27 Şubat 2010 Cumartesi

Galatasaray Kongresi - Lisesi


En son söyleyeceğimi en başta söyleyeyim. Adnan Polat'ın karşısına çıkacak olan adayın şu saatten sonraki tek amacı ya kendi reklamı, ya da büyük bir mucize olacağına inanmasıdır.

"Galatasaray kongreleri diğer kongrelerden farklıdır" derler. Doğrudur. Bir lisenin, Türkiye'nin en önemli spor kulüplerinden birisinin yönetiminde etkin rol oynaması bile başlı başına farklılıktır. Zaten lisenin, "lise" tanımları içerisinde kafada canlandırılan şekillerden çok farklı olması, işin karıştırıcı tarafı. Galatasaray Liseli bütün ünlü simaların, Galatasaray Lisesi anlatımı apayrıdır. Lise bir bağdır onlar adına. Mevzuu futbol ise bazı kişilerde fikirler çok değişiktir. Hatta daha açık söylemek gerekirse Galatasaray, sadece Lise'dir ve lisenin takımıdır. Dışarıdan gelenlere karşı önyargı vardır kulüp adına. Özhan Canaydın'ın söylediği iddia edilen; "Sokak, kulübü yönetirse böyle olur" bile liseli olmayanlar için kulüpte olanlara bakışın ifadesidir. Özhan Canaydın'ın 2.seçilişi sırasında lise etkisinin payı büyüktür tabii.

Bu kez lisenin seçimde etkisi Adnan Polat yönetiminin icraatının yanında pek anılmayacak gibi. Aslantepe'nin bitmesi, Telekom ve D-Smart ile yapılan sponsorluklar, Riva arazisi, Sportif A.Ş ve Futbol A.Ş.'nin birleştirilmesi için gerekli kredi hamlesi, futbol ve basketbol şubesi için yapılan önemli transfer hamleleri, bayan basketbol ve tekerlekli sandalye takımından gelen toplam 5 Avrupa Kupası bir çırpıda akla gelen başarılar. Sadece Haldun Üstünel - Murat Yalçındağ ikilisi bile %51 eder aslında. Aslında mesele "Lise"nin Galatasaray üzerindeki etkisi. Bağından kopmamak, onlarla beraber yürümek çok güzel kulüp adına. Lakin kötü olan, "liseli"lerin kulübü sadece lise takımı olarak görmesinde. Tamam takımı bir lise öğrencisi (Ali Sami Yen), bir ders esnasında kurmaya karar vermiştir ama bu takımın lise takımı olması tanımını çoktan aşmıştır. Bigin Gökberk'in söylediği gibi; "Türkiye'nin Avrupa'ya açılan kapısı" diye statta reklamı olan bir kulübün, kapılarının lise ile sınırlı tutulması sorunu halledilmeli aslında.

Aaron Ramsey'in Ayağı Kırıldı


Stoke City - Arsenal maçının 66.dakikasında Ryan Showcross tarafından yapılan müdahale sonucu Ramsey'in maalesef ayağı kırıldı. Yine Arsenal, yine genç bir yenetek şanssızlığı. Daha 18'inde belki de yitip giden bir kariyer olacak...

Hey Maşallah Harry !

Saddam'ı Karşılayan Galatasaray'lı


Tarih 9 Nisan 2003. Böyle yazınca bilmeyebilirsiniz. Herkesin bildiği şekilde söylemek gerekirse Saddam Hüseyin'in heykelinin yıkıldığı, üzerinde Irak'lıların ayakkabılarla vurduğu tarih. O tarihte olan bir şey daha var. Saddam doğduğu şehir olan Tikrit'te sokakta geziniyor. "Ben ölmedim, halkımla beraberim, elimi kolumu sallayarak gezerim" diyor yani kameralar önünde. O sırada halk onu selamlamaya, kendi dillerinde "Canımız, kanımız sana feda Saddam" demeye başlıyor. Sonrasında o kalabalıkta bir tanıdık şey göze çarpıyor. Üzerinde Galatasaray eşofman takımı olan bir adam. Yanılmıyorsam, 2000 yılının tasarımı olan takım.

Nereden geldi bu ayrıntı bilmiyorum gece gece. Öyle büyük bir başarıydı işte 17 Mayıs. Şimdi topa girmeyenlere inat...



Bu da linki; http://www.youtube.com/watch?v=ijFe4iVwiZQ&feature=related

26 Şubat 2010 Cuma

Honduras Maçı Kadrosu





Kaleciler:
Volkan Demirel, Onur Recep Kıvrak

Defans oyuncuları:
Gökhan Gönül, Sabri Sarıoğlu, Servet Çetin, Emre Güngör, Ceyhun Gülselam, Giray Kaçar, Çağlar Birinci.

Orta saha oyuncuları
Hamit Altıntop, Volkan Şen, Ozan İpek, Mehmet Aurelio, Necip Uysal, Emre Belözoğlu, Arda Turan, Nuri Şahin, Caner Erkin

Forvetler:
Tuncay Şanlı, Mevlüt Erdinç, Halil Altıntop, Kazım Kazım

Kadrolar beklendiği gibi. Şahsım adına şaşırtıcı isim Necip Uysal. Devre arasındaki maçlarda iyi performans göstermişti ancak sonrası yoktu. Şimdi A milli olma şansı yakaladı. Millî takıma alışması açısından oldukça olumlu. Ayrıca en formsuz döneminde bile kendine yer bulan Nihat sonunda kesik yedi. Bunun kendisini olumlu yönde hırslandıracağına inanıyorum. Ama bu hırs olumlu yöne gider mi bilemiyorum. Volkan Şen, Ozan İpek zannedersem A Millî seviyesinde siftah yapıyor. Çağlar Birinci beğendiğim ve Denizlispor'dan ayrılmasını istediğim bir futbolcu. Kayserispor bence Çağlar için yeni ve güzel bir dönemin başlangıcı olur. Trabzon bir kaleci bir de defansını gönderiyor. Benim merak ettiğim şeylerden biri Toraman'ın alınıp alınmayacağıydı. Terim Paşa tercih etmezdi kendisini ancak yeni dönemde Ulusal takıma gireceğini düşünüyorum. Ancak zannedersem kendisi bir sakatlık dönemi geçiriyor. Uzun zamandır sakat olan Sabri yerine en azından Ekrem Dağ davet edilebilirdi.

Terim'in gidişinden sonra ilk toplanma, hayırlı olsun Türkiye için.

Bu arada Gökhan Zan kariyerinde ilk defa Millî maç haftasında iyileşmedi galiba. Eğer gerçekten iyileşmediyse çok ilginç. Kendisi bilirsiniz ki "Milli Takımın Stoperi"dir.

Beşiktaşlıdan Saraçoğlu İzlenimleri





Uzun zaman sonra Kadıköy'de canlı maç izlemek nasip oldu. Bir Beşiktaş taraftarı için orada maç izlerken, çok ayrı bir şeye tanık oluyormuşsunuz gibi geliyor.

Öncelikle (zannedersem) Unifeb taraftarlarının bulunduğu kale arkası tribününde maç öncesi yapılan gösteri çok güzeldi. Ozalitçiden çıkma pankartlar yerine orada kullanılan el yapımı pankartları daha çok sevmişimdir hep. "May the Force Be With You" yazısı ve arkaplanda çalınan star wars müziği ile etkileyici bir ortam oluşturdular. Taraftarın bu konuda organizasyon yapacakları zaman arkasına bir de yönetimi alması böyle güzel şeylere yol açıyor işte. Mesela Beşiktaş tribünleri son 1.5 sezondur her şeyi kendi yapıyor. Para toplayıp bayrak alıyor, pankart yapıyor vs. Ancak yönetim "ne haliniz varsa görün" tavrında olduğundan bir yere kadar gidebiliyor her şey.

Benim için en ilginç şey ise maç başlarken arka sıralardan gelen "çöök çööök" sesleri oldu. Yıllarca kapalıda-açıkda "ayağa ayağa, bağırıııın beylerrr" sesleri duyduktan sonra çok ilginç geldi. Baktım ki herkes oturuyor, e hadi yapacak bir şey yok kurala uyduk. Yanılmıyorsam bir ara kale arkasındakiler "ayağa kalkmayan cimbomlu olsun" dedi de herkes bi' ayaklandı. Bağıran taraftarlar genellikle kale arkasında Saraçoğlunda. Ancak yanılmıyorsam iki kale arkası arasında bir iletişimsizlik var. Ayrı telden çalıyorlamış gibi geldi ancak yanılıyor da olabilirim.

Devre araları Kadıköy'de de boş geçiyor. Her zaman yapılmasını istediğim devre arası aktiviteleri burada da yok. Diğer ülkelerde yapılan (mesela ispanya'da şut yarışması vardı" devre arası aktiviteleri burada da yapılsa keşke. Ve görülen o ki bunu ilk olarak Fenerbahçe organize ederse altından kalkabilir.

Bu arada tribünün üstündeki ısıtıcılar için Aziz Yıldırım'a teşekkürler. Dünyanın yağmur alan tek kapalı tribününe sahip İnönüden sonra değişik geliyor bunlar. Dün akşam da yağmur yağıyordu ancak bundan maçtan çıktıktan sonra haberimiz oldu! Ama yoook. Biz istemeyiz ısıtıcı-klima falan. Sezon başında Catania maçında Kapalı tribündeydik. Hava bayağı sıcaktı ve taraftar eğlence amaçlı "yönetim uyuma kapalıya klima" diye bağırıyordu. Abiler ve yancıları n'aptılar? "Susun lan, biz burayı nasıl kazandık n'apcaksınız klimayııı!?" .. Evet abicim çok haklısınız. Sizin orayı kazandığınız günden beri 1 adet çivi çakılmadı değil mi oraya? Şu "biz neler yaptık, biz neler çektik" tribi azalarak bitmeli tribünlerde. Elbet biliyoruz nasıl kazanıldığını, kimimn ne yaptığını ama iş geyiğe döndü. Herkesin ağzında ciklet ...

İşte böyle. Yıllarca İnönü'de maç izleyen birinin Saraçoğluna bakışı. İnönü eskidir, bazen organize olamaz falan ama bi' başka güzel be. Manevi olarak bir Beşiktaşlı olduğum için Saraçoğlunu tabii ki İnönü'den öne koyamam. Ama şekil olarak bakıldığında gayet önde. He bir de ayağımız uğursuz geldi Fenerbahçe'ye o da ayrı bir konu. Sezon sonuna kadar gitsem mi acep? :)

Aynı Nakarat


Saat 21.50'ydi ve Saraçoğlu tribünleri gol diye yıkılıyordu. Gelen turun ardından seviniyorlardı. Lakin maçlarının başlamasına 15 dakika vardı işte. Forlan'ın golüne gelen tepkiydi sadece. Doğaldı bu yapılan çünkü rekabetin tarihinde olan şey buydu.

Sonrasında Fenerbahçe kendi maçına başladı. Kendi yerinde oynayan pek az adam vardı. Emre estiriyordu orta sahada. Önce direği vurdu, sonra da kaleyi buldu. Peşinden Alex - Güiza gol kaçırma dejavusu tersten yaşandı. Sonrası mı? Aynı nakarat.

Daum'un "kalemin önünü savunayım, gol atmasam da olur" düşüncesi ile geriye yaslanıp gol yediği muhtemelen 45.maç. Güiza çıkınca Fenerbahçe'nin top tutması ileride ilginçtir sıfıra iniyor. Rakip ileri daha iyi geliyor. Semih yok oluyor sanki. Ardından ben geliyorum diyen bir gol. Duran topta rakibi gözle izleyen savunmanın hatası. En iyi markajdır göz markajı. Asla kaçmaz rakip o markajdan. Tabii "Yapma Volkan" efekti ile.

Sonuç mu ne oldu? 2 saat önce maç sonucuna sevindikleri ezeli rakiplerinin durumu neyse o.