7 Ekim 2010 Perşembe

Türk İmzasından Kurtulamayan Yabancı Spor İsimleri


Bazı isimler veya takımlar vardır. Bizle oynamadan önce sıradan bir isimden veya bildiğimizden başka bir anlamı yoktur. Ama bir Türk takımı ile oynadıktan sonra, o 90 dakika, 120 dakika veya penaltılardan sonra bizim için özeldir onlar. Onlar için ise hayatlarının en unutmak isteyecekleri veya en unutamayacakları "an"larını yaşayarak "özel" olurlar. Akıllarına, bırakın akıllarını, milyarlarca olasılığın oluştuğu o paralel evrenlerin bile yakınına uğramaz o anlar. Aklıma gelen isimleri yazayım. Unuttuğum olursa siz de ekleyin.

Arsene Wenger: Hayatında Galatasaray'lılardan ne çektiğini ondan başkası bilemez. Anlayamaz. Sanki Galatasaray, O'nun için konulmuş bir engel. Altyapılardan mükemmel yetenekler çıkartsa da, namağlup şampiyon olsa da, yok. Bela. Önce Prekazi'nin füzesine maruz kaldı. Denizli'nin ifadesiyle; "Prekazi vurdu. Vurmadı." Çeyrek finalde elendi o zaman. 2000 oldu. Finale geldi. Rakibi 10 kişi kaldı. Stoperinin omzu çıktı. Henry işi bitirecekken bu kez Taffarel vardı. Penaltılarla bir final daha kaybetti. Tam 1 sene sonra hazırlık maçında as kadrosu ile yine Galatasaray adı altında çalışmış Hikmet Karaman'dan, Kocaeli'nden 4 yedi. Finale yine çıktı. Bu kez geleceğin Galatasaray Teknik Direktörü'ne kupayı verdi. Bir Drogba, bir de Galatasaray. Arsene'in hayatındaki 2 ömür törpüsü.

Manchester United & Sir Alex Ferguson: Yok yok. Sir, ömrü hayatında böyle bir şey yaşamadı. Tamam o kadar sene şampiyon olamamışlığı var. Kupa görememişliği var. Ama böylesini görmedi. 20 Ekim 1993'te, 10 dakikada 2-0 öne geçtiği maçta, hem de yakın zaman önce İngiliz'lerin 8 tane attığı Türk Milli Takımını hatırlayınca, "son dakikalarda beraberliği kurtardığına sevineceksin" deselerdi, ağzındaki sakızı atardı karşısındakine. Yetmedi, rövanşında gol bile atamadı. Cantona maçı bitiremedi. Şampiyonlar Ligine gidemedi. Rakibi Fenerbahçe oldu 40 sene evinde maç kaybetmeme rekorunu kaybetti. Rakibi Beşiktaş oldu. Kendi sahasında yine yıllarca yenilmemezlik serisi suya düştü. Tamam arada fena tokatladı ama Türkler onun için de bir bela.

Milan: Koskoca İtalyan devini şamar oğlanı yapmıştık zamanında. Her sene eşleşip, dışarıda berabere kalıp, içeride istisnasız yeniyorduk sanki. 99-00 sezonunda 86.dakikaya 2-1 önde girip, 90.dakikada 3-2 mağlup duruma düşmeleri ve elenmeleri, 1 sene sonra Hagi'nin Dida'ya imzası derken, Terim'in Fio'yu çalıştırması döneminde mütemadiyen 4'lemeleri felan. Bizim ligin bir takımıydı işte Milan.

Oliver Kahn: Bursa'da yediği golün tarifi yok. Yazsak buraya golün gelişimini ve golü yiyen Oliver Kahn desek, "Oktoberfest'te çok mu içtin brüder" derler ve giderler. Ama yedi o golü işte. Kankası da Van der Sar'dır.

de Wilde: Kendisini bir Türk televizyonuna, bir Türk radyosuna, Türk gazetecisine konuşurken göremezsiniz. Kendisinin ailesine küfür etmeniz, Hakan Şükür demenizden daha az hakarettir. Türkiye - Belçika maçı derseniz, "bırakın konuşmayı, görüşmek istemiyorum" dedikten sonra kaçıp gidebilir. Hakan Şükür'ün o golünden sonra Milli Takımı bırakmıştı De Wilde. Ömrü hep o gol ile geçecek.

San Marino Milli Takımı: Lihtenştayn (normal yazılışına uğraşamadım) Lüksemburg gibi takımlar ben daha el kadarken Milli Takımımızın "şanlı zaferlerinin" garantisi idi. San Marino vardı bir de. Adı daha havalıydı. Zor yeneriz derdim ismini her duyduğumda. 28 Ekim 1992 tarihinde, şanlı San Marino futbol takımı Milli maçlardaki ilk golünü bize attı. Evet o şeref bizim. Dahası da var. Bu takımın ilk puanı da bize kısmet olmuş, ilk gol yemeden bitirdiği maçı bize karşı yaşamıştır. 0-0 berabere kalarak ilk puanını almıştır. Dahası bu maçta görev yapan bandoları, ordularının yarısı idi. Bu kayıba rağmen San Marino'yu almayışımız da önemlidir.

Petr Cech: Çekler özel maç için İzmir'e gelmişlerdi. 1-0 öndelerdi. Dakika 86'yı gösteriyordu. Maç 93.dakikada bittiğinde ise skor Türkiye 2 - 1 Çek Cumhuriyeti idi. Özel maçta da olsa Cech gibi bir kaleci için kötü bir andı. Ama bu hiçbir şey idi. 2008'de 2-0 öne geçtikleri, Jan Polak'ın çizgiden topu kaleye itemediği andan itibaren kalelerine adeta Tsunami gibi gelen akınlara Çekler değil, Cech değil, eldiveni bile dayanamadı. Yine dakika 86 idi. Yine tek farkla öndeydiler. Yine maç bittiğinde skor tek farkla mağlubiyetleri yönünde idi. Koskoca Cech, elinde top tutamaz hale gelmişti.

Dejan Bodiroga: Hep futbol oldu. Bu basketbol adamı da olmalı. İflahımızı sömürdü. İliğimizi kuruttu bu adam. Efes'e karşı oynardı. Tek başına maçı alırdı. Millilerimize karşı oynardı, tam bitirdik derken efsanevi bir üçlük ile maçı tekrar çevirirdi. Basketbolu bırakana kadar, asla karşılık veremedik. O hep attı. Karşılık verdik. Yine attı. Karşılık veremedik. Ulan Bodiroga !

David Beckham: Adamın ilk resmi golü Galatasaray'a deniyor. Düşünün artık. Koskoca Beckham. Bir zamanın sağ ayak tanrısı. Penaltı noktasına direk dikseniz bir senede 10 gol attırabilecek ismi. Ama O'nun asıl olayı, o kaçırdığı penaltıdır. O penaltıdan sonra ayak kayması yüzünden yine penaltı kaçırmıştır. Penaltılar kaçmıştır. Alpay ile kavga etmiştir. Alpay'ın İngiltere'den aforoz edilmesine sebep olmuştur. Rıdvan Dilmen ile beraber reklamda bile oynamıştır ama neyse.

Alman Taraftarlar: Jens Lehmann'sınız. Avrupa Şampiyonu olmuşsunuz. 80000 kişilik bir stadınız var. Güvenlik gerekçesi ile felan 75000. Uefa Kupası'nda çeyrek finale çıkma maçına çıkıyorsunuz. Her sene kombine satışı rekoru kırmak gibi bir ünvanınız var. Avrupa'nın en gıpta ile izlenen taraftarı sizde. Sahaya bir çıkıyorsunuz statta 50000 taraftar var. Ama deplasmana gelmiş takımın taraftarının sayısı 50000. Kendi taraftarınızın sesi çıkmıyor. Çıkamıyor. Kendi sahanızda yuhalanıyorsunuz. Dakika 70 olmuş, "auf wiedersehen" diye rakip takım taraftarı dalga geçiyor. Hem de sizin sahanızda. Hem de sizin takımınızın maçında. Koskoca stadın girişindeki tabelanın üstünü "Ali Sami Yen Stadyumu" diye bir pankart ile kapatıyorlar üstüne üstlük. 4 sene sonra bu kez, 2 stadınızda 2 Türk takımı maçlar yapıyor. Full dolduruyorlar. Schalke Arena da bu imzaya katılıyor. Hazırlık maçı yapıyorsunuz Türkler ile yine onların sesi çıkıyor. Berlin Olimpiyat Stadını yeniden yapıyorsun. Hertha Berlin olarak hayati bir maça çıkıyorsun, rakip takım tribünleri ele geçirmiş. Her taraftan "auf wiedersehen". 2012 elemesi için maça çıkacaksın, yine rakibin sahayı ele geçirmiş. Hayatlarında böyle bir şeyi daha görmemişlerdir zaten. Göremezler de...

Pletikosa: Bu adam bizim için hep şuydu; Trazbon'da rota Pletikosa. Her sene gelmezdi. Haberi bile yoktu belki de. Bizim için Hırvat kaleci denilen şey Runjeee Runjeee idi. Pletikosa yine umurumuzda değildi. Ta ki, 122.dakikada Semiiiih x 8 'e kadar. Hala inanamıyor. Hala 5 saniye sonra Almanlar ile yarı final oynamanın sevinci ile orta sahaya koşturacakken, topu ağlardan çıkartmasına, topun kalenin içinden çıkmasına hala inanamıyor. Gidip Rüştü'yü yalandan nasıl teselli etsem, ne desem, hangi dilde söylesem, düdük çalınca yarı finaldeyiz ne yapsam düşüncesindeyken, o gol.

Neyse işte böyle. Aklıma bunlar geldi.

0 yorum: