Ali Sami Yen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster
Ali Sami Yen etiketine sahip kayıtlar gösteriliyor. Tüm kayıtları göster

12 Ocak 2011 Çarşamba

"Seni yıkacak dozerin.."


Tribünlerdeki küfürden nefret ediyorum bu bi gerçek, ama söz konusu Ali Sami Yen olunca, Veda Gecesi'nde en çok haykırdığım tezahürat bu oldu sanırım.
Stada doğru son kez yola çıktığımızda, önce "sokak"ta zaman geçirelim dedik. Şelale'de takılır, Orjin Köfte'de bir şeyler yeriz, milletle muhabbet ederek içeriz. Öyle de oluyor zaten, başlangıçta beş kişiyken sayımız birden 15'e falan çıkıyor. "İşte bunu seviyorum" diye düşünüyorum sonra. Aramızdan kimse de hemen stada girmek istemiyor.Yolu bile yavaş yavaş yürüyoruz, tadını çıkara çıkara. "Son kez mi bu kapıdan geçiyoruz şimdi?" diyoruz sonra. Sonra ben stada dışarıdan bakıyorum: "çok büyük ama, nasıl yıkacaklar ki?"
Gösteri maçı bitince giriyoruz içeri. Adnan Polat ve Selahattin Beyazıt çıkıp bir şeyler anlatıyor ama duymuyorum bile. Keşke o yuhalamalar olmasaydı!
Sonrası havai fişekler, göğe balon uçurmalar.. Eğlenmeli miyiz ki, bilmiyoruz o anda. Cehennem'de izleyeceğimiz son maçı bekliyoruz sadece.
Aniden bi hareketlenme oluyor sonra yan tarafımızda. Bi bakıyoruz Haldun Üstünel! Kapalı üste gelmiş, taraftarlarının yanına. Sonra tezahüratlar başlıyor tabi "içimizden biri Haldun Üstünel" diye. Yanına gidiyoruz, kimseyi kırmıyor, fotoğrafımızı çekiyoruz biz de. "Siz gittiğinizden beri takımın haline bakın, lütfen dönün artık" sitemlerine, "farkındayım, takımı bir yerden başlayıp kurtarmak gerek ama zamanı değil şimdi" diyor gülümseyerek. Sonra tribünü dolaşmaya başlıyor..
İlk yarının ortalarında 1-0 geriye düşünce dünyanın belki de en gereksiz kaygısını yaşıyorum: "Sami Yen'e yenilgiyle mi veda edicez?" Sonra Gökhan Zan sakatlanıyor zaten, bütün stadla birlikte ben de "ufak" bir sinir krizi geçiyorum. Ama olmaz ki bu kadar da!
İlk yarıyı böyle bitirdikten sonra ikinci yarıya "Sami Yen için oyna" tezahüratıyla devam ediyoruz. Derken Kazım'ım mükemmel kafa pasıyla Servet'in rövaşatası geliyor! (Goldeki organizasyona geliniz) Çok samimi söylüyorum, "Servet atmasa iyiydi, hem de rövaşata olmasa daha da iyiydi" diye geçiyorum içimden. Bu golden yaklaşık on dakika sonra da Arda'nın golü geliyor. Dakika 83 olunca seviniyorum buradaki son golümüzü Kaptan'ımız Arda atıyor, ne anlamlı oldu diye ama ironiye gelin ki uzatmalarda Kazım da gol atıyor! -Olsun, bu da bize bi mesaj belki?
Neyse maç 3-1 bitiyor, işte şimdi birazcık da olsa layığıyla veda edebiliyoruz Sami Yen'e. Sonrasında da Ali Kırca'nın mektubu ve konuşması başlıyor: 
"Yen!" dedi, yendin yenilecek ne varsa, çünkü sen Ali Sami Yen'din...

14 Aralık 2010 Salı

Ali Sami Yen'in Unutulmaz Günleri #2 || 100 Milyon Liralık Bilet


Sene 99. Lisede bile değilim. Ortaokul yılları. Galatasaray'lılık benim için Cine 5'te her hafta maçları izleyip, galibiyetlere sevinmek gibi bir rutine binmiş durumda. Ama Avrupa dersen, Hagi'nin Athletic Bilbao'ya attığı golden sonra amcamın koluna o sevinçle vurmam, Rosenborg maçında Arif'in golünden sonra elimdeki kalemi sevinçle duvara fırlatıp kırmam, Rapid Wien maçında Hagi'nin golüne tepki olarak sadece ayakta alkışlamam gibi şeyler. Daha eskisi olarak da Kubilay Türkyılmaz'ın Manchester United'a attığı gol gibi nerede ağları olan bir file görürsem o kısma kaymak gibi absürtlüklerim de vardır. Hoş, o zaman o maçın 3-2 bittiğini sanmıştım ama Hayro vardı kalede. O'nu sadece "kova Hayrettin, yapma Hayrettin" olarak tanıyordum. Her neyse. Rakip Milan'dı.

Bir maç önce oynadığımız Hertha deplasmanında durum 1-0 olunca, yine evimize döneceğimizi sanmıştık ama Hakan Şükür effect, pijamalı kaleci Kiraly ve efsanevi orta saha sayesinde "çok güzel, harika, şahane, süper" kelimeleri eşliğinde 4-1'i görmüş, üstüne Terim'in "Berlin'liler üzülmesinler, biz haftaya Milan'ı da yeneceğiz ve sizi gruplardan çıkartacağız" sözlerini duymuş birisi olarak "Milan'ı yenmek" gibi bir düşünceye bürünmüştük taraftarlar olarak. Her neyse, evdeki milletten dolayı bana maç izlemek için verilen televizyon sadece 37 ekran olunca, babaannem ve dedemin yanına çıkmıştım. 55 ekrandı o neticede. Onlar da benim yüzümden Galatasaray'lı idi. Hele babaannemin Galatasaray'lılığı Tanju, Simovic ve Denizli'ye kadar gider ki, efsanedir. Favori argümanı da; "Avrupa'ya ülkeyi biz tanıttık, Simovic elinde bayrağı ile dolanırken siz kapının önünde dolanamıyordunuz. Tanju altın ayakkabıyı Galatasaray ile aldı" gibi tarihi şeylerdir ve muhteşemdir. Dedemin de Mustafa Denizli'nin "Allahım sana şükürler olsun" cümlesini yaşsız gözlerle izlediğini ben görmedim.

Çıktım yanlarına. Galatasaray kadrosunu ezbere biliyorum. Milan desen, nereden bileyim George Weah'ı, Roberto Ayala'yı. Şimdi isimlerini rakip olarak yazarken bile aha 2 tane yedik diyorum ki daha Sheva, Gattuso, Albertini, Helveg gibileri de var. Neyse tribünler tıklım tıklımdı. Maç öncesi haberlerde şöyle bir cümle gelmişti muhabirden; "Ali Sami Yen'de maç biletleri için stat çevresinde 100 Milyon Lira bile verenler oldu". 11 sene önce 100 milyon lira ile bir ay ev geçindirenler vardı. Babaannemin "manyak mı bu adamlar o kadar para veriyorlar, bir de yenilirsek ne olacak" realizmini duysalardı evlerine dönerlerdi muhtemelen. Neyse ki ilk düdük geldi.

Sheva, 7 sene sonra Servet'i nasıl peşine takacağını cümle aleme gösterir gibi Ahmet Yıldırım'ı 10 metrede geçip, George Weah'a golü attırınca, yine aynı nakarat herhalde dedik sadece. Weah'ta forma altından forma çıkartmıştı nedensizce. Sonrasında da sessizliği bozan o gol geldi. Hasan hep sağ kanattan gölgesine çalım atardı, Okan hep pres yapardı ve Capone arka direkte hep boş kalırdı. Bu yazısız kural yine gerçekleşti. Spiker bile evet durum 1-0 demişti içinden. 1-1 girilen bir devre. 1 gol ve gerisi onu savunmak. Bu kadar. Olabilir miydi ? Galatasaray, bir yerlere devam edebilir miydi ? Giunti, düşünceleri bitirdi. 1-2 oldu. Ardından Terim, 5 dakikada 3 efsane değişikliğe imza attı. Hiç unutmam Popescu - Arif ve Hagi. Hagi'nin çıkmasına o kadar homurdandı ki taraftar, sanki o an bitmişti her şey. Ama hiç bir şey bitmemişti. Milan, savunmasını kurmuş, duvarını yapmıştı ama orada bir kadife ayak ve bir kule vardı. Ergün Penbe ve Hakan Şükür.

Ergün'den sonra Galatasaray'da kanattan muz orta kesen olmamıştı. Öncesinde de Cevad Başkan dışında da sanmıyorum birisi olsun. Her dakika binbir olasılık düşünüyordum sadece. Şimdi bir tane atsak, son dakikada bir tane daha 3-2. 80'de atsak, son dakika 3-2. Hep son dakika golünü aklımdan geçiriyordum da o ilk golü bulamıyordum işte. Ergün öyle bir orta kesmişti ki, o top Hakan Şükür'ün kafasına gidene kadar ne görse onu geçip o kafaya gidecekti. Öyle bir ortaydı işte. Hakan vurdu, Abbiati kımıldayamadı. O ilk gol gelmişti. Gerisi son gole. Ama nasıl. Yine bir orta. Hakan sıçradı. Çırpındı havada. Düştü. Bir düdük. Dedim ki attı diye kart. Çünkü, görmemiştim böyle bir penaltı Türkiye'de. Hem de böyle bir rakibe. Hakemin eli penaltıyı gösterdi. 17 Mayıs 2000 günü jöleli saçlarını geriye yatırmış olarak gördüğümüz o İspanyol hakem Lopez Nieto, penaltıyı çalmıştı. Hakan Şükür koştu ve bıraktı kendini sevinçten.



Aklımda tek şey vardı. Kaçırırız herhalde. Nedensizce kendimi olumsuza hazırladım sadece. Ümit geldi topa da. Hakan Şükür varken neden Ümit ? Bu niye vuruyor ? Kaleci kurtaracak vs. vs. Vurdu. Topun gol olduğunu, Suat'ın eşini neredeyse tribünden düşüreceğini ve oturduğum yerden sevindiğimi hatırlıyorum. Büyük bir şaşkınlık ile. Milan'ı yeniyorduk. 86.dakikada 2-1 yeniktik. Maç biterken 3-2 idi. Aradan 5 dakika geçmemişti. Tribündekiler de artık o kadar sinirleri boşalmış bir taraftar topluluğu olmuştu ki, o besteler felan gitmiş, bu skor yüzünden akla gelecek tek marş olan "re re re ra ra ra Galatasaray Galatasaray Cim Bom Bom"dan başka bir şey söylemiyorlardı. Evde benim bile golden sonra aklıma sadece bunu söylemek gelmişti. Son düdük geldi. Suat tribünde, biz koltuklarda, magandalar ellerinde silahlar ile galibiyete inanmaya çalışıyordu sadece. Babaanne realizmi ile farkına varmam kısa sürdü zaten.

"Verdikleri para boşa gitmedi en azından"

Ali Sami Yen, o gün tarihinde göreceği 2 Avrupa Kupası'ndan birisine giden yola tanıklık etmişti sadece. Dahası, 1 sene sonra o Milan, Galatasaray'ın şamaroğlanı haline gelecek, keşke hep Milan ile oynasak durumuna kadar gelecekti...

8 Aralık 2010 Çarşamba

Ali Sami Yen'in Unutulmaz Günleri #1|| 14.05.06


12 Mayıs 2006 günü Cuma gününe denk geliyordu takvimlerde. Lise son sınıftaydım ve ÖSS belası, yine bir sistem değişikliği ile bu kez ölüm grubu şeklinde yaklaşıyordu bize doğru. Haftasonu dershane vardı. Okuldan ayrılmak üzereydik. Bir sıra arkamda oturan Faruk adlı arkadaşım; "Pazartesi buraya geldiğimizde Şampiyon olarak geleceğiz" demişti bana, muhteşem bir inanç ile. Ben O'nun kadar inanamıyordum. 22 Nisan günü Mike Tyson'dan dayak yemiş gibiydik, üstüne Trabzonspor'dan beklenen "puan kaybı haberi" gelmeyince de son otobüsü kaçırmış ve evi çok uzaklarda bir kişi psikolojisine bürünmüştüm ben. "Zor ama belki" demiştim sadece. Pazar oldu. Sabah yine maça gidecek Faruk'tan bir mesaj geldi. Şampiyonlukla ilgili bir tezahürat yazmıştı. Ben ise dershaneye gitmeden önce okuyup, gülümsemiştim sadece.

Akşam 19.00 olmadan, son dersi ekerek kaçıp eve dönmüştüm. Maçı babam ve amcam, Fenerbahçe'li komşular ile beraber izleyecekti. Arabalar bile bayraklar ile donatılmış ve hazırlanmıştı. Ben tek başımaydım aralarında. Maç başladı 2 tarafta da. Aslında birisi başlayamadı. Mecburiyetten Galatasaray maçına geçtiler. Galatasaray da sezonun sistemi ile başladı. Hasan'a şişir, Hasan sağdan makineli gibi ortaları sallasın. Hakan vursun. Neyse, Fenerbahçe maçına dönüldü. Tekrar Galatasaray maçına. Hasan yine sağ kanatta birileri ile boğuşur, İlic defans ile kaleci arasında ofsayt olmadan topla buluşur ve Capone her zaman arka direkte boş kalırdı. Bu Ali Sami Yen'in değişmeyen yazısız kurallarından sadece bir kaçıydı. Gol, sadece benim için mutluluktu. Babam için ise sadece "rahat olun atarız şimdi" cümlesi için bir araç. Bir hafta önce şampiyonluk için sevinecekken Hasan Kabze mucizesini görmüştü ama sorun etmemişti. "Ne olacak 1 hafta daha bekleriz" demişti.

2.yarı oldu. Sabri 2 yaptı. Sabri 3 yaptı. Ama Denizli'den gol haberi yoktu. Ekranda 90'a yakın bir dakika var iken Yusuf aldı. Kontraatak futbolcusu olmadığından sağını solunu aradı. Solundan Mustafa Keçeli yardırdı. Önüne bıraktı. O topa vurduğunu ve topun Rüştü'yü geçtiğini gördüm en son. Bir de sinirden kanal değiştiren babamın açtığı Galatasaray maçında Hasan Şaş'ın koşturmasını.



Evden fırladığımı ve merdivenlerden inerken "gol ulan gool" diye haykırdığımı hatırlıyorum sadece. 2-3 dakika sonra kendime geldiğimde de amcamlara çıkamadım. Kendi evimize girdim. Trt Radyo'yu açtım. Evde hiç bir yerde ışık yoktu. Radyo'yu bile evde uydudan dinliyordum. Ekran simsiyahtı. Hiç ışık yoktu. Ben bomboş ekrana bakıyordum. Ama neler görüyordum, neler yaşıyordum. Levent Özçelik'in sesi vardı odada sadece. Bir de kalp atışlarımı duyuyordum. Ekrana bakıp, bir yandan Ali Sami Yen'in o zafer günlerindeki görüntüleri aklıma geliyor, diğer yandan da akın akın Fenerbahçe atakları oluyormuş gibi canlanıyordu hafızamda. Levent Özçelik'in "Denizli küme düşmekten kurtuldu" cümlesini duyduğumda maçın 1-0'dan dönmesini bekledim sadece. Gözümü bir kırpıyordum Sami Yen, bir kırpıyordum Denizli Atatürk Stadı'nda akın akın Fenerbahçe atakları. Hamidou'ya sesleniyordum, "yat, bekle, dikme, sarı kart ye, zaman geçir" diye. Deli gibi. Karanlık bir oda. İçinde bir tane çocuk, simsiyah ekrana bakıp, onunla konuşuyor. Al, yatır hastaneye.

Reklam girdi. Evet, radyoda böyle bir maça reklam girdi. Reksan reklam sundu yine. Değişemiyordum bile. Kilitlendim kaldım. Başka bir kanala geçersem gol olacaktı sanki. Yattığım yerden kımıldayamadım bile. Reklamdan dönüldü. Levent Özçelik "durum 1-1" dedi. O Neuchatel maçının sesi, "haydi oğlum" derken ağlayan ses 2-1 diyemezdi, benim zihnimde. O anlattıkça ben, kilitlendim. Bomboş ekranda izliyordum maçı. Diğer taraftan da Hasan Şaş gibi, Ümit Karan gibi, Gerets gibi bekliyordum sadece. Levent Özçelik, "Appiah şut ve top direkteennn..." dedi. Dünya durdu. Yan direkten girdi dedim. Üst direkten içeri düştü dedim. Bitti dedim. Levent Özçelik, asla öyle bir gol haberi veremezdi. Vermedi de. Aut dedi. Nefes aldım. Yine Hamidou'ya "dikme. yavaş. sarı kart gör. yere yat" diyordum sadece.

Siz, akrep ile yelkovanın hareketinin 16 dakika yapacak derecede hareket etmesi için geçen sürenin ne kadar uzun olabileceğini düşündünüz mü hiç ? Bir "Shine on you Crazy Diamond" dinlerken geçen süre, 4 tane alelade pop şarkısı veya herhangi bir iş yaparken geçen 16 dakika. O 16 dakika bittikten sonra, o 16 dakikada yaşananları tekrar izlemeye yüreğiniz el verdi mi ? Tekrar izlerken, o top kaleye girecek, şimdi gol olup durum değişecek diyerek bir maçı izlediniz mi ? Sonucunu bildiğiniz ama hala inanamadığınız bir şeyi bir kez daha izlediğinizde neler hissedersiniz ? Hasan Şaş ne hissetmiştir ? Sahada hüngür hüngür ağlayan Mondi ne hissetmiştir ? Ali Sami Yen'de eşinin bacağına sarılıp hüngür hüngür ağlayan adam, Yeni Açık'ta elinde radyo ile maçı dinleyen adam, Eski Açık'ta tek bir kelime olan "bitti"yi duymak isteyen bir adam, Sivas'a gidecek özel uçak parası olmayan takım için cebinden parayı çıkartıp, özel uçak kiralayıp Sivas'a götüren Fatih Gökşen, Galatasaray yüzünden saçları bembeyaz olan ve bu yüzden kahverengiye boyayan ve camı eliyle yontan Gerets, sen, o, öteki... Hissizlik vardı sadece. Bir tek "bitti" kelimesi ile amaçsızca sağa sola koşturmak istenecekti sadece.

Levent Özçelik, "2005-2006 sezonunun şampiyonu Galatasaray. Evet, Galatasaray mucizeyi gerçekleştiriyor" dedikten sonrasının mantıklı açıklaması yok benim için. Karanlıkta önüme ilk gelen nesneye tekme atıp, evde balkona çıktım. Sehpa mı kırdım, yastık mı tekmeledim bilmiyorum. Balkon dediğim, o mermer bölüm. Kollarım havada bağırıyordum. Düşsem, ölürdüm. Ama bu gün ölemezdim. Ölünür mü bugün. Gece uyunur mu ? Uyku tutar mı ? Kendime geldiğimde ağladığımı farkettim. Şampiyonluk görüntülerini izlerken ağlıyordum. Sevinç desen, evet. Sevinçten. Ama tam olarak ondan da değil. Öyle bir şeyden...



Hasan Şaş, "ilahi adalet, Allah büyük, Allah büyük" diye turluyordu sahayı. Diğer tarafta da Denizli'de birisi Appiah'a "Allah'ın dediği olur, kalk hadi" diyordu. O gün böyle bir ilâhi olaya atfedilmişti herkes tarafından. Ali Sami Yen'de herkes "ilâhi adalet" diyordu. Sokakta yürüyen adam "ilâhi adalet" diyordu. Misafirliğe gelen akrabalar bile aynı şeyi söylüyordu.

Ali Sami Yen, mucizenin kendisidir. Hayatın kendisidir. Sadece koltukları olan, locaları olan, 105x60 ebatlarında bir çim saha değildir. Kıraathanede masanın üstünde gol sevinci yaşayan adamın etrafıdır Ali Sami Yen. Bir evin salonudur. Westfalen Stadion'dur. Parken'dir. Trafiğin ortasında camı açıp gol diye bağırdığın yerdir Ali Sami Yen. İllâ ki, o stadyum demek değildir. Ali Sami Yen, her yerdedir. Bir coşkudur. Bir umuttur.

15.05.06 günü okul vardı ama kağıt üzerinde. Ne ders olmuştu, ne öğrenciler derse girebilmişti. Zaten raporlar, izinler girecekti işin içine ama bu maçtan sonra okul da olmadı. Herkeste atkı, bayrak, forma vardı. Okul da Ali Sami Yen'di. Her sınıftan bir tezahürat, bir bağırış, çığırış...

Sonrasında da sevdiğim kıza her gün "Sen Fenerbahçe'liydin değil mi" diyerek her gün aynı saatte mesaj atmaya başladım. O da her seferinde cevap verir, her gün böyle konuşurduk. Tabii eskinin modası, "çağrı atma" ile beraber. Oradan ilerledi, büyüdü, yürüdü işte. Dedim ya, "Ali Sami Yen mucizedir" diye. Bir beraberlik haberi, bir "beraberlik" getirmişti benim için.

Ali Sami Yen'in unutulmaz günü çok. Böyle, kendi açımdan, kendi hayatımdan anlatmaya gayret edeceğim o günleri. Söz, diğer sefere kısa keseceğim. Bu kadar uzun olmayacak...

17 Mart 2010 Çarşamba

Ali Sami Yen Kapanırsa Yedek Statlar


Malum kavganın görüntüleri her yerde. Bazılarında aşağıya düşen arkadaşın öncesinde o bölgede gezinmesi, yatması, küfür etmesi varken bazıları kavga ile başlayıp bitiyor. Neticesinde görüntüler var. Görüntülere göre ceza kuruluna sevkedilen Galatasaray'ın önünde 3 seçenek var. 1.si para cezası verilir. Galatasaray, Sami Yen'de oynar. 2.si seyircisiz oynama cezası verilir. 3.sü ve bu yazının konusu olan saha kapatma cezası veriir Galatasaray'a. 3.durumda oynanacak statlar aslında hatta stat aslında belli. Alternatiflere bakalım;

1- Kayseri Kadir Has Şehir Stadyumu: 10 senedir Galatasaray'ın Kadıköy'de kazanamamasının ardında yatan neden aslında belli. Birebir taraftar baskısı. 11'e 11 değil de 11'e 50011 oynanıyor her maç Kadıköy'de. Bu baskının ortamını sağlamak adına en uygun stat Kadir Has Stadı. Tribünleri sahaya yakın. Kapasitesi Sami Yen'in neredeyse 2 katı. Rakibi baskı altına almak, taç atarken, korner atarken, degaj dikerken dibinizde taraftarlar. En büyük dezavantajı ise zemin problemi ve Kayserispor'un aynı hafta o statta maçının olması. Ulaşım sıkıntısı yok. Raylı sistem var. Biletin Fenerbahçe taraftarınca alınması durumu ise yönetim ve taraftar dernekleri ile halledilebilinir. Tabii bu stat için daha önce Ali Turan meselesi ile kafa kafaya gelen 2 takımın uyuşması ne kadar kolay olur, bilinmez.

2- Trabzon Avni Aker Stadyumu: 2.alternatif. Ama zor alternatif Trabzonspor olması sebebiyle. Lakin taraftar ve atmosfer bakımından avantaj yaratabilecek bir stadyum. Ulaşımı da kezâ mümkün Trabzon çevresinde ve Trabzon'da. Fakat 1 hafta öncesinde Galatasaray'ın bu statta olması bu ihtimali düşürüyor.

3- İzmir Atatürk Stadyumu: Aslında Trabzonspor'un stadından daha çok imkân dahilinde bir stat İzmir. Neticesinde Turkcell Süper Lig'de takımı yok İzmir'in. Kapasitesi pek güzel. Lakin, sahaya taraftar uzak. Galatasaray - Fenerbahçe maçı olması sebebiyle Fenerbahçe'nin de bu stattan oldukça fazla bilet bulabileceğini düşünürsek, 3.bir ihtimal olarak geriye kalıyor. Rüzgar da maçları etkilemekte. Derbi atmosferi olmuyor yani bu statta.

4.sü ve benim aslında favorim olan stat ise biraz ihtimal dışı. Federasyon'un böyle bir kısıtlaması var mı bilmem ama eğer yoksa böyle bir kural, o stat Signal İduna Park. Eski adıyla Westfalen Stadion. Borussia Dortmund'un stadını alma imkânı olursa Galatasaray'ın bi' şansını denesin.

11 Kasım 2009 Çarşamba

Ali Sami Yen'in İlk Günü


Fotoğrafta gördüğünüz yer dünya üzerinde başka bir stadyumdan değil, Ali Sami Yen stadının ilk günü olan 20 Aralık 1964'ten bir görüntü. Görüntünün nedenine gelince... Malumunuz, seyyar satıcılar, sosisli sandviççiler, henüz Sabri portakalda vitamin iken orada işlerini yapmakta, hayati tehlike yaşamamaktalardı. Lakin, ilk gün sakar işletmecilerden birisinin, kızartma sırasında yağının neden olduğu parlama sonucu, panik oluşmuş, minik çaplı yangından kaçmak için Yeni Açık Üst'ün ön taraflarına doğru hareket edince bir yığın insan, 35000 kişinin açılışı için bulunduğu statta haliyle bir izdiham ve karmaşaya yol açmıştı. Alt tribünlere düşenler nedeniyle 80'den fazla kişi yaralanmış, 100'den fazla kişi de ayakta tedavi ile taburcu olarak atlatmışlardı.

Açılışı şerefine Bulgaristan ile karşılaşan A Milli Takım'ın maçı da 0-0 bitmişti.

8 Eylül 2009 Salı

Eski Açık'ın Kapanamayan Üstü


Bilindiği gibi efsane Ali Sami Yen'in Eski Açık Tribünün üstü kapanıyor.

İnönü'den sonra ikinci bir "Açık" kapatma komedisi diyelim. Kağıt üstünde Galatasaray'ın yeni stada geçme planı olduğu için idareten yapılan bir şey. O yüzden olayın "estetik" açısına hiç girmiyorum. Sonuçta "ölü yatırım" gibi bir şey söz konusu. Ki bence stadın son yılında böyle bir şeye hiç mi hiç gerek yoktu. Taraftar "Beraber ıslandık, yağan yağmurda" der sorun etmez. Olan Sami Yen'in tarihi dokusuna oluyor.

Ama olayın asıl komik tarafı orada açık kalan kısım.

Etraftan deplasman seyircisinin oturacağı kısım olduğunu öğrendim. Eğer öyleyse, "öehh be abicim" diyorum. Bu kadar ince hesaplar da yapılmaz ki. İki direk fazladan çak bari bütünlüğü bozma. Sezon sonunda şampiyon olursan kendi taraftarın oraya gelecek, araya direkler girecek...

4 Eylül 2009 Cuma

50 TL

Galatasaray'ın Beşiktaş mücadelesinde Açık Tribün biletlerinin fiyatları. Kombine alanlar büyük şanslı. Almayanlar da bu performansa, bu takıma gitmek isteyecektir muhtemelen. 8 Eylül Salı Saat 10'dan itibaren satışa çıkacak biletler.

Numaralı Grup 1: 220 TL
Numaralı Grup 2: 165 TL
Kapalı Alt Grup 1: 220 TL
Kapalı Alt Grup 2: 165 TL
Yeni Açık Alt: 50 TL
Yeni Açık Üst: 50 TL
Eski Açık: 50 TL

20 Mayıs 2009 Çarşamba

Galatasaray'ın İlk Doğum Günü


"Maksadımız İngilizler gibi toplu bir halde oynamak, bir renge ve bir isme malik olmak ve Türk olmayan takımları yenmek." Ali Sami Yen

19 yaşında bir gencin, Galatasaray Lisesi'nin 5.sınıfında edebiyat dersi esnasında, kurulmasını kararını aldığı bir takımdı Galatasaray. Takımın oynadığı topun yamasını, kendi ayakkabısından kesen bir gençti O. O gencin bugün 123.doğum günüydü. İyi ki doğdun..