Hikmet Karaman. Hükmen 3-0 kazanmazsak bir şey demiyorum.

12 Ekim 2009 Pazartesi

Frank Rijkaard vs. Hakan Şükür


Desportivo'da Rijkaard İnönü'de yazısını görünce biraz araştırayım dedim. Hakan Şükür ve Bülent Korkmaz'ın karşılıklı oynamadığı futbolcu yok şu dünyada. Frank'e karşı da oynamışlar. Sağolsun Milliyet Arşiv'lerinden buldum maç ile ilgili olanları. O zamanlar sahip olduğumuz bir aşağılık kompleksi de varmış. Gullit'in ikili mücadelede yere düşmesine bile bir yorum var ki, efsane. Peşinden de Ömer Üründül'ün maç yazısını koyacağım. Koyu yazılan yerlerdeki isimleri değiştirin, 2009 model yazı olmazsa birşey bilmiyorum.

Bu fotoğrafın altında yazan ise; Milan'ın milyarlık yıldızı Gullit'ten Orhan topu kapmış ve bir atak geliştirmeye çalışıyor. Gullit ise çaresiz yatıyor.


Ömer Üründül'ün maç yazısı. Bloklar arası bağlantı kelimesini ilk kullandığı gün, eminim; kale üst direkleri henüz yoktu. Muhtemelen sakalları da.

11 Ekim 2009 Pazar

Sakin Ol Maradona


Dünya Kupası'na gitmeyi mi garantilediler? Hayır! 2010 Güney Amerika elemelerinin 10.su yani sonuncusu olan ekibi 2-1 yenmeyi başardılar. 4.lüğe yükseldiler. Ama iş Peru kadar kolay olmayacak maalesef. 16 Ekim 2009 günü Arjantin, grupta son maçına çıkacak. Hem de 1 puan gerisinden gelen Uruguay'ın karşısına. Hem de Uruguay'ın sahasında. Diğer takipçi Ekvador da ne yapacak derseniz, ununu elemiş, eleğini asmış Şili ile karşılaşacak. Onlar Şili'yi yener, Uruguay'da kendi evinde Arjantin'i yenerse, Messi'yi, Aguero'yu, Maxi'yi, Forlan'ı izleyemeyeceğiz. Onlar Uruguay'a yenilir, Ekvador'da Şili'yi yenemezse Honduras veya Kostarika ile baraj maçı oynayacak Arjantin. Arjantin kazanırsa zaten hesaplara gerek yok. Maradona başlarındayken kolay mı? 16 Ekim günü göreceğiz.

Ne Kinmiş Arkadaş


İngilizler, kendilerini 2008 Avrupa Şampiyonası'ndan eleyen Hırvatistan'a dünyayı dar etti desek yeridir. Hırvatlar, gruptan çıkmayı garantilemesine rağmen, İngiltere'de 3-2 kazanmış, İngilizleri dinamitlemişti. O İngiltere, bir sonraki şampiyona elemesinde rakibi olan Hırvatlara 2 maçta 9 gol attı. Peşinden, kritik maç olan Ukrayna'ya karşı 1-0 kaybederek, Hırvatları 3.lüğe itti. Tabii bunda maçın 20.dakikasında atılan kalecilerinin de payı büyük. Neticede Hırvatistan, Andorra'nın eline bakıyor. Andorra'nın da puanı yok.

Son kez Shevchenko diyecek Ukrayna. Son kez Sheva'yı izleyebileceğiz Dünya Kupasında. Tabii play-off'ları geçerse.