Türk Futbolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Türk Futbolu etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

8 Aralık 2010 Çarşamba

Türk Futbolu Nedir ?


Şampiyonlar Ligi. Son 20 maç. 2 galibiyet. Birisi Manchester United'a. Diğeri çeyrek final ilk maçında Chelsea'ye. 20 maçlık serinin ilk maçı yarı finale çıkmak için, son maçı bir takımın son maçında ilk puanını alması için oynandı.

Avrupa Ligi. Bir önceki sene gruptan çıkmayı haftalar öncesinde garantilemiş 2 takım. Bir sonraki sene gruplara bile kalamadan elenmiş aynı iki takım. Bir önceki sene turun kapısına kadar gelmiş, 88.dakikada turları vermiş aynı iki takım.

2008. İsviçre-Avusturya'da yarı finalde eleniyoruz. 2010. Eleme gruplarında eleniyoruz. İspanya'ya 2 maçta da kafa tutup, Ali Sami Yen de 45 dakikada farkı kaçırıyoruz, İspanya'ya karşı galibiyeti kaçırıyoruz belki de ama Bosna'yı, Belçika'yı hatta ve hatta Estonya'yı içeride ve dışarıda yenemiyoruz.

2012 elemeleri. 2'de 2 ile başlıyoruz. Almanya'ya gidiyoruz, top oynamadan 3 yiyoruz. Azerbaycan'a gidiyoruz. Şaka gibi bir gol ile 2'de 0 yapıyoruz bu sefer de.

2006 elemeleri. Bir önceki maç tandem İbrahim Toraman - Servet. Sol bek Ümit Özat. Santrafor Fatih Tekke. Hoca Ersun Yanal. Bir sonraki maç tandem Alpay Özalan - Tolga Seyhan. Sol bek Ergün Penbe. Santrafor Hakan Şükür. Hoca Fatih Terim.

Başlıktaki sorunun cevabı mı ne ? Basit. İstikrarsızlık ve Kendimizi Çok Büyük Görmek.

27 Ekim 2010 Çarşamba

15 Yıldır Değişmeyenler / Hagi Galatasaray'da!





Zeki Çol'un Hagi ile ilgili kumarı tutmadı desek yeridir. "Evet Hagi büyük bir yıldızdı..." diye başlayan paragrafa dikkat. Baksanıza, "ileriye dönük hamle olmayan Hagi" bugün Galatasaray'ın tarihine yazılmış bir idol, 2 kere de Galatasaray'ın hocası oldu. Kupalar da ekstrası olsun.

He bir de şu var, 15 sene önce yapılan tespitlere bakın. Bugün hâlâ aynı şeyler konuşuluyorsa ya bizde bir sorun var, ya da spor yazarlığında zerre ilerleme yok. Ben karar veremedim.

not: görsele tıklayarak tam boyut ile rahat rahat okuyabilirsiniz.

12 Ekim 2010 Salı

Türk Futbolunun Kara Günüdür Bugün


Futbolun en kara günüdür bugün. Tarihin belki de en "kara leke" olarak adlandırılabilicek bir günü aslında bugün. Kimsenin de tek kelime etmemesi yüzünden hâlâ şaşkınlıkla seyredilen bir gün. Biliyorsunuz, Bursaspor'un hükmen kazanması meselesidir bunun sebebi.

Bursaspor, Gaziantepspor, Manisaspor, x, y, z, Çatladıkapıspor hiç farketmez, kararın alınması sebebiyle iyi veya kötü etkilenen tarafın ismi önemli değil. Herkes olabilir. Bugün, futbolun temeline dinamit konulması, belki de bu karar ile olacaktır. Bakın, bu karar şunun önünü açmaktadır; "Ben, Galatasaray taraftarı olarak gidip 2 hafta sonra Fenerbahçe stadında hakemin kafasını yarsam ve maç iptal olsa, maçı kazanan takım hükmen Galatasaray olacaktır." Bu durumda suçlu olan taraf neden Fenerbahçe ? Stada girerken, güvenlikten sorumlu olduğu için mi? Belki de evet. Ama bu yüzden iptal olan maç, hükmen mi bitirilmek zorunda ? Stada giren taraftarın, bir takımın taraftarı olmasa bile, futbol ile uzaktan yakından alakası olmayan bir isim olması halinde bile, bir takım ve futbolcular maç devam etmeden hükmen mağlup ilan edilebilir. Suçu ne ev sahibi takımın ?

13 Eylül 2010 tarihinde, Samsunspor - Mersin İdman Yurdu maçında kenarda Teknik Direktör bıçaklandı. Bıçaklama. Kenara iniyorsun, adamı bıçaklıyorsun. Güvenlik desen, ihlal. Bir de sahaya inip bıçaklama. Karar ne oldu ? Maç, kaldığı yerden devam edecek. Devam edecek. Ettirilebiliyormuş.

Bakın, alınan karara göre devam ediyorum. Giy, ev sahibi takımın atkısını, formasını felan, hakemin kafasını yar ve maçı üstüne üstlük 3-0 kazan. Bunu kulüpler kullanamaz mı ? Kullanır ? 3000 - 5000 Tl verip, bunu yapmak için adam tutsan, kim nereden anlayacak, bilecek, görecek? Dahası, para bile almasa, kulüple alakasız olsa, gidip 2-3 gece nezarette yatıp çıkma pahasına bunu yapamaz mı? Yapar. Bu kadar seven, aşırı fanatik çok bizde. Bunu büyük maçlar özelinde de düşünmeyin. Küme düşme potasında yer alan takımların kullanabilecekleri bir silah haline bile gelebilir.

Daha da hakaret gibi olan bir karar daha var. 4 hükmen mağlubiyet artık küme düşürüyor. Yani, diyorlar ki, Antepsporlular siz kurban oldunuz, biraz hafifletelim, hasbelkader bir kez daha olursa yanmayın. 4 maç.

O kadar manipüle edilebilecek, rahatlıkla rakibin aleyhine kullanılabilecek bir karar alınmıştır ki, bugünün mağdurları yarının kazananları, bugünün kazananları yarının mağdurları olabilir. Önünde bir engel de kalmamıştır. Hem de saha kenarına atılan 2.5 lt kolayı 60 m diyagonal koşarak 4.hakeme veren, maç iptali için federasyonu arayıp, haber bekleyen bir hakem yüzünden.

Hayırlı olsun.

7 Ekim 2010 Perşembe

Türk İmzasından Kurtulamayan Yabancı Spor İsimleri


Bazı isimler veya takımlar vardır. Bizle oynamadan önce sıradan bir isimden veya bildiğimizden başka bir anlamı yoktur. Ama bir Türk takımı ile oynadıktan sonra, o 90 dakika, 120 dakika veya penaltılardan sonra bizim için özeldir onlar. Onlar için ise hayatlarının en unutmak isteyecekleri veya en unutamayacakları "an"larını yaşayarak "özel" olurlar. Akıllarına, bırakın akıllarını, milyarlarca olasılığın oluştuğu o paralel evrenlerin bile yakınına uğramaz o anlar. Aklıma gelen isimleri yazayım. Unuttuğum olursa siz de ekleyin.

Arsene Wenger: Hayatında Galatasaray'lılardan ne çektiğini ondan başkası bilemez. Anlayamaz. Sanki Galatasaray, O'nun için konulmuş bir engel. Altyapılardan mükemmel yetenekler çıkartsa da, namağlup şampiyon olsa da, yok. Bela. Önce Prekazi'nin füzesine maruz kaldı. Denizli'nin ifadesiyle; "Prekazi vurdu. Vurmadı." Çeyrek finalde elendi o zaman. 2000 oldu. Finale geldi. Rakibi 10 kişi kaldı. Stoperinin omzu çıktı. Henry işi bitirecekken bu kez Taffarel vardı. Penaltılarla bir final daha kaybetti. Tam 1 sene sonra hazırlık maçında as kadrosu ile yine Galatasaray adı altında çalışmış Hikmet Karaman'dan, Kocaeli'nden 4 yedi. Finale yine çıktı. Bu kez geleceğin Galatasaray Teknik Direktörü'ne kupayı verdi. Bir Drogba, bir de Galatasaray. Arsene'in hayatındaki 2 ömür törpüsü.

Manchester United & Sir Alex Ferguson: Yok yok. Sir, ömrü hayatında böyle bir şey yaşamadı. Tamam o kadar sene şampiyon olamamışlığı var. Kupa görememişliği var. Ama böylesini görmedi. 20 Ekim 1993'te, 10 dakikada 2-0 öne geçtiği maçta, hem de yakın zaman önce İngiliz'lerin 8 tane attığı Türk Milli Takımını hatırlayınca, "son dakikalarda beraberliği kurtardığına sevineceksin" deselerdi, ağzındaki sakızı atardı karşısındakine. Yetmedi, rövanşında gol bile atamadı. Cantona maçı bitiremedi. Şampiyonlar Ligine gidemedi. Rakibi Fenerbahçe oldu 40 sene evinde maç kaybetmeme rekorunu kaybetti. Rakibi Beşiktaş oldu. Kendi sahasında yine yıllarca yenilmemezlik serisi suya düştü. Tamam arada fena tokatladı ama Türkler onun için de bir bela.

Milan: Koskoca İtalyan devini şamar oğlanı yapmıştık zamanında. Her sene eşleşip, dışarıda berabere kalıp, içeride istisnasız yeniyorduk sanki. 99-00 sezonunda 86.dakikaya 2-1 önde girip, 90.dakikada 3-2 mağlup duruma düşmeleri ve elenmeleri, 1 sene sonra Hagi'nin Dida'ya imzası derken, Terim'in Fio'yu çalıştırması döneminde mütemadiyen 4'lemeleri felan. Bizim ligin bir takımıydı işte Milan.

Oliver Kahn: Bursa'da yediği golün tarifi yok. Yazsak buraya golün gelişimini ve golü yiyen Oliver Kahn desek, "Oktoberfest'te çok mu içtin brüder" derler ve giderler. Ama yedi o golü işte. Kankası da Van der Sar'dır.

de Wilde: Kendisini bir Türk televizyonuna, bir Türk radyosuna, Türk gazetecisine konuşurken göremezsiniz. Kendisinin ailesine küfür etmeniz, Hakan Şükür demenizden daha az hakarettir. Türkiye - Belçika maçı derseniz, "bırakın konuşmayı, görüşmek istemiyorum" dedikten sonra kaçıp gidebilir. Hakan Şükür'ün o golünden sonra Milli Takımı bırakmıştı De Wilde. Ömrü hep o gol ile geçecek.

San Marino Milli Takımı: Lihtenştayn (normal yazılışına uğraşamadım) Lüksemburg gibi takımlar ben daha el kadarken Milli Takımımızın "şanlı zaferlerinin" garantisi idi. San Marino vardı bir de. Adı daha havalıydı. Zor yeneriz derdim ismini her duyduğumda. 28 Ekim 1992 tarihinde, şanlı San Marino futbol takımı Milli maçlardaki ilk golünü bize attı. Evet o şeref bizim. Dahası da var. Bu takımın ilk puanı da bize kısmet olmuş, ilk gol yemeden bitirdiği maçı bize karşı yaşamıştır. 0-0 berabere kalarak ilk puanını almıştır. Dahası bu maçta görev yapan bandoları, ordularının yarısı idi. Bu kayıba rağmen San Marino'yu almayışımız da önemlidir.

Petr Cech: Çekler özel maç için İzmir'e gelmişlerdi. 1-0 öndelerdi. Dakika 86'yı gösteriyordu. Maç 93.dakikada bittiğinde ise skor Türkiye 2 - 1 Çek Cumhuriyeti idi. Özel maçta da olsa Cech gibi bir kaleci için kötü bir andı. Ama bu hiçbir şey idi. 2008'de 2-0 öne geçtikleri, Jan Polak'ın çizgiden topu kaleye itemediği andan itibaren kalelerine adeta Tsunami gibi gelen akınlara Çekler değil, Cech değil, eldiveni bile dayanamadı. Yine dakika 86 idi. Yine tek farkla öndeydiler. Yine maç bittiğinde skor tek farkla mağlubiyetleri yönünde idi. Koskoca Cech, elinde top tutamaz hale gelmişti.

Dejan Bodiroga: Hep futbol oldu. Bu basketbol adamı da olmalı. İflahımızı sömürdü. İliğimizi kuruttu bu adam. Efes'e karşı oynardı. Tek başına maçı alırdı. Millilerimize karşı oynardı, tam bitirdik derken efsanevi bir üçlük ile maçı tekrar çevirirdi. Basketbolu bırakana kadar, asla karşılık veremedik. O hep attı. Karşılık verdik. Yine attı. Karşılık veremedik. Ulan Bodiroga !

David Beckham: Adamın ilk resmi golü Galatasaray'a deniyor. Düşünün artık. Koskoca Beckham. Bir zamanın sağ ayak tanrısı. Penaltı noktasına direk dikseniz bir senede 10 gol attırabilecek ismi. Ama O'nun asıl olayı, o kaçırdığı penaltıdır. O penaltıdan sonra ayak kayması yüzünden yine penaltı kaçırmıştır. Penaltılar kaçmıştır. Alpay ile kavga etmiştir. Alpay'ın İngiltere'den aforoz edilmesine sebep olmuştur. Rıdvan Dilmen ile beraber reklamda bile oynamıştır ama neyse.

Alman Taraftarlar: Jens Lehmann'sınız. Avrupa Şampiyonu olmuşsunuz. 80000 kişilik bir stadınız var. Güvenlik gerekçesi ile felan 75000. Uefa Kupası'nda çeyrek finale çıkma maçına çıkıyorsunuz. Her sene kombine satışı rekoru kırmak gibi bir ünvanınız var. Avrupa'nın en gıpta ile izlenen taraftarı sizde. Sahaya bir çıkıyorsunuz statta 50000 taraftar var. Ama deplasmana gelmiş takımın taraftarının sayısı 50000. Kendi taraftarınızın sesi çıkmıyor. Çıkamıyor. Kendi sahanızda yuhalanıyorsunuz. Dakika 70 olmuş, "auf wiedersehen" diye rakip takım taraftarı dalga geçiyor. Hem de sizin sahanızda. Hem de sizin takımınızın maçında. Koskoca stadın girişindeki tabelanın üstünü "Ali Sami Yen Stadyumu" diye bir pankart ile kapatıyorlar üstüne üstlük. 4 sene sonra bu kez, 2 stadınızda 2 Türk takımı maçlar yapıyor. Full dolduruyorlar. Schalke Arena da bu imzaya katılıyor. Hazırlık maçı yapıyorsunuz Türkler ile yine onların sesi çıkıyor. Berlin Olimpiyat Stadını yeniden yapıyorsun. Hertha Berlin olarak hayati bir maça çıkıyorsun, rakip takım tribünleri ele geçirmiş. Her taraftan "auf wiedersehen". 2012 elemesi için maça çıkacaksın, yine rakibin sahayı ele geçirmiş. Hayatlarında böyle bir şeyi daha görmemişlerdir zaten. Göremezler de...

Pletikosa: Bu adam bizim için hep şuydu; Trazbon'da rota Pletikosa. Her sene gelmezdi. Haberi bile yoktu belki de. Bizim için Hırvat kaleci denilen şey Runjeee Runjeee idi. Pletikosa yine umurumuzda değildi. Ta ki, 122.dakikada Semiiiih x 8 'e kadar. Hala inanamıyor. Hala 5 saniye sonra Almanlar ile yarı final oynamanın sevinci ile orta sahaya koşturacakken, topu ağlardan çıkartmasına, topun kalenin içinden çıkmasına hala inanamıyor. Gidip Rüştü'yü yalandan nasıl teselli etsem, ne desem, hangi dilde söylesem, düdük çalınca yarı finaldeyiz ne yapsam düşüncesindeyken, o gol.

Neyse işte böyle. Aklıma bunlar geldi.

1 Haziran 2010 Salı

6+2+2 Saçmalığı Türk Futboluna Hayırlı Olsun





Zamanında 6+2'nin, hatta toptan yabancı kontenjanının kalkması gerektiğini düşündüğümü yazmıştım. (burada)

Bugün Federasyondaki abiler & amcalar karar almış. 6+2 yetmiyor, 6+2+2 yapalım demişler. Afedersiniz ama iyi halt etmişler. Nedir abi bunun mantığı? Avrupa'da mücadele edecek takımlar daha da yabancı yüklensin diye mi çıkmış? Ama o yabancıları alırken ilk 11 oyuncusu diye alamayacaksın, 4'ü ligde düzenli forma giyemeyecek; ama Avrupa'da onlarla başarı yakalayacaksın.

Kaldırın anasını satayım şu kontenjanı. Sercan Yıldırım'lar, Mehmet Topuz'lar ve benzerleri 30 Milyonluk adamlar olmasın. "Vasatın üstündeyim, nasıl olsa kontenjandan yer bulurum" diyemesin. Daha çok ara kazanacağım diye Türkiye'de kalmasınlar. Az cesur olun.

Heyhat!

3 Eylül 2009 Perşembe

Euro 2008


Öncelikle 4.olduk biz. Finali kaybedene elendiğimiz halde, bir 3.lük maçı da yapmadığımıza göre 4.yüz. 3.sırada Rusya var. 2.ye yenilmiş olanın 4'lü bir ortamda 3.olması abes. Şampiyona yenilmiş olan varken hemde. Gelelim o turnuvadan bugüne bizde bir adım değişmeyen ilginç bir noktaya.

- Şampiyon İspanya, 2.Almanya, 3.Rusya. Yani madalya verilse alacak 3 takım. Ortak özellikleri mi ne dersiniz? 3'ünün de hocasını Fenerbahçe görevden aldı. Aragones, Löw, Hiddink. 4.olan Türkiye'nin de hocası Galatasaray'dan istifa etmişti. İspanya'nın şimdiki hocasını da Beşiktaş görevden aldı.

- Turnuvanın gol kralı David Villa 60 milyon Euro'ya satılmadı bu sene. 2 gol atan İspanya gol kralı Güiza 14 milyon Euro'ya transfer edildi. 3 gol atarak bir anda tanınan bir isim haline gelen, Hiddink'in aldığı için az kalsın kellesini götürecek olan Roman Pavlyuchenko Tottenham'a giderken, 3 gol atan Türkiye ligi gol kralı Semih ise 8 sene öncesinde de olduğu gibi sonradan oyuna girdiği maçta 3 puanı getirdi.

Ya biz değer bilemiyoruz, ya sabır etmesini. Ya da bize gelenlere birşeyler oluyor. Veya biz birşeyler yapıyoruz bu isimlere negatif olarak. Frank Rijkaard'ın dediği gibi; "herşeyden biraz var, ama hiçbirşeyden tam yok"

4 Temmuz 2009 Cumartesi

Türk Futbolu İçin: Kaldırın Şu Kontenjanı !!!




Türk futbolunun gelişmesinin önündeki en büyük engellerden birini yabancı kontenjanı bence. Çoğu kişi olaya "yabancılara yönelme arttıkça Türk futbolcuları arka planda kalıyor" diye bakıyor. Bir yerde doğru sayılabilir ancak olaya daha geniş ve "derin" bakarsak kontenjan gelişmede bir engel.

Olayı vasat Türk futbolcuları yönünden bakalım. Örnek olarak futbolcumuz hayali kahraman "Osman" olsun.

Osman vasatın biraz üzerinde bir futbolcu. Genç yaşta Anadolu kulüplerimizden birinde yakaladığı çıkışla üç büyük kulüplerimizden birine transfer olur ve sırtına formayı geçirir. Bu büyük kulübümüzün sahada 6 yabancı hakkı var, iki tane de kulübede. İkisi defans, ikisi orta saha ve ikisi de forvet olmak üzere bu kulübümüz yabancı hakkını dolduruyor. Bizim vasatın üstündeki oyuncumuzun ise kafası rahat artık. Nasıl olsa kontenjan kuralı kalkmadığı sürece (ya da +2 saçmalığı) yerine yabancı oyuncu gelemiyor, yerli alternatifi zaten takımda yok. Osman bu rahatlıkla kendini geliştirmek adına pek bir şey sergilemiyor, sergilemesine gerek kalmıyor.

Kim bilir kaç tane "Osman" bu yerli statüsü sayesinde potansiyelini gösterme gereği duymadan yıllarca alternatifsiz oynadı ve "vasatın biraz üstünde" kaldı?

Oysa ki kontenjan olmasa ve Osman, yerine transfer edilen yabancı oyuncu ile forma yarışına girse daha iyi bir oyuncu olabilecekti ve takımına katkılı olacaktı. Bu "Osman"lar sayesinde Türk futbolu gelişim adına ilerleme gösterecekti.

Tabii olayın bir yönü de Anadolu kulüpleri. Büyük takımlar daha kolay yabancı transferi yapabilecek ve Anadolu kulüpleri arasındaki fark açılacak diyoruz. Peki şu an Anadolu kulüpleri ile Üç Büyükler arasındaki fark az mı?

Türkiye'ye getirelecek olan yabancı futbolcular uzun vadede ülkenin reklamını arttıracak ve Anadolu kulüplerimizin önündeki yabancı transfer etme zorluğu da azalmayacak mı? Uzun vadede her türlü kazanırız bence.

Kısa vadede zorluklar olacaktır ancak uzun vadede düşünürsek Türk Futbolcuların gelişimi adına yabancı sınırlaması bir engeldir, öyle kalacaktır. Korkaklığı bir kenara bırakalım ve şu kontenjanı kaldıralım artık!

23 Haziran 2009 Salı

Bir Cepten Diğer Cebe


Gökhan Zan, Mehmet Topuz, C.Ronaldo, Kaka felan derken gözümüzün önünde Türk futboluna balta, satır, hızar indirecek bir hamle yapıldı. En baba spor haberi yapan kanallar da dahil buna 2 dakika ayırdı. O da transferde giden isimleri saymaktan.


Türk futbolu aslında 2 senedir küme düşürülmesi gereken 2 takımı ya da hiç Turkcell Süper Ligi'ne çıkmaması gereken bir takım yüzünden aslında çok büyük zan altındaydı. Konuşulmuyordu. Çünkü takımlar güçsüzdü, konuşulmadı. Gençlerbirliği ve Gençlerbirliği Oftaş - Hacettepe'den bahsediyorum anladığınız üzere. Başkanı aynı 2 takım aynı anda, aynı ligdeydi. Neler olduğunu, neler geçtiğini maçları incelerseniz anlarsınız. En basitinden geçtiğimiz sezon 38 puanla kümede kalan Gençlerbirliği ile aynı puanda küme düşen Konyaspor'u örnek verebiliriz. Hacettepe'nin zor durumdaki Gençlerbirliği'ne 2 maçta da sıfır top oynayıp yenilmesi konuşulmadı. Aslında bu yazının asıl mevzuusu maçlar, puanlar felan da değil. Bu iki takım arasında yapılan transferler. Hiçbirimiz, hiçkimse gram konuşmadı bu transferleri. Haberlerde bile muhtemelen kanal değiştirdi.


Gençlerbirliği ve Hacettepe birbirinden 6'şar oyuncu takas etti. Aslında bir cepten aldı. Diğerine koydu. Kiralıkları geri çağırdı. 6 oyuncu da orada. 18 oyunculu bir transfer hamlesi. Kiralıklar önemli değil. Takas yapılan 6 adam önemli. Daniel Addo, Soner Aydoğdu, Emre Balak, Uğur Kapısız, Kemal Akbaba ve Mustafa Kayabaşı'nı Hacettepespor'a kiraladı. Gençlerbirliği, bunun karşılığında ise İbrahim Şahin, Kadir Bekmezci, Serkan Atak, Olgay Coşkun, Ante Kulusic ve Patiyo Tambwe'yi Hacettepespor'dan aldı. Orhan Şam, Murat Kalkan, Tozo, Sandro ve Ulaş Güler ise kiralıktı. Bu transferlerin diğer kulüplere karşı getirdiği haksız rekabet bir yana, bu kiralanan oyuncular yerine, oyuncuların transfer edilerek alınması daha bir vehamet örneği. Çünkü Hacettepe'nin elle tutulur 1-2 isiminin de adeta büyük abiye peşkeş çekilmesi, diğer camialar adına hem bir sorun, hem de geçtiğimiz sezon Hacettepe'nin puan aldığı takımlar bakımından büyük bir problem.


Ahmet Çakar veya Hıncal Uluç bakışı ile olaya yaklaşalım. Ben Konyaspor, Antalyaspor veya Denizlispor'um. Benim küme düşmeme rakibim Gençlerbirliği. Hacettepe ile oynuyorum. Hacettepe benden 1 puan koparıyor. O benden kopan 1 puan beni küme düşürüyor veya sıramı 2 sıra aşağı indiriyor. Gençlerbirliği'ne ise sıra avantajı sağlıyor. Sıradan dolayı ekstra para ve ligde kalma fırsatı doğuyor. Lig bitiyor. Bu iki takım birbirine oyuncu transferi yapıyor. Kağıt üzerinde belki doğru ama tamamiyle skandal. Bu adamlar benim puan kaybettiğim maçta oynayan adamlar. Bu adamların maçı kendi takımı için değil de "Büyük Abi"si adına oynamadığını nasıl ispat edebilirsin. İki takım da aynı ismin iken. Kiralıklardan bahsetmiyorum. Transfer edilen adamlar söz konusu. Hani 2.ligde veya 3.ligde oynayan bir takımdan alınır hepsi futbolcuların. Antep, Denizli'de örnekleri olduğu gibi. Ama beraber aynı ligde, aynı fikstürde oynayan takımlar arasında olan bir olay söz konusu. Diğer takımlara karşı tek elin yönettiği 2 takım.


Peki küme düşen Konya'nın ya da çabalayan Denizli'nin ne suçu vardı da 2 takımla oynayamadı aynı ligde. Emin olun 3 büyüklerin böyle bir durumu olsa Nisan'a girmeden Şampiyonluk turu atardı.

7 Mayıs 2009 Perşembe

Sakin?!


Şöyle söyleyeyim; Barca bu sene her pozisyonu gol yapacak gibi geliyordu. Bir kaç maç izleyen için gerçekten öyle. Ceza sahası içersinde 4-5 pas filan, 160 gol, herkesi yenmek... Dün gece bunu düşündüm, Messi dediğimiz adam dünyanın en iyi oyuncusu konumunda olabilir fakat ki, gözden kaçan bir şey var, o da bence tek kelime ile; "sakinlik"
Dünde gelirsek; dakikalar ilerliyor, Chelsea orta sahayı biraz daha tutmaya başlıyor, orta saha da Barca daraldıkça, defanstan topla çıkamadıkça ekran başında ben ligimizdeki futbolu düşünüyorum. Sanki bizde oynanan kısır futbolun aksine bu adamların her vurduğunun gol olduğunu, bu sebepten Delgado' ya; Sabri Sarıoğlu' na; Serkan Balcı' ya küfretmenin manasını buluyorum(!)
Aslında olayı bir şey güzel özetliyor olabilir.Bay Kerahet mesaj atmıştı "Messi adeta Serdar Özkan oldu" diye. Belki de Beşiktaş - Kayserispor maçında Serdar Özkan Messi olmuştu ha? Bu yüzden ki belki de bizim ligimizde de sakin futbol oynanmalıdır... Uzun vadede!


Foto : Nou Camp!