15 Temmuz 2011 Cuma

Aslolan Şereftir, Şeref de Beşiktaş

- Beni seviyor musun?
- Eee… (kem ve küm)
- Bi dakika bak şöyle yapalım. Beşiktaş’ı seviyor musun?
- Evet.
- Bak bunu rahatlıkla söylüyorsun. Bize gelince mi tutuluyor dilin?
- …

Adına sevgili denen zat-ı muhtereme seni seviyorum deme antrenmanları yaparken bünyeye yüklenen kondüsyonun adısın şanlı Beşiktaş. Tribünde çizdiğimiz o fırlama portreden eser kalmayan bir ağırbaşlılık içinde yüreğin sevdiğine bile ağız dolusu bir “seviyorum” diyemezken sana olan aşkımızı Fizan’a duyurabiliyorsak elbette var sebebi. Sevgili tarafından bile “kıskanılan” oluyorsan bu benim değil, senin eserin. İsteyen istediğini desin bana ve kimse aksini iddia etmesin. Çünkü ben sevmeyi senden öğrendim.

İlk sevdalar farklıdır, kolayca unutulmaz. Genellikle mahallenin havalı kızını seversin çocuk aklınla. O kız saçını okşar, yüzünü sever ve sırtını sıvazlar. Ama seni çocuk görür hep. Çocuk duyguna bakmaz da çocuk yaşına bakar. Onu gördüğün anda kalbinin ne kadar hızla çarptığını ölçmez de bücür boyunu ölçer. Sana hep sıcacık gülümseyişleri vardır. Sen bunu hep yürek çarpıntısı sanırsın. Öyle sanmak istersin. Hayal kurmak ve de kurduğun hayale inanmak. İnanırsın, umutlanırsın. Ta ki o kızın kolunda yalan, dolan ve katakulli eseri bulunan, edebi hiç takmayan hatta yukarıdan bakan, ama sırf kıza şirin gözükmek için yapmacık sevgi gösterilerinde bulunan o “lavuğu” görene kadar…

Oysa rivayete göre (ben hatırlamıyorum o günleri) daha 3-4 yaşlarımda dilime bir Metin-Ali-Feyyaz bestesiyle düşmüşsün sen ey şerefli Beşiktaş. Üstelik ne boyumu ölçmüşsün, ne çocuksu sevdamla dalga geçmişsin. Beni o bacak kadar boyumla seni sevebilmeye koşulsuz şartsız kabul etmişsin. Sonra -miş'ten -di'ye geçince sana dair hatıralarım, yani kendim ve kendiliğimden hatırlamaya başlayınca sana dair anılarımı, elele büyüttük biz bu sevdayı. Üstelik harbi sevdaydı. Sadece beyazı yoktu, en koyusundan siyahı da vardı içinde. Sadece sevgilim deyişler yoktu, acının dibini de yaşattın bana. Daha 12 yaşındayken içmek istedim ben Halilagic’in o zalim geri pasında. Dahası var. Meyhanem oldu Valeranga. Kah Takoz Recep’ti arkadaşım, kah İlhan, kah Nouma. Hani o çakırkeyf olunan gecelerin sonunda ille de sırtını sıvazlayan biri çıkar ya… Sen yenilsen de bize senin şerefini, duruşunu öğreten Şeref Bey, Baba Hakkı, Süleyman Seba… Tribünde Optik Başkan, Pembe Hasan, Koko Cavit, Cüce Ayhan, Hacıbaba… Sana içilen gecelerin sonunda teselli için bizimle de bir duble attı ve sırtımızı sıvazlarken onları hatırlattı bize hep, omzunda o beyaz havlusu ve sesinde o babacan tonla meyhaneci baba.

Üstelik o mahallenin güzel ablası gibi sağa sola mavi boncuk da dağıtmıyordun sen. Kırıtarak değil, dümdüz ve başı dik yürüyordun. Ayak seslerinden belliydi her nereye olursa olsun gelişin ve omzunda siyah palto, üzerinde beyaz atkıyla sen yüreklerimizi titretiyordun. Senin yanında yapmacık sevgilerden de, abla kovalayan lavuklardan da hiç görmedim ben. Sen öyle mağrur durdun ve ben sana tutuldum. Sen sadece var oldun, ben sana aşık oldum.

Sen bir kez bile seni sevip sevmediğimi sorgulamadın. Çünkü cevabını biliyordun. Ben binlerce kez seni sevdiğimi haykırdım cümle cihana. Daha çok bil ve daha çok sevil istiyordum. Yarın uyandığımda, bu gece bıraktığım iyi geceler öpücüğünün şefkati olsun istiyordum armanda. Seni her geçen gün daha çok sevmek için yakıyordum balataları. Layık olmalıydım sana. Bu yüzden kimse böyle sevilmemeliydi ve kimse öyle kolay kolay duyamamalıydı tarafımdan sevildiğini, senden başka.
El değmemiş bir sevdanın ses değmiş, yürek değmiş, emek değmiş iki bekçisiydik. Benim dünyam sendin. Dünya dedikleri ise bir mahalleydi yanında olsa olsa. Beşiktaş semtinde herkes bilirdi bizim sana ne derece tutkun olduğumuzu. Fakat bu kadar severken dahi sadece kendimize saklayamadık ve saklayamazdık seni. Paylaşmalıydık, paylaştıkça büyümeliydilk. Şeref Bey’in, Mehmet Şamil’in, Fetgeri’nin karşısına geçip Allah’ın emri peygamberin kavli muhabbeti yapacak kadar cesur değildik. Defalarca ayna önünde prova ettik. Daha işin tiyatrosunda korkudan, heyecandan ve karşımızda duran heybetin siluetinden altımıza ettik. Baktık ki böyle olmayacak bu iş, biz de aşkı bizden başka kimsenin anlayamayacağı şifrelerle ifade ettik. Adına beste dedik, deplasman dedik, çorba dedik. Sevdamızdan ötürü hiç baş eğmedik. Gizliyattan ziyade harbiyattan yanaydık. Edebiyatta değil, biz seni ecelde ve hayatta sevdik. Buluşmalarımız aşkımız gibi aşikardı. Randevu saatlerimiz şaşmazdı hiç. Gündoğdu idi kavuşma saati. Kavuştuğumuz yer cennetti. Bize sadece İnönü değil, senin ayak bastığın her yer mabetti. Gençliği mahvoldu diye bana dudak bükenlere acırım esas. Mahvolduysa da o gençlik, senin aşkın mahvetti.

Hasetinden çatlıyordu senden başka ne varsa. Günlerce aç ve susuz kalıyordu insanlar icabında. Ama bir saniye dahi olsa sensiz kalmak feci koyuyordu. Bunu ve bizi kimse anlayamıyordu. Aramıza türlü türlü engel koydular, aştık. Senin için dayak yedik, it kopukla dalaştık. Sanma ki bir an olsun korktuk ve kaçtık. Sen bizimle oldukça kaybedecek hiçbirşeyimiz yoktu. Bu yüzden severken sınırları aştık. Her defasında bizler de böylesine sevebildiğimize şaştık. Şunu bil ki koca çınar, biz sokakta yürürken bile Ahmet, Mehmet, Hasan, Hüseyin, Doruk değil, Beşiktaş’tık.

Biz seni şeref bildik, namus bildik. Sevdanı yemin bildik. Direnilerek, savaşılarak ve mücadeleyle kazanılan bir aşkın sonunda gelinin alnından öpercesine kutsal bildik. Şimdi seni itin çakalın ağzına yem etmeyiz. Adını mahalle kahvelerinde dedikodu öznesi diye belletmeyiz. Tüm dünya alem kötülesin seni varsın. Biz senin koynunda uyuduğumuz her gece, bir sonraki geceye kavuşmak için ölmeyiz.

Elalemin ağzı torba değil ki büzesin. Sana kara çalanı şerefinle düzesin. Tamam, ilk başta kızdım ben de. Leke geldi sandım, ayıkamadım mevzuya. Ama hangi leke cesaret edebilirdi ki sana bulaşmaya? Sırf bir takım çıkarlar ve dolambaçlar uğruna senin adına düşürülmeye çalışılan gölgeler varsa da serinletici diye bilinen gölgeleri yakmaya gidiyoruz inadına. Adalet önünde suçludur Beşiktaş diyorlar. Yer miyim ulan ben, işler mi bu bana? Bu dünyada yok ki adalet. Amerika’da bir veledin su püskürttüğü silah, Filistin’de bir bedenin katili oluyorsa hangi dünyadan ve hangi adaletten bahsediyorsunuz Allah aşkına?

Böyle karmaşık ortamlarda söylemeyi çok sevdiğimiz bir söz vardır ya hani. “Herkes kendi kapısının önünü süpürsün.” derler, süpürmüyorum ulan ben. Elimde faraş da var, süpürge de ama bulamıyorum bizim kapının önünde bir çöp tanesi ve bir toplu iğne başı kadar leke bile. Benim yerim, meskenim Topuk Yaylası değil. Aksi bir durumda, ortaya çıkan herhangi bir foyada topuklamak gibi bir gayretim de yok çabam da. Alnım açık, başım dik. Bulamazsınız en ufak bir kara, beyazın yanındaki rengimizden başka. Yerin yedi kat dibinden arş-ı alâya kadar araması da denemesi de bedava. Neyin kafasını yaşıyor ve neyin cakasını yapıyorsunuz ulan? Beşiktaş’ın adını katakulliyle anmak için dün de bugün de yarın da sekiz tane ciğer, on okka John Benjamin Toshack lazım adama.

Lanet olsun dünyaya yeni gelen çocuklara bıraktığınız şu dünyaya. Lanet olsun bu dünyayı terk ettiğiniz düzene. Çıkarınıza, menfaatinize, gösterişinize, asılan süslü püslü afişinize lanet olsun. Futbolu mahalle arasında iki taş ve bir meşinden ibaret görenler biziz. Rant kapısı, kurt sofrası haline getirenlerin yeri ve rengi başka. Başkası için vuslat ve rüya, bizim için tenekedir sizin düzeninizdeki her kupa. Beşiktaş’ta kaptanlık pazubandını takmış, hoca olarak kulübesinde volta atmış Tayfur’a, Seba’nın yeğeni Tayfur’a yüklenip karanlık sorgu odalarında basıyorsunuz ya soruları ardı ardına, benim sadece şu soruma cevap verin. Sizin yaratmaya çalıştığınız ve şimdi de erk için kurban aradığınız bu düzene kahrolsun endüstriyel futbol diyerek karşı çıkan var mı bizden başka? Bizim o derdi tasayı unutturan ve sevgiliyle buluşturan romantik oyunumuzu bu hale siz getirdiniz. Aksini ispat edene benden bir hipodrom, bir de şeref için feragat edilmiş kupa. Hadi beni de alın teknik takibe. Dava sürecini etkilemeye teşebbüsten tam dün Adalı Başkan ve Tayfur Hoca için tutuklama kararının çıktığı saatte alın götürün beni de. Sonra küçükken aşık olduğumu sandığım o mahalle kızının yanındaki eleman buyursun “bu ateş üflemeyle sönmez “ diye ve ben de güleyim kaba etimle.

Sen aldırma Beşiktaş, biz bunu da atlatırız. Bir gün birinden darbe alacaksa bu düzen, emin ol ki suratına tokadı biz patlatırız: Kim ne derse desin, benim Beşiktaşımsın sen. Kimsenin ne ettiğiyle ne etmediğiyle lekelenecek türden değilsin. Sen Şeref’in uğruna feda dediğisin. Sen benim ilk alın terim, sen benim ilk helal içkim, sen benim ilk ve sonsuz sevdam, sen benim mecburiyetimsin. Sen bana bu saatte ilan-ı aşk ettirecek tek kuvvetsin. Çakalın kol gezdiği yerde kartalın, şerefsizliklerin karşısında şerefin ta kendisisin. Senin ne tarlan yeşerdi ne buğdayın başaklandı. Sen bizim aşk tohumlarını bıraktığımız tarlasın. Sen bizim yediğimiz helal ekmeğin içindeki buğdaydan ötesine geçmezsin. Sen deplasman yoluna çıkarken validenin gazete kağıdına sardığı ekmek kadar helal, o ekmeği kazanan alın teri kadar şereflisin. Alem sana eğilsin, seni sevmeyen ölsün.

Yazı da, gece de şişe de bitti. Bir sarhoş bile sana bunları yazabiliyorsa düşün, temiz bir ciğerden ne sözler yazılır sana. Ama çok içiyorsam sebebi var anlasana. Ben her içtiğimde senin şerefine içiyorum. Şişe bitiyor, ben bitiyorum, şerefine yetişemiyorum.

Yaşasın şanlı şerefli Beşiktaş.
Yaşasın ey sevgilim Beşiktaş.
Gözlerim doldu ağlıyorum lan Beşiktaş.
Aslolan Şeref’tir, şerefin ta kendisi sapına kadar Beşiktaş!

Eyvallah…

1 yorum:

onderizo dedi ki...

gece gece ağlattın be kardeşim...