Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türkiye etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Ekim 2010 Cuma

Auf Wiedersehen


Yıllardır Almanya'da, Olimpiyat Stadında taraftar avantajını elde ettiğimiz her maçta maçın bitimine yakın, stadı terkeden Almanlara "Auf Wiedersehen" diyerek dalga geçerdik. Durum 3-0 olduğunda bizim taraftarlarımız giderken, Almanların ağzındaydı bu sözler. "Hoşçakalın" diyerek yolluyorlardı bizimkileri. Yıllardır bekledikleri andı bu ve bizimkiler hiç bir şey yapamadan yenilmişti.

Türk futbolu, yaratıcı isimlerini o kadar hızlı kaybediyor ki, eli ayağı düzgün her takıma karşı sahada hiç bir şey yapamadan kaybetmeye başladık. Dahası, yeni yapılanmaya giden Belçika karşısında da kaos futbolu ile yine durumu kurtardık ama olayın aslı şu: Arda Turan'sız hiç bir şeyiz. Hiç bir şey. Üstüne, Arda Turan'ı iliğine kemiğine kadar sömürmek konusunda üstümüze yok. Arda'yı geçtim, Alman Milli Takımı'nda oynayan Mesut'u da sömüreceğiz. Şöyle 15 gün bir takımla maça çıksın, antremanda bulunsun, perişan ederiz. 30 tane buluruz bu ligde.

Oyuna gelmeye de gerek yok. 1 tane yaratıcı oyuncumuz olmadığı için, Halil ile yakaladığımız 1.5 pozisyonu atamayınca maçı kaybettik. Almanlar, rölantide oynayarak 3 tane attı. Maçın çoğu bölümünde, normalde karambolün olması gereken yerlerde yürüye yürüye atak yaptılar. Zorlayamadık. Çünkü, yaratıcılık yoktu. Fiziksel mücadelede de ezildik. Bir mevkii de 40 tane adamımız olduğu iddiasına rağmen, 35'lik Aurelio çıkınca orta saha iyice peynir oldu ve yerine bir tane de adam yok.

Biz, Arda'yı ülkece yiyoruz. Mesut'u da ısırmaya kalkacağız, kalkıyoruz ama Almanlar yedirmez. Real Madrid yedirmez. Dahası, Arda'ya saha dışında olanları, bugün Nuri'ye yapılan eleştirileri, Almanlar karşısında oynanan oyunu gördükten sonra yetenekli gurbetçilerimizi kaybetmek, işte asıl kaybımız o olur.

Mesut Özil'i izlemek büyük bir keyif. Zekâsını kullanması, bu kadar basit ve güzel oynaması mükemmel. Ayağından aşağıya çekmek yerine, yukarı doğru itildiğinde neler olunabilineceğinin göstergesi.

8 Eylül 2010 Çarşamba

Guus Gibi Başlayıp Terim Gibi Bitirmek


Fatih Terim'in bir kez çalıştırdığı takımı bir kez daha çalıştırıp, bıraktıktan sonra, bıraktığı takımın futbol takımı olarak asla normal bir takım olmadığını görmek, söylemek zor bir iş değil. Türkiye'yi aldığında Alpay'lı, Tolga Seyhan'lı tandemlerden başladı işe. Kendi adamlarını, kendi jenerasyonunu yarattı ve gitti. Bu kez bıraktığı Milli Takım'ın futbol taktiği, dizilişi, oyuncu seçim kriterleri olarak yerlerde olmasının yanında "geri düştüğünde çevirebilmek" gibi bir Türk sistemini adapte etmişti aslında bize. Hala da bizimle aslında.

Hiddink, takıma 23 kişi çağırıyor. Belçika karşısına da bir ilk 11 koyuyor. Amacı belli aslında. Belçika'nın iyi, güçlü, fizikli ve sert orta sahasına karşı denge sağlamak üzerine bir kadro. Kontrollü, sabırlı bir düşünce. Bunu yapıyor da aslında. Kornerden yediğimiz gole kadar Belçika'nın bir aktivitesi yok. Peki bizim var mı? Arda'ya emanetiz. O da işini yapıyor, Tuncay'a yaptığı ile, sıfıra inmesi ile. Ama Hiddink de gelse, Mou Başkan da gelse, Pep de gelse, Ferguson da gelse, kenarda çıldırsalar da bu ülke duran toplardan nefret ediyor. Ülkenin en iyi yan top kalecisi Onur Recep Kıvrak bile Aykut Erçetin modunda 2 gol yiyor. Yemese de yemiş kadar oluyor.

2.yarı başlıyor. Sanki soyunma odasına Terim inmiş. Maç 2-1 oluyor. Doğruyu yapıyoruz. Aslında futbolun doğrusu değil. Öne geçene kadar herkes çizgiden top çıkartmak için kale önünde de olabilir, golü atan da. Atıyoruz, yiyoruz, tekrar atıyoruz. Terim stili ile atıyoruz. Guus sistemi ile kontrollü, aktif dinlenme yapmamız gereken anlarda ise Terim stili ile yine yiyoruz. Bir standarta futbolumuzu oturtamıyoruz maalesef.

Bu yüzden Belçika'nın stoperleri Arsenal, City, Bayern'de oynarken bizimkiler bizde kalıyor. Bir standartsızlık söz konusu. Bizde olan eksiklik aslında bu. Bir araya gelip, ileri doğru oynadığında karşı konulamayan bir futbol takımıyız. Ama ayrı ayrı parçaları iyi takımlara gidemeyen parçalar. Bir sonraki maçta ne yapacağını bilemiyoruz adamlarımızın maalesef. "Van Buyten o kornerde atabilir" derken, bizim standartımız "Servet o uzun topu rakibe yollar" demek.

İlk maçı Guus gibi kazandık. 2.maça da Guus gibi başladık, Terim ile bitirdik. Bizi bitiren Terim sistemi daha doğrusu sistemsizliği olmuştu. Bugün 2-2 iken Guus rahatlığını da göz ardı etmemek gerekir. Bosna deplasmanında koskoca 45 dakikayı saçma bir faul kararına itirazdan tribünde izleyen ve sistemimizi 3-1-6'ya çevirip 45 dakika böyle oynatan Terim'li günlerden 70'de 2-2 olunca, sistemi değiştirip 2-2-6'ya dönmeden yine 3-2'yi bulabilmek iyidir. Ama son dakikalardaki panik değil.

6 Eylül 2009 Pazar

Bana Ön Liberoyu Söyleyin Bırakayım Yazarlığı !!


Volkan-Servet-Gökhan Cam-Gökhan Gönül-Hakan Balta-Hamit-Emre-Arda-Kazım-Tuncay-Sercan.

11 futbolcu. 4-3-3'e, 4-5-1'e, 4-2-3-1'e hatta Denizli sistemine göre dizin, defansın önünde çapa, ön libero, dmc/dmf, Mustafa Sarp diye adlandırabileceğimiz mevkii de ben bir adamı koyamıyorum arkadaş. Emre diyeceksiniz. Size güleceğim. Hamit diyeceksiniz, yerlere yatacağım. Başka bir isim söylerseniz kalbinizi kıracağım!

Emre Belözoğlu, futbol kariyerini 4-3-1-2'de sol iç olarak parlatmış bir futbolcu. Hagi varken, arkasında bu mevkii de oynamış bir isim. Hagi yokken bile, Terim'in Hagi'nin yerinde Sergen'i tercih ettiği ve arkasında sol iç olarak devam ettiği bir isim. Kariyerini parlatan maçta, Beşiktaş maçıdır. 5 kişiyi çalımlayıp, attığı gol ve 2-3 hafta sonra yine aynı güzellikte attığı gol ile gündeme oturmuştur. Sol ayağını iyi kullandığından 2.Hagi felan denmiştir. Emre, sol ayağını iyi kullanan, Okan Buruk'un teknik halidir. Arada uzaktan iyi vurur. Ama bir tane Frikik golü yoktur kariyerinde. İyi paslar atar. Bir 10 numara değildir, olamaz da! Ön libero değildir, olamaz da! Hamit konusuna ise hiç girmeyeceğim..

Estonya, Moldova ıvır zıvır gibi takımlar yenilir elbet. Bi' şekilde gol atarsın. Sonra gol kısırlığı çekiyorduk, gol bulduk diye övünürsün. Estonya takımının 2 gol birden atmasını göz ardı edersin. Bosna'nın kazanırsa gruptan çıkmayı garantileyeceğini hiç söylemezsin. İspanya'dan medet umarsın. "Yok İspanya adıyla felan kazanır, yakışan o" dersin. Çok hücumcu, çok gol atmak demek değildir. Çok gol izlemek garantisidir ama atacağını garanti etmez. Bugün 4 atıp, 2 yersin. Dün 6 yiyip, hiç atamadın aynı mantıkla. Yarın da Bosna'dan 3-4 tane yemeyeceğini bu sistemle söyleyemezsin.

Son not Arda'ya. 600.golü atarak tarihe adını bi' şekilde yazdırdı. Daha çok yere yazdıracak bu adam. Çok büyük futbolcu.

4 Eylül 2009 Cuma

Görülmeyen Estonya Tehlikesi


Galatasaray, Levadia Talinn'i ilk maçta perişan etti ya hani, Levadia'da Estonya Ligi'nin açık ara lideri, Ulusal Takım'da aynı sonucu alacak düşünceleri var. İşin aslı ise hiç öyle değil maalesef.

Öncelikle Talinn'den Estonya'ya gidecek olan ilk 11 oyuncusu 2 maksimum 3 adet. Yani karşımıza Levadia Talinn çıkmayacak. Genellikle, Rusya, Ukrayna, Finlandiya liglerinde oynayan futbolcular gelecek. Bu oyunculardan kurulu Estonya takımı da 5 puana sahip. 1 puanı da bize karşı. Bu maçta onların prestij maçı haliyle. Brezilya maçında izlediğim Estonya takımının en önemli özelliği tatlı sert savunma yapması. Bize 3-4 pas üstüste yaptırmamak için herşeyi yapacaklardır. Bizim ise bu savunmayı açmak için, yetenekli oyuncuların etkinliği ve kanat bindirmeleri gerekecek. Arda Turan çok kilit. Galatasaray'da Servet ve Zan ile yaptıkları duran top organizasyonlarıdan bir gol veya gol pozisyonu yaratmalılar. Yerleşmiş olan savunmayı açmak için kanat bindirmeleri ile adamları, defansı sağdan sola da koşturmalıyız doğal olarak. Sabırlı olmalıyız. Görünmeyen tehlike olarak da, bu maçta gelecek bir puan kaybı umutları bitirecek neredeyse. Bu takımın Türkiye'ye kazanmaya geldiğini söyleyemeyiz. Kazara 1-2 duran topla şans arayacaklardır. Kontraları da göbek Nuri - Emre'den kurulacağı için tehlike yaratabilir.

Ukrayna maçı gibi bir maç olacak yani. Daha savunmacı, daha sert bir maç olacak. Talinn gibi 5 olmayacak kısacası. Takım Talinn değil zaten. İyi bir savunma takımı. Brezilya'nın bile özel maç olmasına rağmen hızlı bir atakta açtığı bir takım. Az gol yiyen, bizi zorlayacak bir ekip. Kolay değil. Zor. Bosna kadar zor.

1 Nisan 2009 Çarşamba

Türkiye 1-2 İspanya / Beraberliğe Razı(?)




Maçtan önce iki teknik adama sorsalar: "beraberliğe razı mısınız?" diye; ikisi de
evet der, değil.
  • Del Bosque, büyük ihtimal beraberlik tamamdır diyerek yenilmezlik serisini bozmadan Afrika'nın yolunu tutardı.
  • Fatih Terim, "başlarım beraberliğine, kazanacağım bu maçı" der maçı böyle oynardı.
Maç başlıyor. Seyirci susmuş. Sadece top İspanyollara geçince ıslık geliyor. Deste adına bir şey yok. Eee, İspanya Millî Takımı her zaman gelmiyor bu topraklara. Hatta tribündekilere sorsan Iniesta'nın o anda iyileşip tam performans sahaya çıkmasını bile kabul ederler görsel şölen için. Herkes kaybedeciğimizi düşünüyor. Sadece İbrahim manyakça hareketler yaptığında "Ooo" ve Arda Turan sol kanadı yıkınca "Yeaaa" nidaları geliyor Sami Yen'den. Golü atıyoruz; taraftar inanmaya başlıyor, oyuncular inanmaya başlıyor, seksen milyon inanmaya başlıyor, hatta dürüst olmak gerekirse hakem de inanıyor! Bir de Nihat'ın "İspanyollara gol atacağım" takıntısı olmasa!





İkinci yarı orta halli. Şahsen Busker'e "Abi en az üç yeriz" diye mesaj atasım var; kontorum bitmiş olduğundan mümkün olmuyor. Beklediğim olmuyor, 4 gol yiyecek kadar pozisyon veriyor belki de. Ancak Tanrı'nın bür lütfu; yemiyoruz. Neyse ki penaltıdan buluyorlar golü. Fatih Terim şaka gibi şeyler yapıyor. Sahada kazanmak isteyen bir takım; oyuncu değişiklikleri buna uygun değil. Takımın önemli gol ayakları sahayı terkediyor. 1-1 iyi sonuç mu kötü sonuç mu diye düşünüyorum. "Oğlum İspanya'dan bir puan alıyorsun; iyidir iyi" diye düşünürken... Fenerbahçe'ye geldiği günden beri tüm deparları köşe direklerine ya da taç çizgisine doğru atan Guiza, bu sefer ceza alanına doğru yapıyor; Hakan Balta faul yapmıyor. Gol.

-laf arasında; "Deli" elle oynamasa gol olacaktı penaltı pozisyonunda. Bence şansını deneyerek en iyisi yaptı. Hem de kart görmeyerek bayağı ucuz atlattı. Penaltı gole çevrilmese bir de...-



-fotoğraflar marca'nın sitesinden-

Türkiye - İspanya || 2.Perde


İlk maç için herkes ne beklediyse, hiçbirisi olmamıştı. İspanya ortasahasında topu tuttu, çevirdi, pas yüzdesini yükseltti, duran toptan attı ve bitirdi. Türkiye'de aynı şekilde ilk 30 dakika'da harika oynadı. Nihat, Semih'i görmeyince de kaderine razı oldu.

Neyse 2.perde oynanıyor. İspanya, oyuncularının Şampiyonlar Ligi ve Liglerinde önemli maçlar arefesinde olduğu bir dönemde. 15 puanı yapmış bir durumda. Buradan 1 puan alsam 16 yaparım, rahat rahat önüme bakarım, mantığı da vardır. Cazorla'sız çıkacaklardır. İspanya'nın en kötüsü idi. Xavi, Senna, Xabi, Silva ve Riera orta sahası bekleniyor. Riera yerine Mata'da olabilir. Mata'yı severim. Oynasın isterim. Rahatlar. 1 iyidir. 3 mükemmel. 0 kayıp değildir neticede onlar için. Defansta da Marchena, Albiol yerine başlayabilir.

"Biz"e gelirsek, Bursa'da Almanya'yı yendiğimizden beri ben şöyle hemen akla gelen bir takımı yendiğimizi hatırlamam. İtalya, İngiltere, Fransa, Brezilya, Portekiz, Almanya'yı yenemedik. Bu bir ilk olabilir. Baskı altında olacak takım. 11 değişmeyecektir. En fazla maç sonu giydirme işi yapan Semih yerine Gökhan Ünal girebilir. Arda ve Tuncay yine kilit. Arda bu kez Ramos'u sallamalı. 3 harika, 1 off off, 0 ise mucizeler komedisi olacaktır. Hele Bosna yenerse o 0 puan, Amansız Ol'dan Impossible is Nothing'e bağlar olayı.

Yine duran toplara dikkat. Bu kez kazanmalıyız. Torres'e ve Xavi'ye dikkat etmeliyiz. Yine çok keskin bir virajdayız. Hep iteleye iteleye götürdük. Bu kez yarı yolda kalabiliriz. Kalmamalıyız.

29 Mart 2009 Pazar

Dakika 86'da Rovasataya Kalkan Bek





Bundan birkaç hafta önce Beşiktaş, Gençlerbirliği'nin 3-0 yenmişti. Ekrem dakika 88'de son sürat bindirip güzel bir vuruşla golü atınca "vay anam, adamdaki enerjiye bak" falan muhabbeti döndü bi' ton. Hatta Ekrem Dağ ile ilgili postta da belirtmiştim. "Eee, Türkiye'de pek olmuyor bu kadarı" dedik.

Daha bu gece. İspanya maçı "rölantiye" almış götürüyor. Tüm takım Sergio Ramos'un üzerine oynuyor. Bizim takımın solu ölmüş zaten. İbrahim tek başına bir şeyler yapmaya çalışıyor falan.

Sergio dedik, son dakikalarda takımı atağa kaldırıyor, oyunu kuruyor; 5-6 tane atak yaratıyor son yirmi dakikada. Bunlar yetmezmiş gibi bir de gol arıyor; hem de Rövaşata ile! İnsan değilsin Ramos!

Daha neler göreceğiz yahu?! Avrupa ile aramızdaki fark gittikçe açılıyor oyuncular bakımından. Acilen bir şeyler yapmak lazım.

Man of the Match!!!

Sahada Ramos-Tribünde bu zımbırtı.

Fatih Terim'in "Amansız" Sistemi

Maçtan bir gün önce Terim ilk 11'i açıkladığında post'u yollarken bir 11 çıkarttım ve çıkartırken bayağı düşündüm "acaba gerçekten diziliş bu mu olacak?" diye. Dizilişi tutturduk ancak Fatih Terim yeni bir soluk katmıştı takıma bu gece, defansif anlamda farklı bir şey denendi sahada. İnceliyoruz:



Klasik 4'lü savunma; olağan. Ancak olağan olmayan sistem şu. Takım defansa dönerken bek oyuncuları (Gökhan ve İbrahim) anında stoperlere yanaşıyor. Kanat oyuncuları (Tuncay ve Arda) ise beklerin boşalttığı alanı dolduruyor. Daha önce bu kadar keskin bir şekilde olanını kimler denedi hatırlamıyorum ancak beklerimiz Gökhan ve İ. Üzülmez, İspanya bekleriyle birlikte atağa çıkarken anında tandem bölgesine yaslandılar; Arda ve Tuncay'ın gelişini beklediler.

Tabii Terim bir yanlış yaptı burada. Şu sıralar dünyanın en iyi sağ beklerinden biri olan Ramos'un karşısına Tuncay yerine Arda'yı verdi. İkinci yarıda Arda iyice oyundan düştü ve İbrahim Üzülmez, Ramos karşısında yalnızları oynamaya başladı. Kimse "Deli kötü oynadı" demesin. İki soru var:
1- İbrahim'den ne bekliyordunuz?
2- Karşısında hangi adamlar vardı?

Bence İbrahim elinden geleni yaptı, hatta Ramos'un bir vuruşuna kafasını soktu ve golü engelledi sayılabilir. İleri çıkma konusunda zaten bir şey demiyorum; maç boyunca sol tarafı ne kadar kullandık malum. Ayrıca Deli'nin, Bosque'nin eski öğrencisi olduğunu da unutmayalım.

27 Mart 2009 Cuma

İspanya Maçı İlk 11 / Ve Deli Sahaya Çıkar...





Fatih Terim bir akşam önceden sinyali verdi Del Bosque'ye ve ilk 11'i açıkladı. Sırf isimlerden çıkan tablo 4-4-2'ye, 4-5-1'e ya da 4-1-1-2-1'e bile yorumlanabiliyor. Çoğu kişinin şaşıracağı ancak Beşiktaşlıların ya da Beşiktaş maçlarını takip edenlerin şaşırmadıkları şey ise "Deli" İbrahim'in ilk 11'de olması. "Deli" son haftalardaki güzel performansının ödülünü böylesine bir maçta ve böylesine bir stadda futbolunun son yıllarında oynayarak aldı.

Hafta boyunca iki Teknik Direktör de ortamı yumuşatıcı, rakibi öven sözler söylemişti. Terim bu akşam son noktayı koydu:

"Çok iyi bir takıma karşı oynayacağız. Türk Milli Takımı bir ilke imza atmak için sahaya çıkacak. Buna kimsenin süphesi olmasın. İspanya için ortadaki tablo, başlı başına saygı duyulması, takdir edilmesi gereken başarı. Ama bu Türk Milli Takımı'nın oyun felsefesinden vazgeçeği anlamına gelmez. Kazanırız kaybederiz ama her yerde oynarız"

Krizin "Teğet Geçtiği" İki Ülke ve Futbol



-İşsizlik Oranları Tablosu-

İspanya: İşsizlik 3.5 Milyona ulaştı ve artmaya devam ediyor. Rekor kırıyorlar kendi içinde.
Türkiye: İşsizliğin ne hâlde olduğunu söylemeye gerek bile yok. Rekoru kırdıkça kırıyoruz.

İki ülke de futbolla oyalanmaya devam ediyor ve ekonomik olarak kritik bu dönemde, krizin delip geçtiği iki ülke karşı karşıya geliyor. Bakalım iki maç sonunda hangi ülkenin vatandaşları bir süreliğine dertleri unutup futbolla gülecek.

İspanya - Türkiye || Senaryo Yazalım..

Maç öncesine göre bir yazı değil bu. Maçın gidişat senaryolarını yazacağım. Aklıma gelenler.



1- Klasik Senaryo: İlk 30 dakika İspanya bizi boğar. Maç 2, 3-0 olunca takım kendine gelir. Arda ve Tuncay önderliğinde silkinir ve kişilikli top oynamaya çalışır. Ya iş işten geçer, ya da bir mucize daha gelir.
2- Sakatlık veya Eksiklik: İspanya orta sahasında sakatlığı nükseden Xavi, İspanya orta sahası anlayışını değiştirir. İspanya kanatlara iner. Diğer tarafta da, Arda - Ramos mücadelesinden Arda zararlı çıkar, Türkiye ileri çıkmakta zorlanır, "Tuncay Ruhu" kadar sahada kalırız. Olası bir senaryo daha ise, Emre'lerden birisi oyundan atılır, iyice Çanakkale Geçilmez'e döneriz. Sıcağa dayanan kar kadar dayanırız.
3- Şahsiyetli Oyun: Terim, harika bir orta saha kurgusu yapar, en iyi savunma oyunu oynamaktır'ı oynatır, Arda, Tuncay ve Semih ile sonuca gideriz. Orta sahanın harika yardımlaşması ile defans hattında fazla sorun yaşamayız. Zamanında akıllı değişiklikler ile oyunu elimizde tutarız. En kötü bir beraberlik ile döneriz. Hayıflanırız.
4- Felaket: Maç başında kırmızı kart + gol olur. Anlamadan maç 2 olur. 60'tan sonra kontralarla ya da orta sahada sindiriliriz.
5- Saçmalama: İspanya'ya karşı İspanya gibi oynamaya çalışırız. Bol pas yapma girişimi ile çabalarız fakat heba edilen ilk 45 dakika sonrası, 2.yarı yine gaz, moral, hırs ile çıkar oyunu oynarız. Ama ilk yarıda alınan skoru çevirmekte zorlanabiliriz.
6- ?: Golü bularak başlarız. Sonra klasik Türk takım klasiği olarak peşpeşe goller yiyerek avantajı veririz. Tekrar çevirene kadar akla karayı seçeriz. (Bu daha çok Sami Yen olayı oldu)

Bu kadar senaryo olmasının nedeni Türkiye aslında. Bi' Fransa ya da Almanya olmuş olsaydı, 1-2 senaryo ile çözülürdü. Ama bilinmeyeni katan biziz. Farketmeden arada bi' tokatlayıp gelsek keşke.

26 Mart 2009 Perşembe

"4 x Turkey = Spain" Sadece Maddi Olarak!

Transfermarkt verilerine göre Millî Takımlardaki oyuncuların değerlerinin toplamı baz alınarak yapılan değerlendirme: En değerli takım İspanya(401.000.000 €), Türkiye(111.700.000€) on üçüncü.




En değerli İspanyol 43 Milyon Euro ile Torres, en ucuzları 5 Milyon Euro ile Busquets.
En değerli Türk 15 Milyon Euro ile Arda Turan, en ucuz 1 Milyon Euro ile Ufuk Ceylan.

Arada bayağı bir fark var, maddi olarak tabii. Ancak benzer(bu kadar olmasa da) farklar Hırvatistan, Çek Cumhuriyeti ve Almanya maçlarında da vardı; tarih yazıyorduk neredeyse. Maddi açıdan biçilen pahalar arasında farklar olabilir ancak bu böyle olsaydı futbol basit "Football Manager" oyunlarından farksız bir hayat olurdu.

Sonuç olarak diyeceğim ki; hiçbir sonuç beni şaşırtmaz.

25 Mart 2009 Çarşamba

Türkiye - İspanya / Biletler Satışa Çıkıyor





Biletler 27 Mart Cuma satışa çıkıyor.

Eski Açık Tribün: 20,00 TL
Kapalı Tribün: 40,00 TL
Numaralı Tribün: 60,00 TL
Yeni Açık Tribün: 20,00 TL

Biletix

İspanya - Türkiye


Yeni formalarını da çekmişler üstlerine. Sene sonu konfederasyon kupası için hazırlattıkları kreasyonu ilk olarak bizim maçta giyecekler. Tanıtımını da, "Luis Aragones" salonunda yaptılar. Takımın teknik direktörü Vicente Del Bosque; "Daniel Guiza ve Raul arasında bir tercih yapmam gerekiyordu ben de Torres'i tamamlayıcılığı yüzünden Güiza'yı seçtim" diyerek açıkladı. (Buraya kadar olan cümlelerdeki ismi geçen kişiler ve açıklamaları gerçektir ve isim benzerliği yoktur) İki maçta da 4 puan iyidir dedi. Bu demektir ki 2'de 2 yapacağız, kurtuluşunuz yok.

Hamit Altıntop kadrodan çıkartıldı ve sağ kanatta herkesin düşündüğü kadro yapısı bozuldu. Gökhan - Hamit yerine, Gökhan - ? (kim oynarsa oynasın) koridora doğru yelken açar. Ne Kazım, Ne Sabri o bölgede devamlı değiller. Gökhan kadar dayanacaktır orası. Sabri olursa maksimum +10dakika daha eklenir Gökhan'a. Kazım olursa -10. Zaten defansın göbek bölümü sıkıntılı. Sol kanat sadece gönlümün rahat olduğu yer. Tabii bir de Mehmet Aurelio kısımları. İniesta kadrodan çıkartıldı haberi iyi bir haber. Ama Xavi oynayacak kısmı kötü. Hele İniesta yerine Mata kısmı benim için daha da kötü. Xabi Alonso, Senna ve Xavi'den kuracaktır Bosque orta sahayı. Silva ya da Riera'yı da 4.olarak izleriz. Mata da bir ihtimal. 75'ten sonra oyuna giren Güiza'da gol atıp, okunu yollarsa yatacak yeri kalmayacak demektir ki, bu gözümde yüksek bir ihtimal. David Villa sakat. Oynayabilir ama gücünde olmayacaktır. Gözümde bu maçın izlenebilinir kılınma nedeni Arda Turan - Sergio Ramos'tur. Eğer Arda, Ramos'u zorlarsa artık gitmesi için bir engel kalmamıştır. Ama Ramos süpürür geçer ise, Arda'nın daha bir kaç fırın gezmesi gerekir.

Özetle; Amansız Ol! ile savaş boyalarını sürmüş Şampiyon'un maçı. Biri son Şampiyon. Diğeri yarı finalde 90'da elenen. Bu maça ortak isek, puan düşüncemiz var ise, yapmamız gereken; koşmak, koşmak, koşmak ve orta sahada oyunu dengelemek. Gerekirse Catenaccio'yu yeniden yazmak. Çanakkale Geçilmez'i bir kez daha yaşatmak. Çünkü İspanya takımını son şampiyonada dışarı atabilecek tek takım, orta sahasında eksikleri olmasına rağmen bu dediğimiz şekilde oynayan İtalya idi. Orta sahalarını bozmalıyız. Başka yolu yok. Senna ve Alonso'nun üzerine oynamalı, presi bunlara yapmalı, Xavi'yi de sindirmeliyiz. En önemlisi ise; (ne kadar yazarsak yazalım farketmeyecek olan) duran toplara dikkat etmeliyiz. Avantajımız, İspanya kısa bir takım. Dezavantajımız, duran toplarda berbatız. Zor maç yahu. Çok zor.

22 Mart 2009 Pazar

Eren Güngör kimdir? İspanya maçında stoper oynayabilir mi?


Evet bu tantanalar başlamadan 1 ay önce yazmıştım bloga olacak. "Ben olsam Servet - Eren ya da Servet - Egemen başlarım" diye. Şimdi Servet yok, Egemen yok. Emre Aşık' ın olduğunu var sayarsak Eren, Emre Aşık' ın gayette partneri olabilir. Bu ikinci soruya cevap.

Eren Güngör ile alakalı anlatmam gereken iki olay var. Birincisi Milan Baros' un kafasını yardığı Galatasaray - Kayserispor maçı. Bir kere adam sert. Baros ile arasındaki boy farkına rağmen kafa toplarında istekli (yani hantal değil) mücadeleden de bir dakika olsun kaçmıyor. Ben severim böyle adamları, gerekirse tek müdahalede karşı oyuncunun futbol hayatını bitirmeli stoper dediğin. İkinci hareketi ise; Kayseri Kadir Has Stadının açılış maçında Semih' e oldu. Özgüveninin tavan yaptığı bir dakikada öyle bi çalım attıki Semih' e, 3 ya da 4 metre yuvarladı Semih'i . Videosunu bulamadım. Olsa gerçekten güzel hareketti. Yani anlayacağınız topa da yatkın. Böyle Stoper lazım Türkiye' ye. "En iyi stoper en uzağa vuran stoperdir" demiş bir de.


Ha bir de; Emre Güngör ile hiç bir akrabalıkları yokmuş.

18 Mart 2009 Çarşamba

İspanya - Türkiye


Şunun şurasında 10 gün kaldı sadece. Ama bu sadece kelimesi sakatlıklar anlamında da büyük bir uyarı aslında. Stoper yok. Emre Aşık dışında sağlam stoper yok. O da canlı bomba aslında. Egemen, son Galatasaray maçından sonra alınacağı varsa da giremez artık. Eren Güngör, keşke ilk 11 başlasa düşüncesi var gelecek adına ama Barnebau'da İspanya'ya karşı durabilecek mi, hele Torres'e, Villa'ya karşı bunu başarabilir mi? Gökhan Zan, cam adam modunda yine. Sakatmış. İbrahim Toraman zaten çağırılmıyor. Burada bir eksik var. Sol bek Hakan Balta. Sağ bek Gökhan Gönül.
Ön libero da yok. Aurelio yanında defansı onun kadar iyi bir adam yok. Anca onu toparlayıcı adamlarımız var. Ayhan ya da Emre seçimini Terim, Emre'den yana kullanacaktır. Sağ açık Hamit, Sol açık da, sakat olmaz ya da Egemen Kasap'ın başka bir şubesine uğramaz ise Arda. İleride de Tuncay ve Semih. Kalede ise Volkan.

Gelelim İspanya'ya. Rakipte Puyol yok. Bizdeki gibi stoper sıkıntısı çekmiyorlar maalesef. Capdevilla, Marchena, Pique, Sergio Ramos, Albiol, Arbeloa gibi defans hattında isimlere sahipler. Orta sahasına gelince duruyoruz. Elimizde değil. Hemen geçmeye fırsat tanımıyorlar maalesef. Senna, Xabi Alonso, Xavi, İniesta (ki sakat oynamayabilir), Fabregas, David Silva, Capel, Cazorla gibi isimlere sahipler. Forvetler ise kabus. Sevenler için Alice Harikalar Diyarı. Fernando Llorente, Bojan Krkic Perez, David Villa Sanchez ve Fernando Torres Sanz. Kalede ise Casillas ve Pepe Reina gibi iki yıkılmaz kale var.

10 günde Terim, bir mucize yaratır, şapkasından tavşanı çıkartır, bir adamı bulup takım defansına monte ederse Ali Sami Yen'deki maç için şansımız olur. Barnebau'dan bizi çıkartmazlar gibi. Servet'siz, Topal'sız zor. Hele düşünülen ideal 11'den birileri daha giderse daha zor.


p.s.: Fotoğraf 1954 yılında oynadığımız Türkiye - İspanya maçı. 1-0 skorla kazandığımız. Dünya Kupası'na katılma hakkını bize veren maç.