Beşiktaş maçı izlemenin bazı rituelleri vardır. Totemlerin bini bir paradır, yumruklar her daim sıkılıdır, arkana yaslanmak, bacakları uzatmak, araya çay - çerez atıp rahatlama moduna girmek yasaktır. Hatta tarihte örneği de görüldüğü üzere ilk yarıyı 3-0 önde kapatır takım. Siz vurur kafayı yatarsınız, sabah bi kalkarsınız ki maç 3-3 bitmiş. Daha da acısı bu duruma şaşırmamaktır, çünkü Beşiktaş varsa olmaz olmaz.
Son transferlerden sonra, başka bir ifadeyle Beşiktaş yıldızlar topluluğu olarak anılmaya başladığından beri, biz Beşiktaşlılar bu zamana kadar yaşananları unutup bir miktar gaflete düştük. Kurulan takım interaktif futbol oyunlarında bile biraraya gelmesi zor isimlerden oluşunca bizler de PES oynarmışcasına bir skor ve futbol bekledik. Lakin makine gücü ile insan gücü hiçbir zaman bir olmamıştır.
Dün maç başlarken yalnızca özlem vardı içimde. Maç başlayınca yerini heyecana bıraktı. Zira sahaya çıkan kadro yine rus ruleti oynamaya meyilliydi. Sanki ilk maçı 3-0 kaybetmiş bir takım, rövanş maçına çıkıyordu. Savunmanın göbeğinde ise 6 aydır tek bir maç oynamamış Sivok vardı. Olası bir puan kaybı, kupaya bu sene de veda etmek demekti. Ayrıca gönül yeni kartalların ilk maçtan uçuşa geçtiğini görmek istiyordu, vesaire zinciri.
Almeida'nın gelişine çaktığı volenin, Manisa defansının baldırında patlamasının ardından Manisa'nın golü geldi. Ancak önemli olan; golü yediğimizde televizyondan izleyen biri olarak benim bile maçı alacağımıza olan inancımdan gram eksilmemesiydi. Takımın da buna inandığı gün gibi ortadaydı. Yenen golden ilk yarının sonuna kadar gördüğümüz Beşiktaş sezonun ikinci yarısında neler yapabileceğinin sinyallerini verdi.
Manisaspor'un ilk golünde asisti yapan Yiğit'in ön libero oluşu, Beşiktaş savunma ve savunmaya yönelik orta saha kurgusunun kopukluğuna işaretti. Göbekte dolan bu boşluğu doldurmak için Guti Haz., oyunu daha geriden kurmak ve daha fazla efor sarfetmek zorunda kaldı. Fakat bu bile Guti'nin gol bölgesindeki etkenliğini törpülemeye yetmedi. Haz; futbolu ve asistleriyle (özellikle ikinci gol pasıyla) herkese mesaj verdi. "Kim gelirse gelsin kral benim."
Sevgili ağabeyim Mustafa Demirtaş'ın "gizli 9" tabiriyle aklımda kalabilen Nobre dün yine o mevkide, yine çok iyi işler yaptı. Ayrıca Beşiktaş taraftarının futbolcuyu sevme kıstaslarının başında gelen koşma, mücadele etme, yüreğini ortaya koyma hallerinden de enstantaneler sundu bir hayli. Nitekim bu, benim kendisine ilişkin duygularımı değiştiren bir performans olmaktan ziyade, formanın kartalın midesine inmesiyle Nobre'nin oyunu arasında şüpheci bir denklem kurmama yol açtı.
İkinci yarıda ise gerek skoru elde etmenin gerektiğinden fazla güveni, gerek fiziki zaaflar ve hala devam edeen orta sahasızlıktan kaynaklanan bir düşüş oldu oyunda. İsmail-Hilbert ikilisinin vasat bek performanslarına Quaresma'nın şahsi oyunu ve Guti'nin fiziki düşüşü eklenince Manisa'nın beraberlik golü kaçınılmaz hale geldi. Oyunu 2-1'e getirdikten sonra kaçan gollerin faturası çok pahalı olacaktı ki Hilbert'in usta işi bindirmesiyle Simao'nun prof. işi pasını aldığı anda yapılan acemi işi penaltıyla paçayı kurtardı Beşiktaş, fark istenen, fark olabilecek maçta. Öyle her maçı kazanmanın kolay olmadığını, Beşiktaş maçı izlediğimizi de hatırlattı tekrardan. On numara promosyonu yapılabilir vaziyettir Beşiktaşlılık, heyecanı eksik olmaz. Adrenalinin diğer adıdır.
Dayıya akıl vermek gibi olmasın da, top rakipteyken sahada hasıl olan vaziyete bir çare bulması, nacizane ricamızdır.
Özlemişiz Beşiktaş'ı, hadi vira!
0 yorum:
Yorum Gönder