Aslında Belediye maçından beri düşünüyorum bu konu hakkında fakat Helsinki maçında da iyice ayyuka çıktı vaziyet, yazmakta beklemekle iyi etmişiz kısaca.
İlk uyarı Plzen maçında geldi aslında. Hakan'a borçlu olduğumuz 1-1'lik skorun ardından ihaleyi tek ön liberolu sisteme ve garibim Fabian'a bırakmıştık. Keza daha sonraki Belediye yenilgisinde de orta sahayı teslim ettiğimiz için başarısız olduğumuzu söyledik, ki bu etkenlerden biriydi, evet. Fakat bu maçta ortada olan bir şey daha vardı ki Beşiktaş, sanki antrenmanda dar alanda çift kale yapıyormuşcasına oynuyordu. Arkaya atılan uzun toplara çareyi de ofsayt taktiğinde bulmuştu.
Hadi diyelim o gün de orta sahasız Beşiktaş'tan başladık şikayetlere. Haksız mıydık? Hayır. Fakat eksiktik...
Helsinki gücü belli, ilk maçta aldığı 2-0'lık yenilgi ile de zaten turu vermiş gibi çıktı karşımıza. Nitekim Quaresma'nın erken gelen golü de var olan umut kırıntılarını dahi yok etmeye yetti. Nitekim maçı izlemeyip sadece skora bakanlar 4-0'ı görünce oyunu Beşiktaş'ın sürklase ettiğini düşünürler, doğaldır. Fakat atalarımızın bu gibi durumlar için söylemiş olduğu güzel de bir söz vardır; ''Kazın ayağı öyle değil.''
Zira 4-0 kazanılan bir Avrupa maçının akabinde maçın yıldızı Kaleci Cenk ise, orada bir tezat, hatta tezattan da öte sıkıntı var demektir. Bu sıkıntının sebebi, Beşiktaş'ın önde kurduğu defansının ofsayt taktiğinde organize olamadığı için başımıza iş açmaktadır. İşin ilginç tarafı Zapo'yu takımda tutup Ferrari gibi bir stoperi ıskartaya çeken de bu sistemin ta kendisidir. Şu hal, defansa acil tarafından bir Toraman, bir de Sivok gerektirir.
Not: Bu arada Karabük maç kafilesinde Ferrari'nin olmadığını öğrenince depreşti bu orta sahaya yakın defans kurgusuna olan alerjim. Takımın en üst düzey stoperini kullanamadığın kurgu, senin takımına uygun kurgu değildir.
Ve bir futbol belgeselinde izleyip de söyleyeninin adını unuttuğum bir söz var ki; ''Ofsayt taktiği futbolun hızına ayak uyduramayanların sığındığı bir futbol düşmanlığıdır.''
0 yorum:
Yorum Gönder