30 Aralık 2010 Perşembe

Beşiktaş 1-0 Galatasaray (2008-09) | Tribün Çekimi

Şu seriye başladık ve 4. video da geldi. Emre Demirer yolladı. Videoyu çeken de kendisiydi galiba. Golden sonraki "mına koduk bülent başgaan" kıvamındaki "golü çektim" sevinci ayrı geyik. Golden çok, golü çektiğine sevinmiş adeta. kısa keseyim de dayak yemeyelim bir de, eheh. Sonrasında Şampiyonluk şarkıları falan. Güzel günlerdi. Maç da 2-1 bitmişti. Kewell ve Yusuf atmıştı golleri yanılmıyorsam. Video için tekrar teşekkürlerimi ileteyim buradan.

2008-09 Sezon
33. Hafta / Beşiktaş-Galatasaray Maçı
Dakika 41, Mehmet Topal sahne alıyor



Not: "hacı al bunu da at arşive" diyen olursa her türlü tribün çekimine açığız. bekleriz. ulaşmak için 50 tane yol var zaten blogda.


Guti Haz
Quaresma'nın Golü
Quaresma'nın Golü 2

Galatasaray 67 - 56 Fenerbahçe || Tutku Açık + Taraftar

Normal şartlar altında, mesela Mehmet Demirkol'un istediği gibi seyircisiz oynanmış olsaydı bu maç, kadro kaliteleri ve mevkiilerin karşılaşması neticesinde Fenerbahçe 4-5 basket farkla kazanırdı. Ama normal şartlardan bahsediyorum. Galatasaray - Fenerbahçe maçı "normal şart" olur mu hiç ?

İnanılmaz bir taraftar vardı. Her düdüğe tepkisini veren, gerektiğinde yuhalayan, gerektiğinde bağıran, destekleyen bir taraftar. Mesela, Tutku Açık bir serbest atış kaçırdı. O sıralar Galatasaray skor olarak 5 sayıda kilitlenmişti. Bütün taraftar önce bir "oooo" çekerek "bu da kaçar mı" tepkisi verdi ama anında alkışla Tutku Açık'a moral vermeye döndü. Bir çok pozisyonda gerek hakemi etki altına aldılar, gerekse de Ömer, Kaya, Oğuz, Mirsad'ı etki altına almak için her şeyi yaptılar. Yeterince de etkili oldular. Çok basit bir smaçta bile potayı çıkartma girişimleri ile potadan inmemeleri ve Galatasaray'ın ritmi bulduğu anda çok ama çok acele üçlük denemesi yapmaları ve Ömer'in gereksiz 1'e 4 penetreleri, etkilendiklerinin göstergesiydi.



Ukic'in süresinin az olması ve Tutku'nun 30 dakika süre alması Galatasaray'a oyunu ve maçı getirdi. Tutku öyle asistler yaptı ki, kameralar bile basketi ancak ağır çekimde geniş açılardan verebildiler. Ama en önemli hareketi ise, yine Fenerbahçe'nin direnç gösterip pota altından 44-39'a getirdiği süre zarfında, kaçan serbest atıştan sonra topu kapıp bütün sahayı geçtikten sonra attığı son saniye basketi idi. Çünkü, 5 sayı fark, 3.çeyrekte "rus ruleti"ne dönen hücum başarısızlıkları göz önüne alındığında çok fazla idi ve Tutku'nun basketi ile 2'ye inen fark, Ömer'in Tutku'yu savunmayanlara el kol hareketleri eşliğinde bağırmasına değecek kadar önemliydi. Fark 2 oldu. Son periyotta ilk hücumda skor eşitlendi. Ömer'in penetresine faul çalınmaması ve ardından gelen hızlı hücum, ki suratına net bir darbe vardı Ömer'in, ardından Spahija'nın teknik faulu sebebiyle gelen 6 sayı fark ve gelen maç.



Tutku Açık, efsanevi bir maç çıkarttı bugün. Fenerbahçe'liler ve teknik ekip için muhtemelen hiç hesapta olmayan bir katkı ve oyun çıkartarak dengeyi bozdu. Taraftarlardan etkilenen ve 4-5 hücumda içeri inmek dışında düzenini hiç sahaya koyamayan Fenerbahçe ve kritik anları çok iyi geçen ve çok iyi mücadele ve savunma temposu ile Galatasaray'ın bu karşılaşmasında Galatasaray, çok güzel bir galibiyet aldı.

Lâkin, bu takımın Rochestie ve Evren Büker ikilisi ile Play-Off'ta veya bu denli sert maçlarda zor gider. Tutku'nun sırtında da her maç böyle gider mi bilmiyorum. Pota altında da Andric - Rancik ve Ermal'ın yanına iyi bir uzun daha şart rotasyon adına. 2 takviye gerekli yani. Ge-rek-li. Kazanırken söylemeliyiz bunu ki değerli olsun...

Herkese sevdikleri ile mutlu yıllar dilerim. Sevdiklerinizin değerini onları kaybetmeden bilin. Umarım 2011 hepiniz adına güzel bir yıl olur...

29 Aralık 2010 Çarşamba

Spor Mahkemeleri Yaygarası


Şu son Beşiktaş-Bursaspor maçından sonra koptu olay. Üstüne bir de Galatasaray-Fenerbahçe U-17 derbisindeki yaşanan abuk şeyler geldi. Tüm basın ortak bir ses ile "Allah'ım bizim sporla şiddet yasalarına, spor mahkemelerine" ihtiyacımız var dedi. Olaylar özel olarak incelenmedi. Sığ vatandaşların oluşturduğu, sığ spor medyası olayları özele indirgeyip inceleyemedi. Kavga oldu "Adamlar fanatik yeaa" dendi. "Neden bu kavga çıktı?" diyen bir insan evladı göremedim. Diyorum ya, sığ insanlar işte. Programlarda arka planda kavga görüntüleri oynarken "yea işte kavga kötü filan" dendi.

Aptal bir ülkede sporu veya tribüncülüğü sevmeye çalışıyoruz. Bazen ikisine de ortak olmaya çalışıyoruz hatta. Olaylara biz böyle bakıyoruz diyoruz, ama "medya/ntvspor güruhu/birkaç bilmiş insan" nasıl bakmak isterse toplum öyle bakıyor. Normal tabii, her alanda manipülasyon'un kurbanı olmuş düşünmeye zaman ayıramamış insanlar bunlara mı kafa yoracak? Aç TV'yi Ahmet ne demiş, aç gazeteyi Mehmet ne yazmış. İnsanlar nefretle dolduruluyor, birbirine karşı gazlanıyor, tahrik ediliyor. Cezasını kim çekecek: Taraftar.

İyi de kardeşim, bu ortamı hazırlayanların hiç mi suçu yok?

Yöneticisi, medyası, yazarı, futbolcu-eskisi... herkes bir türkü tutturmuş mahkeme & yasa diye gidiyor. Bunları düzeltmeyecekse yaprak yaprak çöpe gider o yasalar. Bir de marifetmiş gibi hızlandırılıyor süreç. Başbakan hazretleri talimat vermiş, seçimlerden önceye yetiştirmeye çalışıyorlarmış yasayı. Meclise insanlar çağırılıyor görüş alınmak için. Tribün grupları tamam da, Sergen - Rıdvan - Hasan Şaş nedir amk? İşte "biz çalışıyoruz" imajı falan, çağırın şu çocukları. Yasayı da çıkartın çabucacık, sonra yarın bir başka yerinden patlak versin.

Senin Federasyonun taraflara adil davranabilmiş mi? Senin basının insanları tahrikten uzaklaştırmış mı? Senin polisin maça giden insana "insan gibi" davranmış mı? Stadyumlarda insanlar sadece futbolu & takımını desteklemeyi düşünebilmiş mi?... Önce kendine bak.

Bu ülkeden çıkacak spor yasasına da, mahkeme muhabbetine de inanmıyorum. Sizin sağlayacağınız hiçbir adalete de inanmıyorum zaten. Merakla bekliyorum yine de. Sadece taraftarı mı kapsayacak, yoksa tüm bunları mı? Hadi bakalım.

Şöyle örneklerle falan yazarım diyordum da. Gerildim anasını satayım. Oysa banane? Şuraya iki kavga eden taraftar fotosu koyardım. Altına da "Futbol kardeşlik ama yaa. Kavgalar olmasın, piiis :(((" yazardım, yeteri kadar ilgi göstermiş olurdum ben de. O kadar basit ya zaten. Sonra da iki dua ederdim, "büyüklerimiz yasa çıkartıp taraftarın amına koysun da herkes rahatlsın" diye. Oldu bitti. Merhaba spor ülkesi Türkiye.

28 Aralık 2010 Salı

2010


- Gördüğüm en enteresan ve en kötü (kendi adıma futbol değil) yıl oldu 2010. Bursaspor'un şampiyonluğu mu dersin, Fenerbahçe'nin Türkiye Kupası maçının 70.dakikasında "bunlar şampiyonluğu önemsiyor, asılmıyorlar ya" cümleleri eşliğinde bir finali daha kaybetmesi mi dersin, kendi sahasında Onur Kıvrak - Giray Kaçar'ı 11 net pozisyonda geçememeleri mi dersin, Rijkaard'ın kovulması mı dersin, Schuster'in gelmesi mi dersin, Beşiktaş'ın doğru transfer hamleleri mi dersin, Burak Yılmaz ve Umut Bulut'un en golcü yerliler olması mı dersin, ne dersen de. Enteresan di mi Güntekin.

- Lost bitti, elimden minik bir balık kayıp gitti. Kalır elimizde, yinelenen bir "constant"ta...

- Luiz Suarez olsam o topu her seferinde elimle çıkartmaya çalışırdım. 122.dakikada penaltıyı atamayan Gyan Asamoah da, yazık vallahi.

- 10 kişi Nou Camp'ta savunma yapmak, nasıl bir iştir hayret ediyorum hep. Halı sahada bile bir kişi eksik oynayamıyorsun ama 60 dakika savunuyorsun hem de Barça'ya karşı. Zlatan sağolsun. Son düdükten sonra Eskişehir sokaklarında sevinç turu atarken beni izleyenler, muhtemelen "deli" demişlerdir. Bildiğin 50 m boyunca zıplaya zıplaya koşturdum.

- Kerem Tunçeriii, kazandık. Kerem Tunçeriii, kazandık. Kerem Tunçeriii, kazandık. Kerem Tunçeriii, kazandık. Kerem Tunçeriii, kazandık. Kerem Tunçeriii, kazandık. Kerem Tunçeriii, kazandık.

- Maradona'nın teknik direktör olmadığını Ahmet Çakar bile iddia edebilir. O kadar kötü.

- Dünya'nın en iyi futbolcusu Xavi'dir. Iniesta'nın bile Xavi etkisi ile bir gömlek yükseldiğini düşünüyorum. Xavi'siz Iniesta, Wesley Sneijder ile eşittir benim için. Ama Xavi'siz Iniesta olur mu ? Olmaz.

- Liverpool, 2010 yılında ligde deplasmanda 5 maç kazanamadı. Yanılmıyorsam rakam 3.

- Uefa Finali'ne çıkan Hodgson, Premier Lig'de deplasmanda bu sene sadece 1 maç kazandı. Fulham ve L'pool ile beraber 2 takım kariyeri bu.

- Diğer Uefa Finalisti Atletico Madrid ise kupayı kazanana kadar 90 dakikalarda sadece 2 maç kazandı. Galatasaray ve Liverpool. Beraberlik ve uzatma golleri ile kupa kazandılar.

- Barça, 2010'da resmi maçlarda sadece 4 maçı kaybetti.

- Jose Mourinho, 2010'da resmi maçlarda sadece 4 maçı kaybetti. 2'si Barça'ya karşı.

- Kafama takıldı. Bu çam ve Noel baba kıyafetlerinin olayı 26 Aralık'ta bitmiyor mu ? Bunların yılbaşı ile bir alakasının olmadığını biliyorum ben. Bu kavram kargaşası niye var ? Ben mi yanlış biliyorum. Çam ve Noel Baba'nın olayı bitti gitti.

- Borussia Dortmund'un Wolfsburg'a attığı 2.gol 2010'un en güzel golüdür. Uzun halini bulun ve izleyin. Bulamazsanız söyleyim. Yaklaşık 3 dakika boyunca Wolfsburg'a top göstermeyip, al-ver ve boşa çık yapmaları, bunu yapanların da 20 yaş ortalamasına sahip olması muhteşem. Barça'nın Real'e attığı 2.golü Dortmund'un yaptığını düşünün sadece...

- cCc Jurgen Klopp cCc

- Koskoca yaz ayında "Şaziye de kaçmış Osman'a" diye bir türkü çaldı her düğünde. Bir çok düğünü basıyordum. Cinnet geçirdim.

- Galatasaray tarzı kâr etme yöntemleri diye bir ders açmaya karar vermiş bir çok üniversite.

- Koskoca Ali Sami Yen yıkılıyor, yapılmış beste "Seni Yıkacak Dozerin bilmem ne". Her duyduğumda "Hıncal Uluç'tan Saldır Galatasaray" marşı taklidi geliyor. Daha bir yaratıcı olun. Daha bir özgün bir şey bulun arkadaş. Sen Real Madrid'i, Milan'ı, onu bunu şunu yenmiş, her kupayı kazanmış üstüne bu statta sana gösterilmiş hepsi. Senin yaptığın marş re-za-let.

- Milan, Borussia Dortmund, PSV Eindhoven, Glasgow Rangers, Trabzonspor, Manchester United normal şartlar altında şampiyon olurlar. Lyon - Marsilya maçının galibi ile Xavi sakatlanmazsa Barcelona da şampiyon olur. Bir Mou mucizesi yaşanmazsa Barça bir kez daha Şampiyonlar Ligi'ni kazanır.

- Kasımpaşa ne enteresan takım oldu 2010'da. Ne güzel maçlar çıkarttılar ama gel gelelim küme düşmeyi garantilemiştir 2010 - 2011 sezonunda Fuat Çapa'yı takıma getirerek. Hayırlı olsun.

- 8 Şubat günü ne güzel bir gün, Inception da ne güzel bir filmdir. (kişisel)

- Ali Sami Yen stadında son lig maçı da oynandı 2010'da. Son Avrupa Kupası maçı da Karpaty Lviv'le oynandı.

- Leo Franco'yu unutanınız var mı ? O lenslerini bile unuturken, biz onu neden unutamıyoruz.

- 2010 yılı süresince sevgili, müstakbel koca, 2 çocuk babası, geleceğin doçenti, inşaat mühendisi, bir kaç kez "salak", denek, eski, hiç bir şeye gereken önemi vermeyen, hayalci vs. oldum. Öğrendiğim şey, doğum günü kavramını asla sevemeyeceğim ve kutlamayacağım bir şey olması. Hatta potansiyel intihar günlerim bile olabilir. Ölmez de sağ kalırsam, okul bitince asker olacağımı biliyorum. Gerisi hakkında plansızım. Ömrümü yedi 2010.

- 5-0'lık El Clasico yılın maçıdır.

- Dünyada da sol bek yok. Evra - Abidal - Cole - Bale - ? yok arkadaş. Adam gibi bir sol bek yok. Türkiye'de bile yok. Üzülmez var. Köybaşı demeyin. Hadi dediniz, asisti var mı onu deyin. Ben söyleyim 250m'den vurup 15-20 kişiye çarpıp ağlara giden bir golü var Kasımpaşa maçında. Asisti de yok. İ19'un da yok ama bir etkinliği var.

- Futbol olarak; Türkiye'de "futbol devrimi" denilen şey oldu ama kafalar aynı. Fikir aynı. Devrim nerede ? Dünya'da da Barça kadrosu'nun yenemeyeceği takım yok.

- Kişisel olarak; Yılmaz Vural maçları gibi bir yıl geçirdim. Güzel başlangıç, oyunun ilerleyen kısımlarında gelen goller, seyir zevki ama maçın son çeyreğinde kişisel hatalar yüzünden kaybedilen bir maç. Yaptığım en güzel hareket pastaneden 3 tane poğaça almaktı. Plansızdı, o an düşünülmüştü, kendim için bile değildi ama çok güzeldi.

- Felix Mou olarak yazdığım en güzel yazının Arda ve Örnek olmak meselesi olduğunu düşünmekteyim. Tabii ki reddedilmeler (sonuncusunu Bay Kerahet yazdı) ve Beşiktaş - Mesut Özil yazısı da güzeldi.

Defol git 2010.

Afiyet Olsun!





Daha yakın zamanda Beşiktaş - Bursa maçı öncesi yaşanan spor terörü(?) hakkında kısaca "eh, adamlar layığını buldu" demiş biri olarak (o yazı burada) şimdi "spor dostluk kardeşlik, niye böyle oluyor yea" demem oldukça saçma olurdu değil mi? Zaten ortada apayrı bir sıkıntı var. Yaşananlar, tribün raconunun bir parçası değil. Abuk subuk bir ortamın olağan sonuçlarından biridir.

İnsanları tahrik edip gaza getiren, insanları gazladıkça kazanç sağlayan yavşak medya; şimdilerde "sporda şiddet yasası çok önemli" diye yaygarayı koparsın. Her şeyin iki yasa madde ile çözüleceğine inansın. Zerre samimiyeti yok çoğunun. Kendileri böylesine bir boktan derbi geleneği yarattılar. Biz bu derbi overrated dediğimizde, "siz Beşiktaşlılar kıskanıyorsunuz" gibi gerzek bir argümanla gelen Galatasaray ve Fenerbahçe taraftarına da güzel bir hediye olsun bakalım. Daha çok tüketmek adına yaratılan bu tuzağa düşen nefret dolmuş insanlar... Aynı şehrin takımları arasında elbet çekişme olacaktır. Daha çok kupa kazanan 2 takım, rekabetlerini daha önemli de görebilir. Ama aradaki tek farkın lacivert - kırmızı farkının olması komediyi açıklar.

Celtic ve Rangers. Katolik ve Protestan ayrımı var. Boca Juniors ve River Plate. Kökenleri, yaşam tarzları falan. Her şeyleri farklı. Ölümüne ayrımcılık var. Lazio ve Roma takımları. Biri faşist kökenli, öbürü demokrat geçiniyor. İdeolojik ayrım var. Milan - Inter, Steau - Dinamo... böyle gider.

Bizde ne var. Fenerbahçe - Galatasaray. Din, ideoloji, sosyal sınıf, zengin - fakir... Hiçbir fark yok. Ne var? Pompalanmış nefret. Ama sorsak dünyanın sayılı derbisi. Çok önemli kılıyor böylece. Gazla babam gazla.

Bazı duyumlar var. Fenerbahçeli bir topçu, Galatasaraylı bir topçuya "orospu çocuğu" demiş. Tribünde de genelde sporcuların aileleri olur alt kategorilerde. İşte orada annesi babası varmış çocuğun. Oradan kopmuş olaylar. Bu sefer bambaşka bir pencere açılıyor. 17 Yaş Altı kategorisinde bir sporcu hangi eğitimle rakibine bunu der, hadi onu geçtim. Rakibi ne yapar ki annesinin önünde ona bu lafı diyecek kadar nefret edebilir. Bu çocuklara, camiaları temsil ettikleri de öğretilmiyor mu arkadaş? Alayınızdan nefret ediyorum.

Bu boku siz yaratıp yıllarca kısık ateşte pişirdiniz, hadi afiyet olsun!

26 Aralık 2010 Pazar

Guti Haz | Tribün Çekimi

Bu sefer Şeref Bey'deki Bursaspor maçı. Volkan'ın gördüğü kırmızı karttan hemen sonra. Guti, sahadaki yabancı maddeleri falan temizliyor. O sırada taraftarların tepkiler falan. Atmosferi anlama açısından süper. Arada küfür de var, ondan rahatsız olabilecek şeker insanlar izlemesin.



video, forzabeşiktaş'dan Ekrem Aslan'a aittir. teşekkürler.

İddaa



Mesele; 1.5 üstü, 3.5 altı, 10 çifte şans ile 6-7 maçta 1'e 10'luk oran yakalamak değil, mesele; 2 maçta 144.5 lirayı götürebilmektir, yeğen...

İlk maçın skoru 2-0, oranı 4.25, 2.maçın skoru 1-3, oranı 17.00. 2 Manchester maçı kısaca...

16 Yaşındaki Çocukların Maçında Uçan Tekme Atmak


Çok uğraştım bir yazı yazmak için. Hep galiz küfürlerle bitirdim cümleleri. En iyisi bir şey yazmamak. 1.fotoğraftaki adamın sembol yaptığı forma da 2.fotoğraftaki şerefsiz, haysiyetsiz, karaktersiz, cibiliyetsizin üzerindeki forma da aynı. Dahası 1.fotoğraftaki Metin Oktay'ın üzerindeki forma Fenerbahçe forması. Hikayelerini, nedenini araştırırsanız, bulursunuz zaten.

Soyunma odasında şakağına buz torbasını koyan çocuğu görüp, bu hayvanatlar yerine taraftarlıktan, insanlıktan utanmamak mümkün mü ?

23 Aralık 2010 Perşembe

Spor Toto Süper Lig'de İlk Yarının En İyileri || Kaleciler

Yıl bitiyor, devre de bitti. Bize de geride bıraktığımız günleri hatırlayıp, böyle iyilerini seçmek kaldı. Kaleciler ile başlayalım. Ligde kalecilik anlamında iyi veya kötü şekilde akılda kalan bir çok isim oldu. Mesela Cenk Gönen, her hafta oynasın oynasın diye haykırılan bir kaleci iken, bu sezon sadece 9 lig maçında, 2 de kupa maçında kaleyi korudu. Ama o kadar çok ismi geçti ki, muhtemelen ligde en az bir 15 maçı vardır diyebilirsiniz. Belki 15 maçta oynamış olsaydı, Beşiktaş adına +5 puan yazılabilirdi bile diyebilirim kendi adıma. Oynadığı 11 maçta da Beşiktaş 5 galibiyet aldı, 3 beraberlik ve 3 de mağlubiyet. Bu da meselenin Cenk'ten değil O'nun önünde oynayanlarda olduğunu göstermek açısından önemli. Neyse, biz adaylara gelelim.



Onur Recep Kıvrak; 26 Nisan 2010'da Eskişehirspor'a karşı kaybettikleri 1-0'lık mücadelede, Eskişehirspor'a karşı Trabzonspor adına mücadele eden bir tek "O" vardı. İzlerken, uzun zaman sonra yerli bir kalecinin kalesinde güven veren bir oyun sergilemesini hayretle ve ibretle izlemiştim. Hele o zamanlar Leo Franco gibi bir arkadaşı da hatırlıyorum da... Neyse. 16 Mayıs 2010 günü, maçın spikerlerinden de kendisi için şöyle bir cümle duymuştum; "Onur Kıvrak, tek başına Fenerbahçe'nin şampiyonluğunun karşısında duruyor." Efsanevi bir performanstı sergilediği. 10 üzerinden 13-14 alacak kadar muhteşem. Bu "efsanevi" kelimesini şu yüzden kullandım, 21 ayda 59 maçın sadece 3'ünde forma giymişti, Şenol Güneş gelene kadar. Trabzonspor kalesinde iken, ligde sadece 1 maçta 2 gol, 1 maçta da 3 gol yedi. Gelelim yeni sezonuna Onur'un. Kaleciler için iyi maç çıkartmaları kadar, formda kalmaları da önemli. Onur, bu sezon haftasonundan haftasonuna maçlar yaptığı için, hata yapacağı maç sayısı da az oldu. Şenol Güneş'in kalecisi olmak da çok çok büyük bir artı. En büyük hatalarını da ilk kez giydiği A Milli Takım forması ile yaptı ki, ilk maçtan dolayı pek bir şey diyemiyorum. Anfield Road'da da muhteşem bir performansı ve kurtardığı bir penaltı var. 10 gol yedi bu sezon. 3'ünü kaybettikleri Manisaspor maçında, 2'sini kazandıkları Fenerbahçe maçında yedi. Kalan 5 golü yediği maçları da Trabzonspor kazandı. Sivasspor maçında yediği golde de kendisine faul vardı mesela. Neyse, Onur kalecilik bakımından ilk adayımız.



2- Volkan Demirel; Olmazsa olmaz adayımız Volkan. Geçtiğimiz sezonun son 10 haftasında sadece 1 gol yemiş bir kaleciden bahsediyoruz burada. O yediği golün de başarısız bir Burak Yılmaz orta girişimi olduğunu da belirtmeliyiz. Beşiktaş maçında, her ne kadar şuttan önce bir kazı çalışması yaşanmış olsa da Bobo'nun penaltısını kurtarması ile ligin kaderini değiştirmesi çok değerli idi. Kalede duruşu ve ifadesi, tedirgin olduğu anlarda bile vücut dili onun bu gerginliğini asla yansıtmıyor. Mesela baskı yedikleri anlarda Volkan'ın tedirgin olduğunu, yiyeceğiz herhalde fikirlerini göremiyoruz. Gördüğümüz tek şey, bu değil, bunun gibi 15 tane gelse hepsini uçarak çıkartırım, sakızımı da çiğnerim, gerekirse ezeli rakibimin sahasında popomla da kurtarırım ifadesi. Bu hareketlerini de önünde bulunan defans oyuncuları ve rakip futbolcular için psikolojik anlamda çok önemli. Gelelim, bu sezonuna. Önünde Selçuk Şahin de oynadı, Yobo da. Bir kaleci açısından, önünde oynayan stoperlerin bu denli değişmesi uyum açısından felaket demektir. Yobo - Lugano, Bilica - Lugano, Yobo - Bilica, Bekir - Lugano, Bekir - Yobo gibi bir çok değişim yaşadı Fenerbahçe defansının göbeği. İlhan Eker'i de eklemeliyiz bu değişimlere. Ankaragücü deplasmanında 60 dakika top gelmediğinden iyice soğumuş olacak ki, komik goller yedi. Paok maçlarında da ayağı sakat olduğu için diğer ayağını kullanmak zorunda olduğu maçlardı. 21 gol yedi Fenerbahçe. Zaman zaman yerini Mert Günok'a, kupada da Serkan Kırıntılı'ya bırakmış olsa da Volkan Demirel, iyidir.




3- Zydrunas Karcemarskas; Öyle bir ismi var ki, buradan çıkıp Lavrinovic kardeşleri de yanına alıp Slovenya'ya karşı alan savunmasına karşı içeriden hücum edecekmiş gibi geliyor bana. Adı olup, kendi olmayan kalecilerden değil. Tam tersine kalede sağlam duran kalecilerden. Jose Coucerio'nun Gaziantep'e bıraktığı bir hediye diyebiliriz. Bonservis bedelsiz getirmiştir. Gaziantepspor'lu taraftarların internet aleminde toplandığı ve fikirlerini paylaştığı internet sitelerinde Karce için yapılan yorumlar, "bırakırlarsa Antep'i desteklemeyi bırakırım bu sene"'den başlıyor, "uzun süre sonra kalemizde kaleci var"a kadar gidiyor. Performansına gelirsek, bu sezon kalesini koruduğu Gaziantepspor 15 gol yedi. Daha doğrusu 12. 3 adet hükmen. 3'ünü Trabzonspor maçında yedi ki, o maçta da kalede olmasa muhtemelen Gaziantepspor 6-7 tane yerdi, 2'şer tane de Konyaspor ve Manisaspor maçında yedi, Manisaspor maçında da Gaziantep maçı 9 kişi bitirmişti. Kalan 13 maçta 5 gol gibi bir istatistiği var. Litvanya Milli Takımı'nın kalecisi. Milli maçta Milan Baros'un penaltısını kurtarmıştı aynı zamanda. Türkiye'deki en iyi yabancı kaleci diyebiliriz rahatlıkla kendisine. Şahsen, Onur'un bırakılmayacağını düşünürsek, Galatasaray'da görmek istediğim kalecidir...


Simao Sabrosa Beşiktaş'ta!




Bizimkilerden önce Atletico Madrid'in Resmi Sitesi açıkladı. Yarın İspanya saati ile 12.30'da bir basın toplantısı ile Madrid'e veda ediyor Simao. Hayırlı olsun diyelim. Teknik yazılar falan yazılır. Aklıma gelen tek şey Quaresma'nın artık sağ kanatta oynayacağı ve orada daha etkili olacağı. Simao önemli oyuncu Güntekin.

Ben Geldim!

Evet, sevgili Onur, yani Busker kişisi, "yazar mısın" dedi, "hemmen" dedim; bu kadar. Pek de güzel şeyler yazmış hakkımda, çok duygulandım. Neyse, başlayalım bakalım, hayırlı uğurlu olsun.

22 Aralık 2010 Çarşamba

Yeni Yazar

Bu bloga en son yazı yazdığımda ondokuzuncu yüzyıldaydık ve George Best fenomeni olanlar sadece United taraftarlarıydı ve onlar da o kadar marjinal değillerdi. Tabii en azından Best' i 90' dakika izleyebiliyorlardı... O süreden bu yana ben ev taşıdım, sonra işe girdim, sonra okulda kafayı yedim ve yine ev taşıdım. Allah izin verirse, ve Sabri orta kesmeyi öğrenebilirse (o kadar demode kaldım ki hala Sabri şakaları yapabiliyorum) evime bir TV, bir TV sehpası ve bir de Lig TV almayı düşünüyorum. İşte o zaman çılgın Can Kozanoğlu alıntıları bile yapabilirim. Neyse mevzuumuz bu değil...


Bu yeni yazar ablamız Dicle' yi pek bi severim, (bu kişi abla olunca hemen aklıma futbol yazarlarının ne kadar abazan olabilecekleri de gelmedi değil) hayatımda çok az "akıllı" dediğim insan vardır; ki kendisi de bu insanların en özellerindendir. Neyse hadi bakalım hayırlı olsun...

bu arada Arda' da buradaymış. Kutlama filan duyunca tabii...


(Ayrıca transferini filan bendeniz yapmış olmama rağmen, hiç bayrak öptürme, okey işareti yaptırma şakası yapmadım)

Tatilden Gol Atanlar Var







Beşiktaş 3-2 Konya Torku Şekerspor
10' Aurelio
45' Noel Tatilindeki Guti

Gerisini boş ver. Guti o kartı gördüğü andan itibaren Lig TV'nin "edi ile büdü"sü spiker kardeşleri için bu maçta oynasın istemiştim. Anında bok atmaya başladılar. Hafta içi idmanları özellikle bu lavuklar için takip ettim. Hepsinde de vardı Guti. Bu maçta oynaması üstüne krema derken, attığı golle kremanın üstüne mum dikti.

Reis adamsın, şu beş para etmez ağız ishallerine karşı bize bu hazzı yaşattığın için teşekkürler.

Gelelim görsele. Forza'da Gürkan Menteş hazırlamış. T-shirt olarak basılması konuşuluyor zaten. Zevkle alırız. Mükemmel!

başlığın isim babası alzindaroof başkan. eheh. adam haklı beyler.

22.12.1959 | Dayı!





22 Aralık 1959 / Augsburg
22 Aralık 2010 / İstanbul
ve umarım daha fazlası
...

İyi ki doğdun Dayı!

21 Aralık 2010 Salı

Alex'siz 4-3-3, Alex'li 4-3-1-2


İsmet Badem'in, Murat Murathanoğlu ile Efes maçlarını anlatırken, Kerem Tunçeri ve Ender Arslan'dan dolayı basketbol fikriyatıma empoze ettiği tek bir cümle vardır; "Basketbolda oyun kurucun kadar konuşursun, oyun kurucun iyiyse şarkı bile söylersin." Tamam, futbolun basketboldan farklı olduğunu ve bu cümlenin dünya üzerinde artık geçerliliğini en azından 10 numara dediğimiz mevkii için yitirdiğini söyleyebiliriz ama yeni mevkiinin de bütün bir orta saha hattı olduğunu söyleyebiliriz aynı zamanda.

Fenerbahçe'nin sahaya çıktığı ilk 11 ve oynadığı rakibin kağıt üzerinde anlamı şuydu; "elimizi kolumuzu sallaya sallaya yeneriz". Ama o kağıt üzeri, saha üzerinde işlemedi. Çünkü, Fenerbahçe'nin sahaya çıkan ilk 11'inin orta sahası Baroni - Selçuk ve Gökay 3'lüsünden oluşunca, bu 3'lünün de hücuma katkısı toplamda 1 etmeyince, üstüne üstlük rehavet ve "ne işimiz var burada hem bu formalar da ne ayak" cümleleri ile birleşince kaleden 40 m uzakta ve sürekli sağ kanat bindirmesi yapan bir 4'lü blok, arada "birbirimize benzeriz biz" sloganı ile hareket eden 3'lü bir hat ve onun önünde de bireysel yetenekler ile tehlike yaratmaya çalışan bir 3'lü blok oldu. Orta 3'lüsü o kadar yaratıcılıktan uzak bir hattı ki Fenerbahçe'nin kadrosu, yedikleri gollerden sonra "tepki süresi" dediğimiz 5'er dakikalık periyotlar olmasa, yediklerini çıkartmaları zor olurdu. Oldu da. 3'ten sonra oldu.

3'ten sonra bir 4-3-1-2 kaldı sahada. Mehmet Demirkol'un ısrarla direttiği ve görmek istediği, bana göre anlamsız ve anlamsızlığı ölçütünde gereksiz, Alex - Niang - Semih 3'lüsünün arkasında yine bu 3'lü kalınca, üstüne kanattan bu sistem gereği Stoch'un çıkartılıp, yine bu sistemden feragat etmek uğruna 5 dakika sonra 1 sene sonra formasına kavuşan "gölge çalımcısı" Uğur Boral'ın oyuna girmesi Fenerbahçe adına maçı sadece görünüşte bir çabalamaya itti. Ne Alex oyuna girdikten sonra Semih'e attığı pas dışında sahada göründü, ne de Fenerbahçe bir hücum gerçekleştirebildi bu 4-3-1-2 ile.

Fenerbahçe orta sahası bu maçla artık yüksek ses ile haykırmıştır ki, Emre Belözoğlu olmadan bir hiçtir. Mehmet Topuz da bu bölgede oynayanlara dahildir. Sonuç olarak, Ankaragücü 3 maçtan 4 puan alırsa, Bucaspor da kalan 2 maçından 1 puan çıkartırsa Fenerbahçe gruptan elenecek. Ama oyun olarak da ne Alex'siz 4-3-3, ne de Alex'li 4-3-1-2 bu orta sahalarla ne de elde olan orta sahalarla zor yürür. Ne varsa Alex'te var...

Tefo


- Mayıs 2010. Tevfik hoşlanıyor benden. Burdaki en uyumsuz insan o. Anadolulu, cahil, neredeyse hiç bir iyi özelliğini geliştirmemiş. Ekibin casusu, ekibin katili. Sürekli bana bakıyor. Korkutuyor beni, ama buradaki zayıf halka o. Çok ezik. ona güven verirsem, sevgi verirsem, en kolay onu kendi tarafıma çekebilirim. Başladım bile, bir haftaya aşık olur bana.

- Ne bi haftası be..

Ah be Tefo'm. Ah ulan... İnsan bu kadar sev... Neyse.

kişisel not: eskiden Lost yazardım. Arada böyle Ezel karalamalı. Sonu benzemesin. Dinimiz amin.

20 Aralık 2010 Pazartesi

Uzay Takımının Hikayesi


Belki bu blog'da, belki de daha önce başka kaynaklarda bir fotoğraf görmüşsünüzdür. Uzay Takımı Beşiktaş adında. Recep Çetin ve Sinan Engin'in de ilk dikkatinizi çeken insanlar olduğunu da farketmişsinizdir. Üstte en sağdaki bıyıklının Samet Aybaba olduğunu ve Ziya Doğan'ın saçlı halini görememişsinizdir de. Hikayesi ne bu fotoğrafın şeklinde bir yorum alınca araştırayım istedim. Önüme çıkacak olan sonucun, muhtemelen önüne geleni silip süpüren Beşiktaş temalı bir fotoğraf olmasını bekliyordum ki, Uzay Takımı kelimesinin bile aslında yanlış bir ifade olduğunu anladım. İşte o Uzay Takımı'nın hikayesi.

Tarih 26 Nisan 1986. Sovyetler Birliği'nde Çernobil Nükleer Santrali'nde bir patlama yaşanıyor, insan hatasından kaynaklanan. Patlama sonrasında onbinlerce insan hayatını kaybediyor, onbinlerce insan da radyasyona maruz kalıyor. Hiroşima ve Nagazaki'den bile daha şiddetli deniyor, 2016'dan önce etkisi geçmeyecek deniyor... Etkisi bitmiyor, nükleer serpintinin etkisi Sovyetler Birliği'nin dışında, Karadeniz'in çevresindeki bir çok bölgeyi etkiliyor. Ülkemizde bakan, sorun yok diyerek radyasyonlu çayları için diyor, Edirne'de kavun karpuz'dan verim alınamıyor, kavruluyor. İşte o Çernobil Nükleer Santrali, Sovyetler Birliği Toprakları içerisinde yer alan Ukrayna'nın Kiev kentinde yer alıyor.

Yıl 1987. Aylardan Ocak. Aralık'ın ortasından itibaren Milliyet Gazetesi piyangoya başlıyor. Piyango'nun amacı şu; Beşiktaş'ın rakibini bilene, Beşiktaş kafilesi ile beraber, tüm masrafları Milliyet Gazetesi tarafından ödenecek olan bu deplasmana gitme, üzerine de 300 dolar hediye. 7 rakip var. Dinamo Kiev. Real Madrid. Kızılyıldız. Porto. Bayern Münih. Anderlecht. Brondby. Bilene ödül bu. Rakip belli oluyor Ocak ayında. Dinamo Kiev. Çernobil'den 8 ay sonra Beşiktaş, Kiev adını duyuyor.



Kiev'in o zamanlardaki teknik direktörü, şimdilerin efsanevi teknik direktörü Valeriy Vasylyovych Lobanovskyi. Şimdilerde Dinamo Kiev'in stadının adı olarak kulaklarınıza çalınmıştır belki de. Önünde heykeli vardır şimdilerde. 1975'te Kupa Galipleri Kupası'nı Sovyetler Birliği'ne kazandırmış hoca. Sovyetler Birliği'nin ilk uluslararası kupası bu. Bir nevi efsane.

6 Ocak 1987 günü, Avrupa Şampiyon Kulüpler Kupası çeyrek final kuraları için Lobanovskyi'yi buluyor gazeteciler. Ivan Drago'nun hocası gibi bir ifade ile pozunu vermiş, altına da kurada Beşiktaş çıkarsa diye yorumu yapmış Lobanovskyi; "Beşiktaş çantada keklik. Onlarla eşleşirsek, yarı final garanti."



Beşiktaş'lılar da Kiev eşleşmesinden sonra "Radyasyon Bölgesinden Asrın Takımı" olan Dinamo Kiev'e hazır olduklarını belirtmek için bu pozu veriyor. Samet Aybaba, Ziya Doğan, Sinan Engin, Feyyaz Uçar, Ali Gültiken, Ulvi Güveneroğlu, Rıza Çalımbay; "yorum yok" diyor sadece. Sadece Metin Tekin; "bunlar golleri önler mi acaba" diyor. Haberlerin yorumlarında 20.yüzyıla yakıştırılamayan, 21.yüzyılın futbolunu oynayan nükleer takım olarak bahsediliyor Dinamo Kiev'den. Hugo Sanchez bile çekiniyor Kiev'den, o zaman. Beşiktaş'ın hocası Militunovic mi çekinmeyecek.

Beşiktaş için bu maçta gereken destekler veriliyor ülke futbolu tarafından. Kiev maçıyla aynı tarihe denk gelen Milli Takım'ın mücadelesinden bütün Beşiktaş'lılar çıkartılıyor. Beşiktaş çim sahada çalışmak istiyor Kiev'e karşı. Fenerbahçe'den rica ediyor. Fenerbahçe izin vermiyor çim sahaya. Daha doğrusu veremiyor. Çünkü, öyle bir kar yağışı var ki, çim felan yok. Her taraf kar. Jupp Derwall'in isteği ile "çim"e kavuşan Florya'ya geliyor Beşiktaş. Galatasaray izini veriyor. Samet Aybaba ve Rıza Çalımbay, hayranlıklarını ve şaşkınlıklarını "10 senedir Beşiktaş'tayım böyle çim saha görmedim. Bizde de keşke böyle bir çim saha olsa. İnsanın sahadan ayrılası gelmiyor, top attığımız yere gidiyor, istediğimizi yapabiliyoruz, keşke böyle bir sahamız olsaydı belki de daha teknik oynayabilirdik" diyerek ifade ediyorlar. Dereağzı'nda kar temizlenince de bu kez Fenerbahçe'ye misafir oluyor Beşiktaş takımı.

Maç tarihi geliyor. Maç iptal. Tipi var. Başka bir tarihe erteleniyor. Ligler bile erteleniyor. Manşet var "Ali Sami Yen'de 10 bin ton kar var" diye. Maç tekrar iptal. Tekrar oynanmak isteniyor. Tekrar iptal. Uefa ultimatomu veriyor. Ya temizlersiniz ya da başka bir yerde oynatırız. 3 kez iptalden sonra başka bir yerde oynansın deniyor. İzmir'e veriliyor maç. Dinamo da İzmir'de yürüye yürüye 5 tane atıyor Beşiktaş'a, 17.dakikadan 61.dakikaya kadar. Rövanşında da elbiseler işe yaramamış olacak ki, 2-0 Kiev yine kazanıyor.

Kiev, daha sonra Porto'ya eleniyor, Porto o sene kupayı kazanıyordu. Bizde de her zamanki, "futbolumuz bu kadar, sağlık olsun" muhabbetleri oluyordu. Beşiktaş'ta sattığı ama oynatamadığı maçın biletlerinin zararını taraftarlarına geri ödüyordu...

Yani, uzay takımı diye bakıp gülümsediğimiz takım, aslında bir acı hikayenin küçük bir parçasından başka bir şey değil...

ek: Recep Çetin, bu kadroda yok. Böyle bir resmin içerisine dahil ettim kendisini nedense. Hep o röveşata yüzünden. Kadro yorumda verildiği şekilde üsttekiler ziya, ulvi ,ali, kadir, gökhan, metin, samet (k), alttakiler sinan, rıza, feyyaz, fikret.

19 Aralık 2010 Pazar

Helal Olsun Cana !


Lorik Cana'yı geldiğinden beri bir şeye benzetemeyen, gönderilmesi gerektiğine inananlara karşı neler söylesem az. Mesela ismini dahi anmaktan imtina ettiğim bir yorumcunun "2.lig topçusu" cümlesini her duyduğumda "sen futbolu bıraktığında Premier Lig'de mi oynuyordun, 2.ligde mi" diye haykırıyorum, belki duyar diye. Her neyse.

Cana'yı statta canlı izlediğimde de ekran başında izlediğimde de oyununa duyduğum hayranlık kat kat arttı. Kestiği atağın sayısını istatistiklerini bir yazsalar, kayıp tereyağından kıl çeker gibi aldığı topları bir görseler, ki görüyorlardır muhtemelen, Cana'yı çok farklı değerlendirecek herkes. Manisa maçında Cana'nın Murat Erdoğan'ı karşılayamadığı ilk pozisyon gol olan pozisyondur diyeyim ben size sadece. Konyaspor maçına gelelim. Bugün O'nun açısından nispeten rahat gibi görünen ama ileride "ha düştü ha düşecek" diyerek izlediğimiz ve ayağını yerden kaldıramayan ama mucizevi bir pas atan Hakan Balta'nın yerine de iş yapınca, 60'tan sonrası biraz zor geçti. Golden sonra Anıl'ın yanına gidip yaptığı hareket ise Cana'ya yakışırdı. Koştu, gol sevincini yaşayan Anıl'ı tebrik etti ve golün yaratıcılarını göstererek onlara teşekkür etmesini istedi. Üstüne son dakikada, pozisyonla alakası yok iken, son düdüğe belki de 3 saniye var iken, 90 dakika boyunca habire vurup, üstüne üste çıkmaya çalışan Kere - Emre Toraman - Hakan Aslantaş grubundan birisinin yine aynı şeyi yapmaya çalıştığını görünce, bu kez gidip kendi ifadesini aldı. Bu sene gördüğü de ilk kırmızı kart oldu maalesef. Önemli değil, kupa maçları var.

Fotoğrafın da hikayesini anlatayım. Marsilya, Bordeaux ile sezon öncesi bir kasabada hazırlık maçı yapıyor. Maçta da Samir Nasri aldığı darbe ile sakatlanıyor. Sağlık ekibi, sedye, ambulans felan hak getire. Dedim ya hazırlık maçı. Nasri'nin kalkamayacağını görünce, kaldırılamayacağını da görünce kucaklıyor Kaptan Lorik Cana. Kaldırıyor ve saha kenarına kadar taşıyıp bırakıyor Cana. Nasri de acısını sarılarak hafifletmeye çalışıyor ve bu görüntü ortaya çıkıyor. Kenara geldikten bir süre sonra da sedye geliyor ancak. Cana budur ! Hatta daha fazlasıdır.

Zidane vs Sergen





"Guti is the only player you can never stop, not because he is stronger or faster than you, but because he is smarter."
Zinedine Zidane


"Guti’yi yıldız oyuncu diye getirdiler. Hiç beğenmiyorum. 35 yaşındaki adamı yıldız oyuncu diye lanse edersen, işler yürümez. Hiçbir zaman Kenan İmirzalıoğlu, Erkan Petekkaya olmadı, hep yan roldeydi. Real Madrid’ de de, Zidane’ın, Ronaldo’nun yanında sırıtmadı. Guti’ye tek başına sorumluluk ver, kesin mantarlar! Onun verdiği pasları gözlerimi bağlasan atarım."
Sergen Yalçın


Guti'yi alınca Sergen'i göndermiş olsa yönetim anlarım. Ama bu ne kıskançlık mnkym?

yeter lan, daha Sergen hakkında bir şey yollamam bloga. fotoğraf da Sami Yen deplasmanından. tam arşivlik. çalınız.

Siz Uzay Takımı Görmemişsiniz


Sahalarda Görmek İstediğimiz Hareketler


Galatasaray Erkek Basketbol Takımı, Bornova Belediyesi ile karşılaşıyor. Oyunun bitmesine 6.30 var. Bornova Belediye'li bir basketbolcu sakat ayağını son kez bir daha zorluyor ve sekmeye başlayıp, yere yatıyor. Galatasaray taraftarı "oooh oooh" adlı utanç tezahüratını tam yapmaya başlamış iken, Oktay Mahmuti hemen arkasını dönüyor, o sert ifadesi ile taraftara susun işaretini yapıyor ve hemen peşinden alkışlamaları yönünde bir hareket yapıyor. Taraftar da Oktay Mahmuti'nin dediğini hemen uyguluyor ve sakatlanan basketbolcu sahayı arkadaşlarının kolları arasında terk ederken, taraftarlar tarafından, biraz zor olsa da, alkışlanıyor.

Inter, Mazembe'yi 3-0 yenmiş. Tören, madalyalar felan derken, sahada yılların bir telini bile ağartıp dökemediği fırça saçları ve jilet gibi duruşu ile Luis Figo var. Mazembe'li futbolculardan 1-2 tanesi hemen Figo'nun yanına gidiyorlar. Ellerinde de dijital bir makine. İzin istiyorlar. Figo da "tamam" diyor. Sanıyor ki, 1-2 tanesi çekilip bırakacak. Takımın yarısı Figo'nun yanına sırayla geliyor. Kimisi tek, kimisi 4'er 5'erli gruplarla Figo ile fotoğraf karesinde bulunuyorlar. Figo da ilk fotoğraftan sonra sürekli olarak yanına gidip gelenleri görüyor, içten içe gülüyor ama o duruşunu da hiç bozmuyor.

Espanyol - Barça. Katalunya derbisi. Dakika 21. Birden herkes pozisyonu bırakıp çılgınca alkışa başlıyor. Duran top felan hikaye. Herkes 21 numaralı formanın sahibi Dani Jarque'yi anıyor o dakikada. 1 dakika boyunca top nerede olursa olsun, pozisyon ne olursa olsun, alkış sürüyor.

Yine Espanyol - Barça. Iniesta oyundan çıkıyor. Herkes yine aynı şekilde ayağa kalkmış Iniesta'yı alkışlıyor. Çünkü, Jarque'yi Dünya Kupası finalinde andığı için, Iniesta'nın belki de Chelsea'ye attığı gol kadar değerli olan, futbolculuk kariyerinin en önemli golünde O'nu hatırladığı için alkışlıyorlar. Yerine giren Keita'yı da yuhalıyorlar tabii.

Unutmadan yazayım. Alex de Souza. Yanına, önüne, arkasına felan tanım yapmaya felan gerek yok...

Şimdi size Mehmet Topuz'un yumruğunu göz göre göre umursamayan, "bir ona çalmadım bir de buna çalmadım o zaman dengeledim" diyen hakemi, Ankaragücü'nün yönetimini, Galatasaray'ın kötü durumunu, içinde bulunduğum berbat durumu ve uyumadığım geceleri, çok makyaj yapmanın çok güzel bir kızı Aysel Gürel'e çevirdiğini yazardım da ne gereği var can sıkıntısının. Hayatın içinde güzel yanlar da var. Tebessüm ettiren anlar var. Yaşayın ve bir kızı seviyorsanız hemen evlenmeye bakın. Sevin, sevilin, sevişin, koklaşın.

17 Aralık 2010 Cuma

Beşiktaş 2010-2011 Futbolcu Görselleri #1










Şu 1-2 günde sıkıldığım anlarda böyle şeylerle uğraştım. Öyle dursun arşivde falan diye. Bir sebebi yoktu yani. Eh, yapmışken paylaşayım dedim, devamı gelir belki.

16 Aralık 2010 Perşembe

Duydunuz mu, Yabancılar Para İçin Oynuyormuş !!


Böyle bir şeyi duyduğumda yaşadığım şaşkınlık, böyle daha önce yaşamadığımdan, anlatamayacağım bir şaşkınlık. Tanımlayamıyorum. Benzerini bulamıyorum. "Yabancı futbolcular bu işi para için yapıyorlar" cümlesini her duyduğum yerde futbolumu sorguluyorum aniden. Sistemler, diziliş, beklerin hücuma katılırken yaptığı koşular felan diyorum ama bu çok üst düzey. "Para için bu işi yapmak"

Çok ilginç gelebilecek bir futbolculuk tanımı yapayım da şaşırın. Futbolculuk, kimi insanlar için bir meslektir. Evet, illa ki babanız bankada hesap kitap işleri yapan, inşaatta demir bağlayan, masa başında o dosya senin bu belge benim diye eve pestili çıkmış halde gelen, 25'e 50 bir kolonun donatı detaylarını çizen bir adam olmak zorunda olmayabilir. Sağ kanattan bindirme yapan, 7.32-2.44 ölçülerindeki 3 direğin arasından topu geçirmeye çalışan bir adam olabilir babanız. Nasıl yurtdışına çalışmaya giden bir meslek sahibi olabilirse babanız, futbolculuk mesleği de yurtdışında yapılabilen bir iştir.

Dedem, 60'ların sonu 70'lerin başında Almanya'ya giden işçilerden birisidir mesela. Babaannem de dedemin yanına Almanya'ya gittiğinde bir gün, yediği çikolatanın kabını yere atmış gayri ihtiyari. 70'ler. Babaannem için hayat 20 sene Kırşehir'de bir köy, 10 sene İstanbul'da Kadıköy, Göztepe'de tek göz evler, o zamana kadar. Kabı yere attığını gören bir Alman kadın da, hemen kapısının önünden bağırmaya başlamış babaanneme, tabii ki Almanca. Babaannem ne bilsin Almanca'yı, dedeme sormuş. Dedem de, "yere bir şey mi attın" diyerek anlamış olayı. Şimdi 40 sene önce bir insanın yetiştiği kültürden, başka bir kültüre geçerken yaşadığı farkın boyutlarını ve yaptığı kendisine ve o devirde yaşadığı ülkenin genel insanlarına göre masumane ama bir Alman'a göre gayet kötü bir davranış olan hareketi düşünün. Anlatmak istediğim şey, bir kültür, bir hayat, bir yaşayış farkı vardır herhangi rastgele 2 ulus arasında. Bunu da geçtim, bir uyum süreci vardır. Almanya'ya çalışmaya giden işçilerin hemen oraya adapte olduğunu felan sanmıyorsunuzdur herhalde. Kaç bin tanesinin orada bir Türk bulup, derdini hayat mücadelesini paylaşmak istediğini düşünebiliyorsunuz ? Oradaki çalışma ortamında yaşadıkları diyalogları ve oradakilerin kendilerine karşı davranışlarını. Oraya niye gittiğini de tahmin edebiliyorsunuzdur ? Tabii ki de Alman çikolatası için. O kadar çikolata alıyorlar, alışsınlar di mi...

Bizim ülkemize gelen bir yabancıya "para için oynuyor" demek popülizmdir, göz boyamaktır, yalandır. O adamı ezerek, üste çıkmaya çalışmaktır. Dahası bunu masumane yapan adamdaki empati yoksunluğudur. Adam evindeki bir kasa limonunu yemek için buraya çiğ köfte almaya gelmiyor herhalde. Futbol oynamaya geliyor. Tabii ki para için geliyor. Sen buradan aylık 500 TL alıyorken, Rusya'ya aylık 500TL maaş ile çalışmaya gider misin ? Yoksa aylık 1500 TL maaşa mı gidersin ? Meslek farketmez.

Sen 2 sezondur sezon başı kampı görmemiş Elano Blumer'i, birisi geç transfer edilmesinden diğeri de Dünya Kupası'nda kaval kemiğine yediği tekmeden dolayıdır, transferin son günü, ligin 4.haftasının olduğu gün Zvjezdan Misimovic'i getirip "takımı kurtarın" diye atarsan bir sahaya, üstüne hocaya "istediğini de yaptık" dersen, taraftara da "biz üstümüze düşeni yaptık" dersen afedersin ama el hareketlerinin en ses çıkartanlarından bir demeti ve 6 ay ömrü kaldığını öğrenen Mülayim Sert'in umumi tuvalet açma sebebinde kullandığı cümleyi hak ediyorsun. 13 bölümlük bir dizinin 8.bölümünden bir adamı başlatırsan, adamın diziyi çözmesine kadar haliyle dizi biter. Sonra da adamı yem yapmak kolaylaşır. Sonra dersin ki, adam oynamıyor, para almaya gelmiş. Adam senin kültürünü nereden bilsin ? Neye sinir olup, neyi umursamadığını nereden bilsin ? Dahası, senin 1 ay boyunca gece gündüz çalıştığın oyun sistemini nereden bilsin ? Geldiği sistemin, kendisinin daha önce oynamadığı bir mevkii de oynamasına sebep olacağını nereden bilsin ? Hangi futbolcu, futbol oynamamak ister ki ? Kim yedek kalmaktan mutlu olur ? Seni bilen adam olsa, al son gün oynat. Adam gittiği yeri biliyor. Bu adamlar nereden bilsin ?

Araştırıp, bakalım. Son 15 senedir, bu ülkeye damgasını vurmuş yabancıların transfer tarihine bakalım, "yitip giden yıldızlar" tanımına uyan futbolcuların transfer tarihlerine bakalım bir de... Sonra onları para için yargılarız...

Yerlilerin para için oynamaları ve "ruh" sahibi olmalarından da bahsetmiyorum. Daha sonra bakarız...

Beşiktaş - Rapid Wien / Alman Ernst




İlk geldiği devre arasından sonra yaptıklarıyla kısa sürede "Seni izlemek, Beşiktaş'ı izlemektir" dedirtti. Efsanevi gol anı Trabzonspor'a deplasmanda attığı "Gerrardvari" goldür herhalde. Bu sezon da iki önemli Avrupa golü var. Ernst, skora katkı yapması beklenen oyuncu da değil zaten. Geçmiş zamanlarda %80'lik bir defansif oyun oynaması gerekirken bugün o oran %60'lara geldi. Defans-Hücum arasında daha dengeli bir oyun oynuyor artık. Sistemin gerektirdiği, Aurelio'nun göreviyle onun da görevinin değişmesi bunda etken.

Son zamanlarda formunda düşüş olduğu da doğru. Ancak şunu unutmayalım, sezon başından beri neredeyse her maç 90 dakikaya yakın oynadı. (Tablo burada) Ayrıca şunu da belirtmeden geçemeyeceğim, Ernst'in "formsuz hali" bile, ligimizin birçok orta saha oyuncusuna oranla "kabul edilebilir" sayılır. Şu an yapılacak transferler ile Ernst'in dinleme ihtimali de artacak. Hem "gerekli" rotasyon, hem de kontenjan sebebiyle "mecburi" rotasyon Ernst'i rahatlatacak.

Sonuçta başta dediğim gibi: Seni izlemek, Beşiktaş'ı izlemektir be Alman'ım. Sen gol atınca, Beşiktaş gol atıyor. Quaresma'nın, Guti'nin hareketlerine bayılsak da; Necip'i kardeşimiz gibi görsek de; seni bir ayrı hissediyoruz. Çoğul yazıyorum, çünkü biliyorum benim kadar hissedenler vardır bunu.

Dönelim maça. Tabata'nın tercih hatalarının Schuster'i dahi çıldırttığını gördüm bu maç. Daha söylenecek söz yok. Devre arası 3'e 5'e bakmadan kontenjana yer açmak gerekir. Guti gergin, Quaresma ilk zamanlara göre moralsiz gibi. Cenk ve Ersan aynı çizgide gidiyor. Aman nazar değmesin. Yeteneklerine ihanet ettiği için çok kızdığım İsmail toparlanmış göründü biraz. Özellikle ikinci yarıda hücumda çok iyidi. Dönüşlerde de pozisyon kaçırmadı. Ferrari konusu karmaşık hâlâ. Sivok ve Ferrari'den birisi yerli olsa bu sıkıntılar yaşanmazdı. Yine de önceliki gidici Zapo olacak umarım. Aurelio'yu bir ara uzun konuşmak gerek, mükemmel oynuyor. Sevemiyorum, ısınamıyorum kendisine ama hakkını yememek lazım. Tekniği ve oyun becerileri açısından 1 sene daha çok rahat faydalanacağız gibi. Form tuttukça iyileşiyor, sakatlanmaması bu sezon etkinliğimizi arttırır.

Felix de Kuralar hakkında yazmış, o da burada.

Ernst: İnsan mısın?
Ernst: Beşiktaş'ın İşçisi
+ Bonus
Ernst: Yavru Kartallar

Beşiktaş ve Muhtemel Rakipleri


Beşiktaş; Schuster'e, elindeki kadroya ve bana göre bu sezon en gereksiz maçına çıktı. Önüne gelene yenilen rakiplerin umrunda olmadığı ülke puanını, ligde puan alma sıkıntısı yaşayan Bernd Schuster'in dert etmesi zaten bir komedi olurdu bana göre. Ama 2-0'lık galibiyet, Q7'nin morali, gönderileceklere son kez İnönü çimleri derken, sıra rakiplere geldi. Beşiktaş'ın 15 muhtemel rakibi var. 11 adet grup birincisi ve 4 tane Şampiyonlar Ligi 3.sü takımdan birisi Beşiktaş'ın rakibi olacak. Bu 15 takım; L'pool, PSG, Dinamo Kiev, CSKA, Villareal, Leverkusen, Sporting Lizbon, Stuttgart, Zenit, Spartak Moskova, Braga, Ajax, Twente, PSV veya Metalist, Man.City veya Lech Poznan'dan birisi olacak. Psv - Metalist ile City - Poznan grubu perşembe akşamı kesinleşeceğinden 14 ve 15.takımlar belli değil, şimdilik.

Şimdi, kim iyidir, kim değildir söyleyemeyiz ama takım adları ve fikstür, bir şeylerin önizlemesi olabilir. Son 32 maçları 17-24 Şubat tarihlerinde oynanacak. Daha rakipler belli olmadan Beşiktaş'a 1.kötü haber geliyor bile. 20 Şubat 2011 tarihinde fikstürde görünen maç kendi sahasında Fenerbahçe maçı. Bu maçın öncesinde Ankaragücü deplasmanı, sonrasında da Antalyaspor deplasmanı olması da göz ardı edilmemeli. Yani, Mart ayı Beşiktaş için çok iddialı girilebilecek bir ay da olabilir, moral bozukluğunun ayı da... En iyisi biz bu 15'liyi 5'er 5'er konuşalım.

1. 5'liyi kolay 5'li yapalım. Stuttgart, Dinamo Kiev, CSKA, Twente ve Spartak Moskova. Aslına bakarsanız, zorlama oldu farkettiğiniz üzere. Twente'nin McClaren ardından formu aynı düzeyde devam etse de Beşiktaş için ekarte edilebilir bir yumuşaklıkta. Stuttgart, can derdine düşecektir bu gidişatı ile. Kiev, sadece adı olan bir ekip şu sıralar. 2 Rus takımının da liglerinin bitmiş olmasını düşünerek aldım bu listeye. Bu 5 takımla da içeride iş bitirilebilir. Bu bakımdan avantaj.

2. 5'liyi ölüm 5'lisi yapalım. Man. City, Liverpool, Zenit, Leverkusen, PSG. Zenit'in de ligi bitti ama neden burada derseniz, Spaletti'nin neredeyse ligde gelen geçeni çizmesi ama Şampiyonlar Ligi'nde şimdi değil, gelecek sene oynayacak olması bu kupada ilerlemelerinin anahtarı olabilir. Zenit bu sene her maçına aşırı favori olarak çıktı ve her büyük maçı da rahatlıkla kazandı. Ligin çok üstünde kadroları var. Şubat ayında Rusya'da maç yapmak da e haliyle yani zor. Diğerlerini yazmaya gerek yok bence. Leverkusen'in bu sene Bundesliga'da Dortmund'u kovalayan ekip olması ve Dortmund'un elenmesi yüzünden lig fikriyatı, PSG'nin de kalecisinin siyahi olması (siyahi futbolcudan kaleci olmaz) ilk aklıma gelen Beşiktaş lehine cümleler. City yerine Lech Poznan olması ihtimali de var bu arada.

3. 5'li ise Lizbon, Braga, Villareal, Ajax ve Psv. Bu 5'liden ölüm 5'lisine koyabileceğiniz takımlar da olabilir rahatlıkla. Mesela Villareal. Ama bu 5'liden herhangi birisinin çıkması halinde ben, 2.maç bitmeden bir sonuç, tahmin yürütmenin, hele fikstür ve 2 ay gibi bir sürenin getireceklerinin yanında zor olduğunu düşünüyorum.

Beşiktaş adına hayırlısı olsun diyelim. Transferler, gelen gidenler derken Şubat ayı Beşiktaş adına belki de yılın en uzun ayı olacak...

15 Aralık 2010 Çarşamba

Sadri Şener ile Futbol Gündemi


Sadri Şener'in katıldığı spor programlarını dikkatle ve ısrarla kaçırmadan izlemeye gayret ediyorum. Çünkü, bildiğimiz "Başkan" sıfatının getirdiği tanımlamalardan farklı olarak, sürekli gülen, aklına geldiğinde komik hikayelerle, anılarla vs. olayı özetleyen bir adam. Yine bugün sorulan sorulara cevaplarını gayet içtenlikle verdi, yine 2 saatin bu kadar kolaylıkla nasıl geçtiğini anlamak zor oldu. Bir iki cümlesini yazayım ben de buraya... Soranlar Sinan Engin ve Melih Gümüşbıçak.

- Başkanım, stat meselesi ne oldu ?
+ Bildiğiniz gibi Trabzon'da düz yer kalmadığından denizi doldurup bir stat yapacağız. Dolgu ihalesi de bitti. Onu bekliyoruz. Bittikten sonra da terkedeceğiz eski stadı. Ne olur bilemiyorum. Ama 40.000 kişilik bir stadımız olacak.

- (Galatasaray maçında gol sırasında yaptığı hareketler izlenirken) Başkan da asisti yaptı orada.
+ 2 senedir maç izliyorum Adnan Polat ile beraber. İyi de dostumdur. 2 senedir maç bittikten sonra "geçmiş olsun" diyip gidiyor. Ya bir kere de ben bu adama "geçmiş olsun" diyemeyecek miyim kardeşim diyip duruyordum her seferinde. Çok şükür bu kez oldu.

- Bir soru var Gümüşhane'den. "Başkanım, ben Gümüşhane'liyim. Gümüşhane'li olduğum için Trabzonspor'u desteklemem taraftarlar ve çevremdekiler tarafından yadırganıyor. Trabzonspor'un adını daha Karadeniz illeri için uygun bir şekile çevirsek, olmaz mı?"
+ Trabzon Gümüşhanespor yapsak mı acaba ? Olur mu canım öyle şey. En iyisi Gümüşhane'yi Trabzon ilinin içine katalım. Daha iyi olur.

- Transfer meselesi ne olacak başkanım ?
+ Valla, ben o işlere karışmıyorum. Zaten olanı da Şenol Güneş sattırmıyor. Satamıyoruz oyuncuyu. Hoca hemen sattırmıyor. Yollamıyor takımdan vallahi. Ben artık parasal kısımlarla ilgileniyorum. Takıma karışmıyorum.

- Kulüpler Birliği toplantılarında ne yapıyorsunuz?
+ N'apalım, pastalar filan var onlardan yiyoruz.

- Yurtdışında da özellikle gurbetçiler Trabzonspor'lu. Yurtdışı kampları da renkli oluyor o yüzden.
+ Panayır gibi. Yazın 2-3 günlüğüne gidiyorum kampa. Bir bakıyoruz kucaklarında çocuklarla adamlar. Diyor ki; "Başkanım 400 km yoldan geldik, akşam eve döneceğiz" Ya 400 km'den gelinir mi ? Geliyorlar. Biz de kırmıyoruz fotoğraf felan çektiriyoruz işte. Para da kazanıyoruz, çünkü dolduruyorlar stadı.

- Başkanım, bilet konusunda sıkıntıları varmış. Yoğun mailler var. Bilet isteyenler var.
+ Çok ilginç bizimkiler vallahi. Biletler Sadri Şener Tesisleri'nde de satılıyor diyoruz, adamlar biletleri benim verdiğimi sanıp beni arıyorlar bütün gün. Mailde de bilet mi istemişti taraftar. Parayla mı istemiş bedava mı istemiş yanlarına not düşsünler. Parayla istiyorlarsa p, bedava istiyorlarsa b yazsınlar.

- Son olarak, bir mail var okumam gerekli. "Başkanım, Tonya'lılar ve Vakfıkebir'liler için bu P ve B olayı işe yaramaz. Onlar P'ye B, B'ye de P derler. Karışır vallahi."

- Trabzonspor Tv meselesi ne olacak Başkanım ?
+ Vallahi, Saner Ayar ile görüştüm. "Zarar ederiz" dedi bana. Yanılmıyorsam sadece Fenerbahçe Tv kafa kafaya bu "gelir-gider" olayını götürüyormuş. Şimdi biz zarar edeceksek, gerek yok. Zaten 2-3 tane yerel kanal var, onların da ekmeğine mani olmayalım biz. Hoş, onlar da beğenmiyorlar yaptıklarımızı ama olsun. Hepsini tanıyorum. Benim ahbaplarım.
- Beğenmeyenler de var yani, bu duruma rağmen !
+ Bizim orada bir şey beğenilir mi zaten.

- Borçlar ne durumda ?
+ 105 Trilyon, eski parayla tabii, borcumuz var. Ama çevrilebilir borç. Gelirlerimiz var. Şampiyon olursak 45 milyon gelirimiz olacak. Avrupa'ya da gidince 60 milyon lira yıllık sadece Digiturk'ten gelir. Ondan sonra da kimseye selam vermem. Düşünsenize ondan sonra caddede yürüyüşümü. Size de yemek ısmarlarım artık.

- Şimdi, Trabzonspor'un 5 maç kaybetme lüksü var. Bu lüks, diğerlerinde yok. Büyük maçlarda kaybedilmezse dışarda, biter bu iş sanki.
+ Şimdi Sinancığım, 5 kere 5 25. Oradan beraberlikler felan...
- Başkanım 5 maç 3 puandan 15 puan eder.
+ Yok ben maç başına 3 puana verilen parayı hesaplıyordum. Kaybımız ne kadar olur diye.

14 Aralık 2010 Salı

Ali Sami Yen'in Unutulmaz Günleri #2 || 100 Milyon Liralık Bilet


Sene 99. Lisede bile değilim. Ortaokul yılları. Galatasaray'lılık benim için Cine 5'te her hafta maçları izleyip, galibiyetlere sevinmek gibi bir rutine binmiş durumda. Ama Avrupa dersen, Hagi'nin Athletic Bilbao'ya attığı golden sonra amcamın koluna o sevinçle vurmam, Rosenborg maçında Arif'in golünden sonra elimdeki kalemi sevinçle duvara fırlatıp kırmam, Rapid Wien maçında Hagi'nin golüne tepki olarak sadece ayakta alkışlamam gibi şeyler. Daha eskisi olarak da Kubilay Türkyılmaz'ın Manchester United'a attığı gol gibi nerede ağları olan bir file görürsem o kısma kaymak gibi absürtlüklerim de vardır. Hoş, o zaman o maçın 3-2 bittiğini sanmıştım ama Hayro vardı kalede. O'nu sadece "kova Hayrettin, yapma Hayrettin" olarak tanıyordum. Her neyse. Rakip Milan'dı.

Bir maç önce oynadığımız Hertha deplasmanında durum 1-0 olunca, yine evimize döneceğimizi sanmıştık ama Hakan Şükür effect, pijamalı kaleci Kiraly ve efsanevi orta saha sayesinde "çok güzel, harika, şahane, süper" kelimeleri eşliğinde 4-1'i görmüş, üstüne Terim'in "Berlin'liler üzülmesinler, biz haftaya Milan'ı da yeneceğiz ve sizi gruplardan çıkartacağız" sözlerini duymuş birisi olarak "Milan'ı yenmek" gibi bir düşünceye bürünmüştük taraftarlar olarak. Her neyse, evdeki milletten dolayı bana maç izlemek için verilen televizyon sadece 37 ekran olunca, babaannem ve dedemin yanına çıkmıştım. 55 ekrandı o neticede. Onlar da benim yüzümden Galatasaray'lı idi. Hele babaannemin Galatasaray'lılığı Tanju, Simovic ve Denizli'ye kadar gider ki, efsanedir. Favori argümanı da; "Avrupa'ya ülkeyi biz tanıttık, Simovic elinde bayrağı ile dolanırken siz kapının önünde dolanamıyordunuz. Tanju altın ayakkabıyı Galatasaray ile aldı" gibi tarihi şeylerdir ve muhteşemdir. Dedemin de Mustafa Denizli'nin "Allahım sana şükürler olsun" cümlesini yaşsız gözlerle izlediğini ben görmedim.

Çıktım yanlarına. Galatasaray kadrosunu ezbere biliyorum. Milan desen, nereden bileyim George Weah'ı, Roberto Ayala'yı. Şimdi isimlerini rakip olarak yazarken bile aha 2 tane yedik diyorum ki daha Sheva, Gattuso, Albertini, Helveg gibileri de var. Neyse tribünler tıklım tıklımdı. Maç öncesi haberlerde şöyle bir cümle gelmişti muhabirden; "Ali Sami Yen'de maç biletleri için stat çevresinde 100 Milyon Lira bile verenler oldu". 11 sene önce 100 milyon lira ile bir ay ev geçindirenler vardı. Babaannemin "manyak mı bu adamlar o kadar para veriyorlar, bir de yenilirsek ne olacak" realizmini duysalardı evlerine dönerlerdi muhtemelen. Neyse ki ilk düdük geldi.

Sheva, 7 sene sonra Servet'i nasıl peşine takacağını cümle aleme gösterir gibi Ahmet Yıldırım'ı 10 metrede geçip, George Weah'a golü attırınca, yine aynı nakarat herhalde dedik sadece. Weah'ta forma altından forma çıkartmıştı nedensizce. Sonrasında da sessizliği bozan o gol geldi. Hasan hep sağ kanattan gölgesine çalım atardı, Okan hep pres yapardı ve Capone arka direkte hep boş kalırdı. Bu yazısız kural yine gerçekleşti. Spiker bile evet durum 1-0 demişti içinden. 1-1 girilen bir devre. 1 gol ve gerisi onu savunmak. Bu kadar. Olabilir miydi ? Galatasaray, bir yerlere devam edebilir miydi ? Giunti, düşünceleri bitirdi. 1-2 oldu. Ardından Terim, 5 dakikada 3 efsane değişikliğe imza attı. Hiç unutmam Popescu - Arif ve Hagi. Hagi'nin çıkmasına o kadar homurdandı ki taraftar, sanki o an bitmişti her şey. Ama hiç bir şey bitmemişti. Milan, savunmasını kurmuş, duvarını yapmıştı ama orada bir kadife ayak ve bir kule vardı. Ergün Penbe ve Hakan Şükür.

Ergün'den sonra Galatasaray'da kanattan muz orta kesen olmamıştı. Öncesinde de Cevad Başkan dışında da sanmıyorum birisi olsun. Her dakika binbir olasılık düşünüyordum sadece. Şimdi bir tane atsak, son dakikada bir tane daha 3-2. 80'de atsak, son dakika 3-2. Hep son dakika golünü aklımdan geçiriyordum da o ilk golü bulamıyordum işte. Ergün öyle bir orta kesmişti ki, o top Hakan Şükür'ün kafasına gidene kadar ne görse onu geçip o kafaya gidecekti. Öyle bir ortaydı işte. Hakan vurdu, Abbiati kımıldayamadı. O ilk gol gelmişti. Gerisi son gole. Ama nasıl. Yine bir orta. Hakan sıçradı. Çırpındı havada. Düştü. Bir düdük. Dedim ki attı diye kart. Çünkü, görmemiştim böyle bir penaltı Türkiye'de. Hem de böyle bir rakibe. Hakemin eli penaltıyı gösterdi. 17 Mayıs 2000 günü jöleli saçlarını geriye yatırmış olarak gördüğümüz o İspanyol hakem Lopez Nieto, penaltıyı çalmıştı. Hakan Şükür koştu ve bıraktı kendini sevinçten.



Aklımda tek şey vardı. Kaçırırız herhalde. Nedensizce kendimi olumsuza hazırladım sadece. Ümit geldi topa da. Hakan Şükür varken neden Ümit ? Bu niye vuruyor ? Kaleci kurtaracak vs. vs. Vurdu. Topun gol olduğunu, Suat'ın eşini neredeyse tribünden düşüreceğini ve oturduğum yerden sevindiğimi hatırlıyorum. Büyük bir şaşkınlık ile. Milan'ı yeniyorduk. 86.dakikada 2-1 yeniktik. Maç biterken 3-2 idi. Aradan 5 dakika geçmemişti. Tribündekiler de artık o kadar sinirleri boşalmış bir taraftar topluluğu olmuştu ki, o besteler felan gitmiş, bu skor yüzünden akla gelecek tek marş olan "re re re ra ra ra Galatasaray Galatasaray Cim Bom Bom"dan başka bir şey söylemiyorlardı. Evde benim bile golden sonra aklıma sadece bunu söylemek gelmişti. Son düdük geldi. Suat tribünde, biz koltuklarda, magandalar ellerinde silahlar ile galibiyete inanmaya çalışıyordu sadece. Babaanne realizmi ile farkına varmam kısa sürdü zaten.

"Verdikleri para boşa gitmedi en azından"

Ali Sami Yen, o gün tarihinde göreceği 2 Avrupa Kupası'ndan birisine giden yola tanıklık etmişti sadece. Dahası, 1 sene sonra o Milan, Galatasaray'ın şamaroğlanı haline gelecek, keşke hep Milan ile oynasak durumuna kadar gelecekti...

13 Aralık 2010 Pazartesi

Gole Giden Hoca





Görselleri TS resmi internet sitesinden aldım, birleştirince şöyle bir şey çıktı. Lider'e hediyemiz olsun, bu adamın katkısı büyük sonuçta. Resime tıklayıp orjinal boyutuna ulaşabilirsiniz.

"Trabzonspor'un Şampiyonluk Süreci Başlamıştır"




2007-2008 sezonunun 9. haftası idi. Gittiği her takımda, istisnasız, kadro sıkıntısı çeken ve gittiği her takımda 2-3 yeni isim dışında çekirdek kadrosunu değiştirmeyen Ziya Doğan'ın Trabzonspor'u, 5.dakikada 2-0 öne geçtiği maçta Beşiktaş'a yenilince, suyu kaynamış, kaynamanın da ötesinde artık Altar'ın oğlu Tarkan'ın içerisine girip kemiklerini iyileştirdiği o su sıcaklığı seviyesine kadar gelmiş ve Trabzonspor'dan eriyip gitmişti. Yerine Trabzonspor Lig Tv yorumculuğundan bir transfer yaptı tabii ki. Ersun Yanal.

Ersun Yanal, gelir gelmez Trabzonspor gibi bir takım için, Trabzon gibi bir şehrin dinamiklerine ters çalışmaya başladı. "Her maçı kazanmalıyız" düşüncesinin 2.planda olduğu bir düşünce ile geldi. Geleceğin sezonunun takımını kurmak için sistemini kurmaya başladı. Bu uğurda öyle kötü maçlar çıkarttı ki, başkan desteği olmasa kupada aldıkları Adana Demirspor mağlubiyetinden sonra bile Trabzon dinamiklerinde yollanabilirdi. Beklendi. Hoca da bekledi. Avantajı, yönetimin değişecek olması ve yeni gelen isim olan Sadri Şener'in ona verdiği destek idi.

2008 - 2009 yazında Trabzonspor, haberlerin gündemindeydi. "20 oyuncu aldılar, 21 oyuncu aldılar, 22. de geldi" cümlelerinin ardından "bu kadar adam uyum sağlar mı" cümlelerini duymaya başladılar. Bu cümleler aslında Ersun Yanal'ın işine yarayacak cümlelerdi. Çünkü "20-25 adam aldılar" cümlesinin aslı 7-8 transfer yapmış olmaları idi. Geri kalan futbolcular Trabzon Karadenizspor, Akçaabatsebatspor gibi takımlara giden futbolcular idi. Her neyse, asıl önemli konu ise Ersun Yanal'ın 13 Temmuz 2008 günü Gerede kampında söyledikleri ve basına düşen sözleridir. O gün, şunları söylemişti Yanal;
''Bizden beklentilere cevap vermek gerekiyor. Öncelikle uzun yıllar oynayabilecek bir kadro kuruldu. Camiamızın, yönetimimizin, taraftarlarımızın ve bizlerin tam mutabakatı ile kurulmuş olan bu takımın kaynaşması ve uzun yıllar bir arada oynamasını sağlamalıyız. Avrupa kupalarına katılmak, hatta bu güveni vermek öncelikli hedefimiz. Milli takımlarda çok sayıda oyuncu bulundurmak, taraflı tarafsız herkesin ilgisini çekecek, izlemek isteyeceği bir takım ortaya çıkarmak amacımız olacak. Trabzonspor'un kriteri şampiyonluklar yaşayacak bir kadronun oluşumudur. Bu süreç başlamıştır. Bundan sonra da şampiyonluğa ulaşacak, merdivenleri tek tek çıkacak bir takım yaratılmıştır. Taraftarlarımızın da bu takıma karşı kredili ve toleranslı, yaklaşmaları, herkesi ortak düşüncesiyle alınan bu oyunculara destek vermeleri gerekiyor. Eğer bunu başarabilirsek mutlu yarınların hayalini pek ala şimdiden kurabiliriz.''

Hani, filmlerde, romanlarda, dizilerde bazı karakterler olur, kendilerini birileri veya bir şeyler için feda ederler, bizler de izlerken üzülürüz ardından ama en sonunda birisi çıkar ve karakter hakkında "o zaten kanser idi, en fazla 3 gün yaşardı, zaten ölecekti ama söylemedi" cümleleri ile zaten malum olan şeyi bize ilan eder. İşte Ersun Yanal, bu filmlerde öleceğini bilmesine rağmen kendisi feda eden adam olmuştur aslında. Bunu da biz, yeni görüyoruz, o kadar.

Ersun Yanal'ın kadro hataları yok mudur ? Zamanında vardır. Evet. Rotasyonu yapacak oyuncu sayısının az olması, Ceyhun gibi transferleri takıma bir türlü yerleştirememesi, 2007 - 2008 sezonunun son 3 haftasında Tolga'nın yerine görev verdiği, üstelik kendisinin transfer ettirdiği Onur Kıvrak'ı yeni sezonda Tolga'nın hatta Sylva'nın arkasında kullanaması, Gökhan Ünal ve Umut Bulut'un becereksizlikleri, 29 kişilik kadroda sadece 20 kişiyi kullanması, Yattara'nın 4 hafta derken 15 hafta sakatlık yaşaması ve Katar mevzuusu vs. vs. Her birisi dönemde konuşulabilecek teknik taktik idari mali konular. Dahası, Trabzon şehrinde "Şampiyonluk" kelimesi geçen cümleleri kurup, üstüne 2-3 maç kazandığınız zaman, üzerinizdeki baskının hesaplanabilecek bir değeri yok. Sadece "çok fazla" demek yeterli. Şu da var aslında. Trabzon, yönetim ve şehir olarak hep Şenol Güneş'i bekledi. Teknik, taktik gibi şeyler de aslında şimdiki zaman için bir anlam ifade etmiyorlar. Anlam ifade eden şey de kurulan kadrodur aslında.

Bakın, 2007 - 2008'in son maçında Trabzonspor'un son maç kadrosunu yazayım;
Onur - Çağdaş Atan, Musa Büyük, Mustafa Keçeli, Ferhat Çökmüş, Hüseyin Cimşir, Ayman Abdelaziz, Serkan Balcı, Ergin Keleş, Yattara, Umut Bulut.

2008 - 2009'un ilk maçında Trabzonspor'un ilk 11 kadrosu ne idi ? Tolga, Serkan, Song, Egemen, Cale, Colman, Hüseyin, Selçuk, Yattara, Gökhan Ünal, Umut. Bu kadro, içerisinde değişen 2-3 isim (Tayfun Cora-Giray vs.) ile beraber ilk 17 haftada sadece 2 kez yenildi. Birisi Galatasaray deplasmanı, ki Gökhan - Umut biraz düzgün vurabilseler toplara ilk 30 dakika daha farklı olabilirdi, diğeri de Bursa deplasmanı, ki bu deplasman öncesinde de Sercan'ın cezası maçtan 1 gün önce 1 maç indirildi ve aynı Sercan 5 m ofsayttan 90.dakikada attığı gol ile maçı getirdi. Dahası, bu sezonda son haftalarda, son saniyede Fenerbahçe'ye yenilmemiş olsalar idi, Şampiyonlar Ligi elemesi oynayacak olan takım 2.sıraya yükselen Trabzon olabilirdi.

2010 - 2011 sezonunda 16.haftada çıkan kadro ise şu; Onur, Serkan, Giray, Egemen, Cale, Selçuk, Colman, Yattara, Umut, Jaja, Burak. Bu kadrodan Giray'ın da Ersun Yanal transferi olduğunu söylemeye gerek yok sanıyorum. Her ne kadar O'na hakkını helal etmemiş olsa da... Sonradan giren Alanzinho'nun da. Ceyhun Gülselam'ın da. İlk yarıyı lider bitirdikleri gerçeği de var.



Bundan sonra sorun ne olur, derseniz, yönetim de değişmeyeceğine göre sözleşmesi biten futbolcular konusu bir sorun olmazsa, bu temponun verilecek ara sebebiyle durması, dönüşte sekteye uğraması ihtimalinden başka bir şey görünmüyor ufukta. Ama bir ihtimal daha var kardeş, o da orası Trabzon. Her şey olabilir.

Ama gerçeği söyleyelim, bu şampiyonluk ihtimali, bu güzel oyun, ilk yarı liderliği nasıl Öğretmen Şenol Güneş'in hakkı ve payı ise FM ve CM'ci ve bu kadronun yaratıcısı Ersun Yanal'ın da payıdır... Dahası, 2002'de saç traşı ve takım elbisesinden dolayı yerin dibine sokulan ve olması gereken bir teşekkürü çok görenler için, bu tebriklerin ne zaman yapılacağı da ayrı bir muamma ya neyse...