8 Aralık 2010 Çarşamba
Ali Sami Yen'in Unutulmaz Günleri #1|| 14.05.06
12 Mayıs 2006 günü Cuma gününe denk geliyordu takvimlerde. Lise son sınıftaydım ve ÖSS belası, yine bir sistem değişikliği ile bu kez ölüm grubu şeklinde yaklaşıyordu bize doğru. Haftasonu dershane vardı. Okuldan ayrılmak üzereydik. Bir sıra arkamda oturan Faruk adlı arkadaşım; "Pazartesi buraya geldiğimizde Şampiyon olarak geleceğiz" demişti bana, muhteşem bir inanç ile. Ben O'nun kadar inanamıyordum. 22 Nisan günü Mike Tyson'dan dayak yemiş gibiydik, üstüne Trabzonspor'dan beklenen "puan kaybı haberi" gelmeyince de son otobüsü kaçırmış ve evi çok uzaklarda bir kişi psikolojisine bürünmüştüm ben. "Zor ama belki" demiştim sadece. Pazar oldu. Sabah yine maça gidecek Faruk'tan bir mesaj geldi. Şampiyonlukla ilgili bir tezahürat yazmıştı. Ben ise dershaneye gitmeden önce okuyup, gülümsemiştim sadece.
Akşam 19.00 olmadan, son dersi ekerek kaçıp eve dönmüştüm. Maçı babam ve amcam, Fenerbahçe'li komşular ile beraber izleyecekti. Arabalar bile bayraklar ile donatılmış ve hazırlanmıştı. Ben tek başımaydım aralarında. Maç başladı 2 tarafta da. Aslında birisi başlayamadı. Mecburiyetten Galatasaray maçına geçtiler. Galatasaray da sezonun sistemi ile başladı. Hasan'a şişir, Hasan sağdan makineli gibi ortaları sallasın. Hakan vursun. Neyse, Fenerbahçe maçına dönüldü. Tekrar Galatasaray maçına. Hasan yine sağ kanatta birileri ile boğuşur, İlic defans ile kaleci arasında ofsayt olmadan topla buluşur ve Capone her zaman arka direkte boş kalırdı. Bu Ali Sami Yen'in değişmeyen yazısız kurallarından sadece bir kaçıydı. Gol, sadece benim için mutluluktu. Babam için ise sadece "rahat olun atarız şimdi" cümlesi için bir araç. Bir hafta önce şampiyonluk için sevinecekken Hasan Kabze mucizesini görmüştü ama sorun etmemişti. "Ne olacak 1 hafta daha bekleriz" demişti.
2.yarı oldu. Sabri 2 yaptı. Sabri 3 yaptı. Ama Denizli'den gol haberi yoktu. Ekranda 90'a yakın bir dakika var iken Yusuf aldı. Kontraatak futbolcusu olmadığından sağını solunu aradı. Solundan Mustafa Keçeli yardırdı. Önüne bıraktı. O topa vurduğunu ve topun Rüştü'yü geçtiğini gördüm en son. Bir de sinirden kanal değiştiren babamın açtığı Galatasaray maçında Hasan Şaş'ın koşturmasını.
Evden fırladığımı ve merdivenlerden inerken "gol ulan gool" diye haykırdığımı hatırlıyorum sadece. 2-3 dakika sonra kendime geldiğimde de amcamlara çıkamadım. Kendi evimize girdim. Trt Radyo'yu açtım. Evde hiç bir yerde ışık yoktu. Radyo'yu bile evde uydudan dinliyordum. Ekran simsiyahtı. Hiç ışık yoktu. Ben bomboş ekrana bakıyordum. Ama neler görüyordum, neler yaşıyordum. Levent Özçelik'in sesi vardı odada sadece. Bir de kalp atışlarımı duyuyordum. Ekrana bakıp, bir yandan Ali Sami Yen'in o zafer günlerindeki görüntüleri aklıma geliyor, diğer yandan da akın akın Fenerbahçe atakları oluyormuş gibi canlanıyordu hafızamda. Levent Özçelik'in "Denizli küme düşmekten kurtuldu" cümlesini duyduğumda maçın 1-0'dan dönmesini bekledim sadece. Gözümü bir kırpıyordum Sami Yen, bir kırpıyordum Denizli Atatürk Stadı'nda akın akın Fenerbahçe atakları. Hamidou'ya sesleniyordum, "yat, bekle, dikme, sarı kart ye, zaman geçir" diye. Deli gibi. Karanlık bir oda. İçinde bir tane çocuk, simsiyah ekrana bakıp, onunla konuşuyor. Al, yatır hastaneye.
Reklam girdi. Evet, radyoda böyle bir maça reklam girdi. Reksan reklam sundu yine. Değişemiyordum bile. Kilitlendim kaldım. Başka bir kanala geçersem gol olacaktı sanki. Yattığım yerden kımıldayamadım bile. Reklamdan dönüldü. Levent Özçelik "durum 1-1" dedi. O Neuchatel maçının sesi, "haydi oğlum" derken ağlayan ses 2-1 diyemezdi, benim zihnimde. O anlattıkça ben, kilitlendim. Bomboş ekranda izliyordum maçı. Diğer taraftan da Hasan Şaş gibi, Ümit Karan gibi, Gerets gibi bekliyordum sadece. Levent Özçelik, "Appiah şut ve top direkteennn..." dedi. Dünya durdu. Yan direkten girdi dedim. Üst direkten içeri düştü dedim. Bitti dedim. Levent Özçelik, asla öyle bir gol haberi veremezdi. Vermedi de. Aut dedi. Nefes aldım. Yine Hamidou'ya "dikme. yavaş. sarı kart gör. yere yat" diyordum sadece.
Siz, akrep ile yelkovanın hareketinin 16 dakika yapacak derecede hareket etmesi için geçen sürenin ne kadar uzun olabileceğini düşündünüz mü hiç ? Bir "Shine on you Crazy Diamond" dinlerken geçen süre, 4 tane alelade pop şarkısı veya herhangi bir iş yaparken geçen 16 dakika. O 16 dakika bittikten sonra, o 16 dakikada yaşananları tekrar izlemeye yüreğiniz el verdi mi ? Tekrar izlerken, o top kaleye girecek, şimdi gol olup durum değişecek diyerek bir maçı izlediniz mi ? Sonucunu bildiğiniz ama hala inanamadığınız bir şeyi bir kez daha izlediğinizde neler hissedersiniz ? Hasan Şaş ne hissetmiştir ? Sahada hüngür hüngür ağlayan Mondi ne hissetmiştir ? Ali Sami Yen'de eşinin bacağına sarılıp hüngür hüngür ağlayan adam, Yeni Açık'ta elinde radyo ile maçı dinleyen adam, Eski Açık'ta tek bir kelime olan "bitti"yi duymak isteyen bir adam, Sivas'a gidecek özel uçak parası olmayan takım için cebinden parayı çıkartıp, özel uçak kiralayıp Sivas'a götüren Fatih Gökşen, Galatasaray yüzünden saçları bembeyaz olan ve bu yüzden kahverengiye boyayan ve camı eliyle yontan Gerets, sen, o, öteki... Hissizlik vardı sadece. Bir tek "bitti" kelimesi ile amaçsızca sağa sola koşturmak istenecekti sadece.
Levent Özçelik, "2005-2006 sezonunun şampiyonu Galatasaray. Evet, Galatasaray mucizeyi gerçekleştiriyor" dedikten sonrasının mantıklı açıklaması yok benim için. Karanlıkta önüme ilk gelen nesneye tekme atıp, evde balkona çıktım. Sehpa mı kırdım, yastık mı tekmeledim bilmiyorum. Balkon dediğim, o mermer bölüm. Kollarım havada bağırıyordum. Düşsem, ölürdüm. Ama bu gün ölemezdim. Ölünür mü bugün. Gece uyunur mu ? Uyku tutar mı ? Kendime geldiğimde ağladığımı farkettim. Şampiyonluk görüntülerini izlerken ağlıyordum. Sevinç desen, evet. Sevinçten. Ama tam olarak ondan da değil. Öyle bir şeyden...
Hasan Şaş, "ilahi adalet, Allah büyük, Allah büyük" diye turluyordu sahayı. Diğer tarafta da Denizli'de birisi Appiah'a "Allah'ın dediği olur, kalk hadi" diyordu. O gün böyle bir ilâhi olaya atfedilmişti herkes tarafından. Ali Sami Yen'de herkes "ilâhi adalet" diyordu. Sokakta yürüyen adam "ilâhi adalet" diyordu. Misafirliğe gelen akrabalar bile aynı şeyi söylüyordu.
Ali Sami Yen, mucizenin kendisidir. Hayatın kendisidir. Sadece koltukları olan, locaları olan, 105x60 ebatlarında bir çim saha değildir. Kıraathanede masanın üstünde gol sevinci yaşayan adamın etrafıdır Ali Sami Yen. Bir evin salonudur. Westfalen Stadion'dur. Parken'dir. Trafiğin ortasında camı açıp gol diye bağırdığın yerdir Ali Sami Yen. İllâ ki, o stadyum demek değildir. Ali Sami Yen, her yerdedir. Bir coşkudur. Bir umuttur.
15.05.06 günü okul vardı ama kağıt üzerinde. Ne ders olmuştu, ne öğrenciler derse girebilmişti. Zaten raporlar, izinler girecekti işin içine ama bu maçtan sonra okul da olmadı. Herkeste atkı, bayrak, forma vardı. Okul da Ali Sami Yen'di. Her sınıftan bir tezahürat, bir bağırış, çığırış...
Sonrasında da sevdiğim kıza her gün "Sen Fenerbahçe'liydin değil mi" diyerek her gün aynı saatte mesaj atmaya başladım. O da her seferinde cevap verir, her gün böyle konuşurduk. Tabii eskinin modası, "çağrı atma" ile beraber. Oradan ilerledi, büyüdü, yürüdü işte. Dedim ya, "Ali Sami Yen mucizedir" diye. Bir beraberlik haberi, bir "beraberlik" getirmişti benim için.
Ali Sami Yen'in unutulmaz günü çok. Böyle, kendi açımdan, kendi hayatımdan anlatmaya gayret edeceğim o günleri. Söz, diğer sefere kısa keseceğim. Bu kadar uzun olmayacak...
Etiketler:
Ali Sami Yen,
Felix Mourinho
2 yorum:
hayatımın en güzel günlerinden birini anlattın birader hele bir de o gün bizimle beraber Sami Yen'de olabilseydin o gün görürdün hüngür hüngür sevinçten ağlamayı. Zira hayatımda sevinçten anladığım son hatta belki tek gündür o.
saygılar
gözlerimizi yaşarttın be usta. mutlu güzel günlere şöyle bir geri döndük, bir anlık da olsa. eline koluna sağlık...
seni yıkacak dozerin...
Yorum Gönder